Wednesday, December 17, 2014

64'ler Revisited



Yukarıdaki resimde görülen binada (Beşiktaş çarşısına yakın bir yerde bulunan Maşuklar Yokuşu'nun girişindeki sağdaki bina) bundan 20 küsür sene önce hayatımın en büyük eğlencelerinden biri olan 64'ler Dergisi faaliyet gösteriyordu. Commodore 64 ve Amiga 500 oyunlarının açıklamalarına yer veren dergi, yazarlarının espirili ve samimi üsluplarıyla piyasadaki diğer bilgisayar dergilerinden ayrılıyordu. Murad Omay, Şahin Derya, Orhan Cevher, Rasim Mingü, Bahadır Akcan, Barış Yalçınkaya gibi oldukça genç yaşta yazarları bünyesinde barındıran 64'ler'in okuyucuyla kurduğu bağ o kadar kuvvetliydi ki (Mesela bir oyunda takıldığınızda nasıl geçeceğinizi sormak için dergi binasına gelmeniz mümkündü) derginin tüm yazarları sanki içimizden birileri gibilerdi. 1988-1992 yılları arasında yayınlanan 64'ler, ekonomik güçlüklerden dolayı Temmuz 1992'deki son sayısının ardından batmıştı..Okuyucularına Megadeth posteri, Elvira kodları ve hatta jelibon vermekten kaçınmamış efsanevi derginin ağır topu ise MAC Adventure adıyla dergide kendine ait bir köşesi yer alan Murat Adanç'tı..Pessimist ve şüpheci yaklaşımıyla beraber eğlenceli bir üsluba sahip olan MAC'in adventure ve strateji oyunları, metal müzik ve hayat hakkındaki yazılarını hayranlıkla okurdum. Hemen hemen her konuda bilgisi olan, zamanının ötesinde bir adamdı..

Geçenlerde derginin son sayısını internette taranmış halde bulduğumda oldukça sevindim çünkü son sayıyı kağıt ortamında hiç görmemiştim.(En son Haziran 1992 sayısına sahibim) Türkiye'de bir nesli derinden etkilemiş olduğuna inandığım 64'ler'i aşağıdaki görsellerle biraz olsun hatırlamak ve hatırlatmak isterim..


MAC Adventure Son Sayı:




Son Sayfa Son Sayı:




Dergi Binasının Ana Kapısı: (Maşuklar Yokuşu tabelası hala orada)




Derginin Tam Karşısındaki Fırın: (Ekim 2014 itibariyle hala faaliyet gösteriyor)


Tuesday, December 16, 2014

Favori Gitar Sololarım (Top-10)

Geçenlerde Journey'nin Frontiers albümünde yer alan uzunca bir soloyu dinlerken aklımda "Neden bloğa en sevdiğim gitar sololarıyla ilgili bir derleme yazısı yazmıyorum?" düşüncesi belirdi..Arada unuttuklarım olabilir, hatırlarsam yazıyı editlerim artık..Bu arada aşağıda yer alanlar "Gelmiş geçmiş en baba sololardır" diye bir iddiam yok, hatta müzik tarihinde mutlaka bunlardan çok daha teknik biçimde çalınmış sololar vardır, burada sadece beni en derinden etkilemiş olanları paylaşmak istedim..


10 - MARTY FRIEDMAN (MEGADETH) - HANGAR 18





9 - JOHAN EDLUND (TIAMAT) - GAIA





8 - ANDY LATIMER (CAMEL) - STATIONARY TRAVELLER





7 - TOMMY T.BARON (CORONER) - MISTRESS OF DECEPTION





6 - MIIKA TENKULA (SENTENCED) - MOURN





5 - IZZY STRADLIN (GUNS N' ROSES) - DOUBLE TALKIN JIVE'





4 - SAKIS TOLIS (ROTTING CHRIST) - AMONG TWO STORMS





3 - GREGOR MACKINTOSH (PARADISE LOST) - OVER THE MADNESS





2 - AL PITRELLI (SAVATAGE) - TURNS TO ME





1 - NEAL SCHON (JOURNEY) - EDGE OF THE BLADE



Tuesday, December 09, 2014

Bir Zamanlar Ben

Bundan yaklaşık 15 yıl önce günlüğüme aşağıdaki yazıyı yazmışım.."İlerde dönüp bakmak hoş olacak" demişim ama şimdi baktığımda biraz efkarlandım..


