Thursday, December 21, 2006

Bana Bunlarla Gelmeyin

Düşünün Kadıköy Akmar Pasajı'nda ağırlıklı olarak rock-metal müzik ürünleri satan bir dükkanda çalışıyorsunuz.CD, plak, kaset, dergi ve konser DVD'lerinin yanı sıra tişört, ve film DVD'leri de satıyorsunuz.İçeriye giren insanların ne tür şeyler sormalarını beklersiniz?En azından aşağıda yazacaklarımı sormalarını beklemezsiniz değil mi?


"Korsan bayrağı var mı?"

"Marduk diye bir adamın posterini veren bir dergi varmış.Var mı sizde?"

"Ege Çubukçu'nun 2 liraya 3 liraya CD'si yok mu?"

"Burada tesbih bulabilirmiyim?"

(Film Dvd'lerine bakarak)"Bu filmleri insanlar mı getiriyor?"

"Jako Pastorious t-shirtü var mı?"

"Burada palyaço kiralanan bir yer var mı?"

"Buralarda DJ'lik kursu veren bir yer var mı acaba?"

"Sauna var mı buralarda?"

"Pozitif düşünce kaseti var mı?"

"Sizde gözlük ve bone var mı?..Deniz ürünleri yani"

"Amerikan bayraklı boxer külot var mı?"

Tuesday, December 12, 2006

Bambaşka Açılardan Haggard İstanbul Konseri 08.12.2006

7 Aralık 2006 Perşembe

Öğlen 12 gibi Atlantis Müzikteydim. Bileti son anda alınan Haggard'ın en genç elamanı Veronica Biendl'ın hangi uçakla geleceği hala belli değildi. Almanya'daki adamımız Uwe Kleinschittinger'i (Bundan sonra kısaca Uwe diyecem) aradım fakat cevap vermiyordu. Grubun 12 kişilik bir bölümünün 16:30'da, geri kalanının da 22:45'de Atatürk Hava Limanı'nda olması bekleniyordu.

Elbette bu kadar kalabalık bir grupla tek başıma ilgilenmem mümkün değildi. Yardımcı olması için bizim dükkanda çalışan Mutlu'nun bir arkadaşıyla anlaşılmıştı. Çocuğun ismi Ömer'di. Ofise geldi, tanıştık.Saat 15:30'da Taksim The Marmara otelinin önünde bizi havaalanına götürmek üzere bir minibüsün bekleyeceğini öğrendik. Şoförün geçen seferki Sodom konserinde bizi deli eden Gökhan zırtapozu olduğunu öğrenince moralim bozuldu. Bir süre boş boş önümdeki monitöre baktım ve kimseyle konuşmadım. Bu Gökhan denilen herif deli gibi araba kullanıyor, olur olmaz yerlerde garip isteklerde bulunuyor (Bana 20 milyon verin yemek yiyeceğim!..gibi) ve bir fırsatını bulduğunda aniden ortadan kayboluyordu. Neyse, daha başlangıçta böyle bir sebepten moralleri bozmamak lazımdı. Bu arada Selda Abladan Veronica'nın ilk grupla beraber geleceğini öğrenip biraz rahatladık..

Ömerle karşıya geçmek için Karaköy iskelesine yürüdük. O saate kadarki vapur seferleri sis yüzünden yapılamamış, ancak tam biz geldiğimizde sis kaybolduğu için tekrar başlamıştı. Sevindik. (Başımıza geleceklerden haberimiz yoktu)

15:30'da The Marmara'nın önünde içinde güneş gözlüğüyle oturan dallama bir herifin bulunduğu servis aracını gördük. Adam sahil yolundan havaalanına gidene kadar aşağı yukarı yedi-sekiz telefon görüşmesi yaptı, üç-dört bayan şöförü taciz etti, ikiyüzelli kadar trafik kuralı ihlalinde bulundu...