7 Ocak 2000/Cuma

ICE-UP (Arkadaşınızın şu aralar yediği naneler)
("Bana ne?" diyebilirsiniz tabi ama bence güzel birşey.İlerde dönüp bakmak hoş olacak)

Dinlediklerim:

NEVERMORE/The Politics Of Ecstasy (1996) 7/10
WASP/The Crimson Idol (1991) 8.5/10
ICED EARTH/The Dark Saga (1996) 10/10
ANTHRAX/Among The Living (1987) 7/10
ICED EARTH/Alive In Athens-Live (1999) 9/10
SENTENCED/Down (1996) 9/10

İzlediklerim:

Deep Blue Sea (Mavi Korku) 10/10
Life (Müebbet) 7.5/10
Bowfinger (Yaw bunu izleyeli bayağı oluyo ama neyse) 8/10
The House On The Haunted Hill (Lanetli Tepe) 7.5/10

Okuduklarım:

AGATHA CHRISTIE/Ve Perde İndi 10/10
GAME PRO/Ocak Sayısı 7.5/10

Oynadıklarım:

Nba Live 2000 10/10
D 5/10
Fifa 2000 4/10
Fighting Force 2 6/10
Dune 2000 8.5/10
Test Drive 6 8/10

Kısa kısa:

- Öncelikle herkesin Şeker Bayramını ya da bu yazıyı okuduğunuz zamana göre değişiklik olabileceğinden geçmiş Şeker Bayramını kutlarım.Şekersiz kalmamak lazım..Şekerlerden, özellikle bonbon denilen zararlı şeylerden bir türlü vazgeçemiyorum..

- Sentenced'ın yeni albümü Crimson 16 Ocak'ta geliyor.Ben albüm için şimdiden kampa girdim.Frozen'dan bile daha sağlam olduğu söyleniyor..En güzel haber de bugün Atlantis Müzik'te albümün kaset formatında da basılacağını duymam oldu..

- Galatasaray'ın (Bizim) bir türlü ilk onbire giremeyen oyuncusu Tugay'ın bugün resmen Glasgow Rangers'lı olduğunu öğrendim.İnşallah orada futbolunu oynar da "Avrupa'ya gidip birkaç ay içinde tıpış tıpış eski kulübünün yolunu tutan futbolcular" kervanına katılmaz.

-PC'leri ve interneti olan arkadaşlar, Half-Life'ın multiplayer olarak oynandığında inanılmaz zevkli bir hal aldığını biliyor musunuz?

- Başıma bu da mı gelecekti...Fizik labaratuarında Geometri sınavı olarak tarihe geçen 15 kişiden biri olmaktan gurur duyuyorum.Ulan bi de sınav iyi geçse ha.Harbi çuvalladık..

- Ne derece doğru bilmiyorum ama bazılarına göre biz aslında henüz 21.yüzyıla girmemişiz.21.yüzyıl, 2001 yılının ilk gününden itibaren başlayacakmış..

- Okulun ilk döneminin bitmesine yirmibir gün kaldı.Özgürlüğe doğru günleri saymaya devam...


ICE BORSA ENDEKSİ

(+) WRITE-UP YAZMAK
Zevkli bir uğraş olduğu için

(+) SENTENCED
Bizi daha fazla bekletmedikleri için

(+) AMERİKAN&İTALYAN KARIŞIK SANDWICH
Kantindeki en ucuz ve doyurucu besin maddesi olduğu için

(+) OKUL
Bitmesine az kaldığı için

(+) BAYRAM
Sayesinde iyi para kopardığım için


(-) CEVAT
Adamla üçüncü senem, onuçüncü kırık notumu almaya hazırlanıyorum..

(-) NON SERVIAM VE ORGANİZATÖRLER
Hep fazla ilgilenmediğim doom, black vs gruplarını getirdikleri için

(-) EUROPE
Final Countdown gibi bir parçayı rezil hale soktukları için

(-) ORLANDO MAGIC
Geçen Cuma maçlarını izlemek için sabahın üçünde kalktım, kendi sahalarında New York Knicks'den fark yediler

(-) İZMİT İSMETPAŞA STADI-NUMARALI TRİBÜN
Gittiğim ilk deplasman maçında berbat izlenimler bıraktığı için

Monday, November 24, 2014

İz Bırakan Sahneler - 3 / Dirty Harry: Do I Feel Lucky?



"Uh uh. I know what you're thinking. "Did he fire six shots or only five?" Well to tell you the truth in all this excitement I kinda lost track myself. But being this is a .44 Magnum, the most powerful handgun in the world and would blow you head clean off, you've gotta ask yourself one question: "Do I feel lucky?" Well, do ya, punk?"

Saturday, November 22, 2014

Beatle Fadıl



Futbolcu olsaydım böyle bir lakaba sahip olmak isterdim..

Wednesday, November 19, 2014

Kaç Yıl Oldu?



Fırat Budacı'nın 2014 Versiyonu "Kaç Yıl Oldu?" kitabını okudum da..Bunlar gerçekten olmuş bu ülkede ya..Beyin bedava..


- "Knight Online" isimli bilgisayar oyununda askerleri çalınan 87 kişi polise başvuralı 5 yıl,

- Seren Serengil, şarkıcı Emrah'tan 25 santimlik fino köpeğine isim koymasını isteyince, bir süre düşünen Emrah, "Karabaş" diyeli 10 yıl,

- Huzurlu Yaşamı Destekleme Derneği, polis günü nedeniyle "Ödüllü tabanca atışı yarışması" düzenleyeli 5 yıl,

- Zaman gazetesi "Thor" filmini, "Düşüncesiz tavırlarıyla bir savaş başlatan güçlü ama kibirli savaşçı Thor..." gibi cümleler ve "Thor'dan büyük Allah var!" başlığıyla tanıtalı 3 yıl,

- Dünya Üniversiteler Yaz Spor Oyunları'nda masa tenisi branşı olmamasına rağmen, yazışma hatası yüzünden İzmir'e gelen beş Mısırlı masa tenisçi, götürüldükleri tenis kortlarında bir süre dolandıktan sonra ülkelerine geri döneli 9 yıl,

- Konserine gelen Egemen Bağış'a "İyi ki varsınız.Sizin için canımızı vermeye hazırız." diye seslenen Ajda Pekkan, yalakalıkla suçlanınca, sanatçının asistanı can vermenin yalakalık değil sahnede yaşanan bir "duygu fışkırması" olduğunu açıklayalı 3 yıl,

- "Mesut Japon Çocuklar" projesi kapsamında deprem ve tsunami felaketlerinin yaşandığı bölgeden Mersin'e getirilen 20 çocuğa dakikalarca deprem ve tsunami görüntüleri seyrettireli 3 yıl,

- Bitlis Adilcevaz Belediyesi, itfaiye eri olarak alacağı personele "Felsefe mezunu olma" şartı getirince, Belediye Başkanı Adnan Göksoy'un felsefe mezunu oğlu Gürsoy Göksoy'a büyük şans doğalı 3 yıl olmuş...

Friday, November 07, 2014

Efsane Oyunlar - 2 / Commandos: Behind Enemy Lines (Eidos Interactive-1998)


İspanyol oyun yapımcısı firma PyroStudios tarafından hazırlanan ve 1998 yılında Eidos Interactive tarafından piyasaya sürülen Commandos serisinin ilk oyunu Commandos: Behind Enemy Lines, PC tarihininin en zevkli real-time stratejilerinden biri olmakla beraber aşırı zorluğu nedeniyle oynarken insanın sinirini bozma garanti olan bir oyundu..(Muhtemelen hayatımda en fazla Save’i bu oyunda etmişimdir)II.Dünya Savaşı sırasında Avrupa’nin ve Afrika’nın çeşitli ülkelerinde Almanlar’a karşı kendilerine verilen gizli görevleri yerine getirmeye çalışan ve her biri farklı alanlarda uzmanlaşmış (Mühendis, Keskin Nişancı, Şoför, Ajan, Balıkadam, Yeşil Bereli) 6 komandoyu yönettiğimiz oyunda göğüs göğüse çarpışma yerine gizlilik ve taktik beceri esastı.İlerlemenin yolu, silahlar ve araç-gereçler konularında farklı yetenekleri olan komandoların birbirleriyle koordine olabilmelerinden geçiyordu.Görevler, ağırlıklı olarak stratejik noktalara sabotaj ve Almanlar tarafından kaçırılan müttefik ajanların ve suikastçıların kurtarılması üzerine tasarlanmıştı.