Saat 16:00 gibi havaalanındaydık. Munich'den gelecek uçağın beklenen saatte ineceğini öğrendik. Uçak vaktinde indi ama elemanların kontrolü yanlarında taşıdıkları eşyaların fazla olması nedeniyle uzun sürdü. İlk grupta gelenleri ancak 17:00 gibi karşılayabildik. Grubun lideri konumunda olan Asis'i bulmam gerekiyodu. Sora sora adamı buldum; tanıştık, sohbet etmeye başladık. Bu arada eşyalarını minibüsümüze yerleştirmelerine yardım eden havaaalanı görevlisi birisinden para istedi. Haggard elemanı anlamadı birşey. "Benden olsun" dedim, bozuk para uzattım. Herif "Sadaka mı veriyorsun?" diye karşılık verdi ve parayı geri uzattı."Zaten bu yaptığın iş için maaş almıyor musun sen?" dedim bu şerefsiz insan evladına..Sinirlerime hakim olmaya çalışarak minibüsün kapısını kapattım ve 3 yıldızlı otelimizin bulunduğu yer olan Sultanahmet istikametine doğru yola koyulduk. Şoför yine Need For Speed oynar gibi sürmeye başlayınca Haggard'ın yaşlıca bir bayan elemanı "Lütfen daha yavaş gitmesini söyler misin?" diye ikaz etti beni.(Bu arada diğer Haggard elemanları, trafikte değişik atraksiyonlarda bulunduğu zaman şöförle dalga geçiyorlardı. Alkışlıyorlardı falan..Şöförün beyni de bir muhabbet kuşununkinden farksız olduğu dalga geçildiğini anlamıyor, daha da havalara giriyordu)

Yolda Asis ile bayağı muhabbet ettik. Ön satışları, konser mekanının nasıl olduğunu, akşam yemeğinde ne yiyeceklerini falan sordu. Bir de yabancı grupların Türkiye'de çalarlarken sahnede söyleyince sempati kazandığı belli başlı Türkçe kelimeleri sordu iyakşamlar, meraba, teşkürler gibi...Türkiye turu için özel bastırdıkları tişörtleri gösterdi ve bir tanesi senin dedi. Ancak şaşırtıcı biçimde tişört o güne kadar gördüğüm en kötü baskılı tişörtlerden biriydi..

Albion Otel'e vardığımızda otel hakkında ilk düşündüğüm şey "Umarım ilk izlenimlerim beni yanıltır" oldu. Gördüğüm bina dışarıdan bakıldığında otele pek benzemiyordu, daha çok tatil beldelerindeki ucuz pansiyonlar gibi görünüyordu. "Ah be Tansel abi, rezervasyon yaptırmadan önce neden hiç bakmadın şu otele?" diye içimden geçirdim. Görse eminim kararı değişirdi..Grup elemanlarının eşyalarını içeri taşıdık. O arada odalama konusunda sorun çıktı. Adamlar üç kişilik odalar yerine iki kişilik odalarda konaklamak istiyorlardı .Üstelik onlara göre bu, imzalanan söleşmenin maddelerinden biriyid.Oysa ki patronun hanımı telefonda öyle söylemiyordu. Kesinlikle bu odalama şeklinin dışına çıkılamayacağını, çıkılırsa doğacak ekstra masrafı grubun kendisinin ödemesi gerektiğini anlattı. Yaklaşık yarım saat otelin resepsiyonunda tartışmalar yaşadık. Asis ısrarla grupta 3-4 tane çift(sevgili ya da evli) olduğunu söylüyor ve bunların birlikte kalması gerektiği konusunda ısrar ediyordu. Bu arada tartışmalar esnasında sürpriz bir şey gelişme yaşandı. Elimizdeki grubun Türkiye'ye gelecek elemanlarınının isimlerinin yer aldığı listeye göre 23 kişi olmaları gerekiyordu. Buna rağmen istedikleri odalama 21 kişi içindi. Asis'e "Sanırım iki kişi eksik gelmişsiniz.Nedenini söyleyebilir misin?" diye sordum.Dediğine göre 2 eleman sabahleyin aniden hastalanmış, kusmuşlar falan o yüzden onları yanlarına almamışlar. Genelde saftorik biriyimdir, her söylenenene inanırım ama bu çok da inanılacak bir bahane değildi açıkçası.(Kirli çamaşırlar ertesi gün ortaya çıkacaktı)Ayrıca iki kişi eksik gelmiş olmalarına rağmen bunu bize bildirme gereği duymamışlardı...

Resepsiyondaki tartışmalardan sıkılmıştım. İşi Ömer'e bıraktım. Şans yardım etti, otel görevlisi gruba istedikleri odalamayı sağlayacağını ve eksta ücret almayacağını söyledi. Tam derin bir nefes almıştım ki Asis eşyalarını odasına yerleştirir yerleştirmez yanıma geldi ve "Odamda bir fare vardı!" diye bağırdı. Durumu otel görevlilerine aktardık. Odayı değiştireceğini söyledi..

Saat 19:00 civarı otelin önünde bekleyen minibüse binip akşam yemeğinin yenileceği Mephisto Kitabevi'ne gitmek üzere yola koyulduk. Asis ısrarla akşam gelecek diğer elemanları karşılamak için havaalanına gitmek istediğini söylüyordu..