Commandos, oyuncunun haritanın tamamını görmesine izin veren izometrik grafiklere sahipti.Bu sayede düşmanların hareketlerine göre strateji belirlenebiliyordu.Bu grafik tasarımı, Commandos serisinin diğer oyunları olan 2001 çıkışlı Commandos:2 Men Of Courage ve 2003’te piyasaya sürülen Commandos 3: Destination Berlin’de de kullanılacaktı.

Oyun boyunca komandolarınızı karşılarında gördükleri anda silahlarına davranmakta bir saniye bile tereddüt etmeyen Alman askerleri, devamlı tetikte olup birbirlerini kollarlardı.Etrafta ceset veya ayak izi gördüklerinde ya da silah sesi duyduklarında olay yerine doğru depara kalkan bu adamları ortadan kaldırmanın en basit yolu arkalarından sinsice yaklaşıp bıçaklamak ya da yollarına ayı tuzağı döşemekti..Düşmanla silahlı çatışmaya girdiğiniz anda sesleri duyan askerler etrafınıza toplanırlar ve işinizi zorlaştırırlardı.Çok fazla gürültü yaparsanız düşman üssünde kırmızı alarm verilir, bu da daha fazla Alman askerinin garnizonlarından çıkıp volta atmasına sebep olurdu.Bu yüzden oyunda sessiz ve derinden ilerlemeniz gerekirdi.

Oyun ekranında düşman askerlerinin nereye baktıklarını gösteren bir ikon vardı.Bazen ilerlemenin tek yolu, askerler başka bir tarafa baktıkları sırada etraflarından dolaşmak ya da arkalarından yaklaşarak kendilerini namussuzca sırtlarından bıçaklamaktı..Düşmana çok yaklaştığınızda büyük ihtimalle görülürdünüz ve görüldüğünüz anda eşek cennetini boylamanız kuvvetli ihtimaldi.Düşman askeri tarafından görülen komandonuz hareketsiz kalırsa tutuklanıp hapse atılırdı.

Commandos: Behind Enemy Lines oynarken yüzlerce kere Almanların “Halt!”, “Alarm! Alarm!” ve “Ein Verletzter!” bağırışlarına maruz kalıp birkaç saniye içinde adamlarınızı kaybetseniz, içinizden küfür edip defalarca son kayıtlı oyununuzu açmak zorunda kalsanız da kolay kolay kopamayacağınız bir oyundu.Görevleri analitik düşünce yapısı içinde deneme-yanılma yöntemleriyle yavaş yavaş yerine getirmek hem sabır istene bir işti hem de keyifliydi.Commandos, insana binbir türlü strateji kurdurtan, bazen yatağa yattığınızda bile kafanızda taktikler planlamanıza neden olan bir oyundu.Karakterlerin seslendirmelerine de ayrı bir parantez açmak lazım...”Yiiissssööö” diye bağıran balıkadamı, “Consider it done” diyen her işe koşmaya hazır yeşil bereliyi, “Yiğğeees” diye acayip bir ses çıkartan keskin nişancıyı unutabilmek mümkün mü..

Thursday, November 06, 2014

Sosyolog Tezgahtarın Zor Anları



Atlantis Müzik
'te çalışırken müşterilerden tarafından sorulan acayip nesnelerden yukarıdaki listeyi oluşturup "Bunlar bizde bulunmamaktadır" başlığı ile dükkanın camına asmıştık..Fotoğrafı çekerken elim titremiş o yüzden yazılar net okunmuyor..(Aşağıya full listeyi yazacağım)Bu arada o dönemde dükkanda sadece orjinal müzik CD'si, film DVD'si, esprili tişört ve grup tişörtlerinin satılıyor olduğunu belirtmek isterim..