Manyak şoför, trafiğin o saatlerde yoğun olacağı bahanesiyle bizi Galatasaray'ın oralarda biryerlere bıraktı. Ekip halinde yokuş yukarı yürüyüp İstiklal Caddesi'ne çıktık. Haggard elemanları, İstiklalde kendi konserlerinin afişlerini görünce çok sevindiler. Afişlerin önüne geçip fotoğraf çektirdiler. Bu esnada meraklı bir amca yanıma gelip İngilizce "Where are you from?" diye sordu."Ben Türküm ama onlar Alman amca" diye Türkçe cevap verdim. Adam şaşırdı, "Aralarında en çok Almana benzeyen sensin ama" dedi gülerek..

Grup yemek için Mephisto'ya geçti. Benim yemek yemeye vaktim yoktu. Patrondan 7 buçukta başka bir minibüsün The Marmara Oteli'nin önünde bekleyeceğini öğrendim. Tekrar havaalanına gidip Uwe'yi almam gerekiyordu (Uwe Almanya'dan tek başına geliyordu). The Marmara Oteli'nin önünde Yakup adındaki şoförle buluştum. Neyse ki arabayı daha insancıl kullanıyordu. Yol boyunca bana sürekli haksızlıklara uğradığını, insanlarda saygı diye birşey kalmadığını falan söyleyip durdu...

Havaalanına vardık. Şoför; az ileride bekleyeceğini, uçak indiğinde onu ararsam beş dakika içinde geleceğini söyledi. Uwe'nin uçağı normal şartlar altında 8:15'de inmeliydi. Henüz vakit vardı. Bekleme salonunda kenarda duran makinelere bir teklik atarak kahve aldım...Bu arada hayatım boyunca hiç görmemiştim bu Uwe denilen adamı. Tansel abi onun için "Sarışın gibi, hafif uzun saçlı, Richard Gere'e benziyor biraz" demişti o kadar.

Uçağın iniş vakti geldiğinde adamı bir türlü bulamayınca stres oldum. Sarışın birkaç yabancıya "Are you Uwe?" diye sordum, değillerdi. Bu sırada yanımda bekleyen adam Berlin uçağının pist yoğun olduğu için yarım saat geç indiğini, ama bunun tabelada gözükmediğini söyleyince rahatladım. Çok iyi bir insandı. Uwe'nin beni fark etmesi için adını üzerine yazmak üzere kitabının arka kartonunu yırtıp verdi.(Havaalanında hiç tanımadığın bir adamı beklemek çok stresli bir işmiş)

Saat 21:15 gibi buldum Uwe'yi. İstanbula iki türk arkadaşıyla beraber gelmiş. O gece onlarla biraz takılıp sonra muhteşem otelimize geleceğini söyledi. Okey dedim. Uwe'ye otelin adresini verdim ve adam iki arkadaşıyla beraber havaalanından ayrıldı. Beni havaalanına getiren şöförü aradım. Adamın telefonu kapalıydı! Allahtan yaklaşık bir saat sonra Haggard'ın diğer elemanlarını taşıyan uçak iniş yapacaktı. Dolayısıyla havaalanına mutlaka bir minibüsün gelmesi gerekiyordu. Patronu aradım; "Bekle orada, diğer grubu da sen karşılarsın, ben Gökhan'ı gönderiyorum oraya dedi"."Ulan gene mi Gökhan!" diyerek içimden küfrettim ama yapacak birşey yoktu..

Bıkkın bir şekilde havaalanının içinde dolaşmaya başladım..Birilerini aramak, başımdan geçen saçma işleri anlatmak istedim..Telefon rehberimi taradım ama arayacak kimseyi bulamadım..Burger King'e gidip normal fiyatının iki katına bir Whopper menü aldım.(Havaalanında her şey çok kazıkmış)

Ekranda 22:45'te gelmesi gereken uçağın 25 dakika rötar yapacağı yazdı. On buçuğa doğru Asis, grubun davulcusu Luz ve leş gibi içki kokmakta olan şoför girdiler içeri..Gökhan bizi dışarıda bekleyeceğini söyledi ve yemek parası istedi. Yalanın bazı durumlarda caiz olduğunu hatırlayarak "Yok yanımda para" dedim..Söylene söylene gitti..Asis ile Luz birer kahve içmek istediler. Luz, İstanbul’a gelmişken yeni bir zil takımı almak istediğini söyledi. Ona göre dünyanın en ucuz ve en kaliteli zilleri Türkiye’de üretiliyormuş..Asis ise yine otelden şikayet ediyor ve onlara başka bir otel bulup bulamayacağımı soruyordu. Oteli bir turizm acentasının ayarladığını ve bu isteğinin yerine getirilmesinin zor olduğunu anlatmaya çalıştım..

Uçak, 25 dakika olarak bildirilmesine rağmen yaklaşık bir saat rötar yaptı. Yeni gelen grup bayan ağırlıklıydı. Bütün elemanlar içten bir gülümsemeyle elimi sıktı. Dışarıda bekleyen minibüse atladık. Gerizekalı şöför güzel kızları görünce bir hoş oldu. Zaten alkollü olduğu için iyice kontrolü kaybetti. Tabakhaneye bok yetiştir gibi sürmeye başladı. Önde giden arabaların üzerine üzerine gidiyor, hızını hiç kesmiyor, önde giden arabaları yan şeride geçmeye zorluyordu. Hatta karşıdan karşıya geçen insanları görünce sanki onlara çarpmak ister gibi hızını arttırıyordu (Hayatım boyunca böyle bir yolculuk yapmadım). Arabadaki Haggard elamanları ise işi dalgaya vurup herifin bu tehlikeli hareketlerine alkışla karşılık veriyorlardı.

Şans eseri kimse yaralanmadan otele ulaştığımızda saat gece yarısını geçiyordu. Ertesi gün soundcheck yapmak üzere Yeni Melek’e gideceğimizi, bunun için sabah 11'de hazır olmaları gerektiğini söyledim. Adamlar otele girdikten sonra Gökhan bana “Benim işim var, buradan dönersin sen değil mi?” dedi. ”Abi bu saatten sonra nasıl döneyim burdan Kadıköy'e, üstelik yanımda para da yok” falan diyip acındırdım kendimi. Adam imana gelip Taksim’e bıraktı beni. Oradan dolmuşa atlayıp Kadıköy'e geldim.Eve gidip biraz PES oynadım sonra da yattım…..

8 Aralık 2006 Cuma

Ömer’le Kadıköy’de buluşup Eminönü'ne geçmek üzere vapura bindik. Yolda Tansel Tetik aradı ve soundcheck'in saatinin değiştiğini, 11 yerine 1 gibi konser mekanında olsak daha iyi olacağını söyledi. Tramvaya binip Sultanahmet'te indik. Oteli bulmaya çalışırken Uwe aradı ve beni şok eden şu sözleri söyledi:”Serhat, bu otel hasarlı bir otel. Bizim için burada daha fazla kalmak imkansız. Bazı grup elemanları kaçıp gittiler buradan”.Gerçekten de kafamı kaldırıp baktığımda bazı Haggard elemanlarının Sultanahmet Meydanı'nda gruplar halinde dolaştıklarını gördüm. Büyük bir sorunla karşı karşıya olduğumuzu fark ettim, işlerin sürekli ters gitmesinden dolayıcanım çok sıkılmıştı..Ama kendimi topladım ve gördüğüm grup elemanlarının yanlarına gidip 11 yerine 1'de otelden soundcheck yapmak üzere konser mekanına hareket edeceğimizi söyledim. Zar zor oteli bulduk.Bu esnada klavyeci Hans Peter’in (Kendisi 1958 doğumlu) eşofmanlarla civarda sabah koşusu yaptığını gördüm. Hem şaşırdım hem takdir ettim hem de güldüm.

Otelde Uwe ile Asis sinirli bir şekilde bizi bekliyorlardı. Dışarıdaki dandik masalardan birine oturup konuşmaya başladık. Daha doğrusu onlar konuşuyor ben dinliyordum. Asis’in uykusuzluktan gözleri şişmişti. Otelin berbat bir yer olduğunu anlattı. Odalarda tahtakurularının olduğunu ve kollarını ısırdıklarını söyledi (Gerçekten de kollarında kırmızılıklar vardı).Odalarda çöp kutusu ve havlu olmadığını, tuvalet kokusunun her yerden duyulduğunu ve gece sürekli duyulan bir sifon sesi yüzünden kimsenin yeterince uyuyamadığını söyledi. Bu oteli bir an önce terk etmek istediklerini anlattı. Eğer mümkünse bir gece daha bu otelde kalmak yerine konserden sonra doğrudan Ankara’ya gitmek istediklerini söyledi. Bu konuda bir şeyler yapacağımıza dair söz verdim ona..Asis, saat 1'e kadar dinlenmek istediğini söyleyerek odasına çekildi. Ben Ömer ve Uwe ise birşeyler yemek için Çemberlitaş'ta bir kafeye gittik. Bu arada Uwe Türkiye’ye gelmeyen iki elemanın hastalık yüzünden değil, paranın zamanında ödenmemesi yüzünden gelmediğini söyledi…Oysa ki ödemenin zamanında yapıldığından emindim...

Saat 1’de otele döndüğümüzde kocaman bir otobüsün otelin önünde beklediğini gördüm.(Ne de olsa grubun tamamını taşıyacaktı)Ben, Ömer, Uwe ve 20'den fazla Haggard elemanı otobüse doluştuk.

Yeni Melek’in arka girişine ulaşmamız için Beyoğlu’nun ara sokaklarına girmemiz gerekiyordu. Ara sokakların birinden yokuş aşağı iniyorduk ki otobüs fazla iri olduğundan dolayı ön tarafı yere sürtme tehlikesi geçirdi. Çözüm olarak ağırlığı azaltmamız gerektiğini düşündük ve hep beraber indik araçtan.Ama işe yaramadı. (Bu esnada civardaki insanların uzaylı görmüş gibi bize baktıklarını söylememe gerek yok sanırım) Otobüsün yere sürtmeden önündeki düzlüğe ulaşması zor gözüküyordu. Uwe arka tekerleklerin önüne taş koyarsak otobüsün zarar görmeden düzlüğe ulaşacağını söyledi. Bu planı uyguladık. Ama yine de otobüsün ön kısmı biraz yere sürttü. Şöför dellendi ve daha fazla ilerlemeyeceğini söyledi."Bu arabayla beni buraya niye soktunuz ulan!" diye bağırdı ve hasarın karşılanması için para istedi. Meydana gelen hasar için Tansel ile konuşması gerektiğini söyledim. Bir yandan da yaşanan bu kadar aksilik yüzünden sinir krizi geçirmek üzereydim. Şöför fazla üstelemedi ve bizi bırakıp gideceğini söyledi! Araçtan inerek Beyoğlu'nun arka sokaklarından Yeni Meleğe doğru yürümeye başladık. Yaklaşık 25 kişiydik ve etraftaki insanlar bizi ilgiyle izlemekteydi..

Galatasaray Hamamı'nın yakınlarında dik ve uzun bir merdiven vardı. Merdivenden yukarıya çıkarken grubun ses teknisyeni aniden titremeye başladı. Nefes nefese kalmıştı ve “Scheisse Scheisse!” diye bağırmaya başladı. Meğerse astım hastasıymış ve sık sık nöbet geçirirmiş..Düzelmesini bekledik..O an ciddi anlamda berbat hissettim kendimi. Bu konser hiçbir zaman olmayacak gibi gelmeye başladı bana…

Güç bela Yeni Melek’e vardık..Tansel Abi karşıladı bizi. O ana kadar herşeyin çok kötü gittiğini anlattım. Bana moral verdi, görevimi yaptığımı falan söyledi…
Backstage’de Uwe, Asis ve Tansel abi konuşmaya başladılar. Galiba paranın zamanında yatıp yatmadığını, otelin neden böyle kepaze olduğunu falan tartışıyorlardı. Yeni Melek'in sahne arkasındaki koltuklarından birine uzanıp gözlerimi kapattım…..

Hm konser nasıl mı geçti? Öncelikle Haggard konser mekanından bayağı memnun kaldı. İçeride her türlü yiyecek ve içecek ihtiyaçlarını karşıladık. Önlerine kasalarla bira sunduk. Bir dediklerini iki etmedik.S oundcheck için onlarla kaliteli bir teknik ekip ilgilendi. Uzun zamandan beri Yeni Melek’te duyduğum en iyi soundu yakalamalarına yardımcı oldular. Konserde her enstrüman net bir şekilde duyuluyor gibiydi. Bunun yanında seyircilerin şarkılara katılımını takdir ettim. Kaliteli bir seyirci vardı. Ayrıca içeride 1000’in üzerinde insan olması da sevindiriciydi..Açıkçası Haggard fanı değilim, bu yüzden konser sırasında backstage'de takılıp bira içmeyi tercih ettim. Bu arada Asis konserin sonlarında “I want to thank to the organizator and Atlantis Music” dedi. Bunu duymak beni oldukça mutlu etti. Demek ki grup, önceden yaşanan bütün aksaklıkları unutmuş..

Beklendiği üzere Haggard konserden sonra o berbat otele dönmek yerine doğrudan Ankara’ya doğru yola koyuldu.Ben de bulduğum ilk vasıtaya atlayıp Kadıköy’e döndüm….