1-Marduk diye bir adamın posterini veren dergi
2-Tesbih
3-Jaco Pastarious tişörtü
4-Batman kostümü
5-Pozitif düşünce kaseti
6-Gözlük ve bone (Deniz ürünleri)
7-Amerikan bayrağı baskılı boxer
8-Tarak
9-Maske
10-Drum tütün
11-Azeri grup Yu-Hu'nun albümü
12-Yo-Yo
13-Mp3 formatında müzik
14-Futbolcu dizliği
15-Erkeklerin saçlarına taktıkları bone
16-Ucuz, kırık DVD
17-İlahi Mp3 leri
18-Suziki 2 CD'si
19-Çocuklar için örümcek adam kıyafeti
20-Eski İtalya tişörtleri
21-Mikrofon ayaklığı
22-Mp4 fomatında film
23-Orjinal Mp3 CD'si
24-?
25-Dini kaset
26-DVD CD'si
27-İçinde Jim Capaldi bulunan Genesis albümü



Monday, October 20, 2014

Efsane Oyunlar - 1 / Unreal (Epic Games-1998)


First Person Shooter türünün atası olarak kabul edilen Doom’un ardından 90’lı yılların sonuna doğru bu tarzda çıkan pek çok oyunun içinde Unreal en heyecan verici olanlardan biriydi.Epic Games tarafından yapılan ve 1998 yılında piyasaya sürülen bu kült FPS’nin ilerleyen yıllarda aynı firma tarafından birçok devam versiyonu yapılmış ve Unreal serisi ortaya çıkmıştır.Oyunun programcısı Tim Sweeney’in geliştirdiği yazılım ve fizik motoru, içinde yaşadığımız dönemde Unreal Engine adıyla tescillenmiş durumdadır.

Hikaye, Vortex Rikers adında insan ırkından mahkumları taşıyan bir uzay gemisinin saldırıya uğrayarak Nali isminde dört kollu insansı robotlardan oluşan bir kabilenin ana vatanı olan Na Pali gezegenine düşmesiyle başlar.Yere çakılan gemiden tek kurtulan Prisoner 849 kod adlı, geçmişi hakkında hiçbir bilgi sahibi olmadığımız bir mahkumdur ve oyun boyunca bu gizemli karakteri yönetiriz.Na Pali gezegeni, Skaarj adında teknolojik açıdan gelişmiş, vahşi ve acımasız insansı robot ırkı tarafından zaptedilmiştir.Gezegenin bu çirkin canavarlar tarafından istila edilmesinin en önemli sebebi yüksek miktarda enerji üretebilen Tarydium madenine sahip olmasıdır.

Oyunun başında Skaarj ırkı tarafından inşa edilmiş olan karanlık Tarydium madenlerinde ve enerji üretim tesislerinde ilerlerken gezegenin asıl sahibi olan Nali kabilesinin köleleştirilmiş üyeleri ile karşılaşırız.Madenlerden kurtulup Nali köylerine ulaştığımızda bu dost canlısı yaratıkların çektiği sefalete daha yakından şahit oluruz.

Oyun boyunca gezegende hayatlarını kaybetmiş olan insanların kalıntıları ile karşılaşırız.Üzerlerinden çıkan günlüklerden bu insanların genellikle umutsuz bir şekilde Skaarj’lardan kaçmaya çalıştıklarını ancak bunu başaramadıklarını görürüz.Zaten Na Pali gezegeninde yönettiğimiz karakter dışında yaşayan bir insan görmek mümkün olmayacaktır..

Sayısız canavarla savaştıktan sonra yere çakılmış bir başka uzay gemisi ile karşılaştığımızda heyecanlanırız ancak çevresinde hiçbir yaşam belirtisi görülmez.Skaarj’lar tarafından istila edilmiş Nali tapınaklarını geride bıraktıktan sonra hala hayatta kalmayı başarabilirsek Nali Kalesi'ne varırız.Bu kalenin içine Skaarj'ların ana gemisine ışınlanmamızı sağlayan bir teleport bulunmaktadır.Labirente benzeyen ana geminin içinde bulunan güç reaktörünü patlatmayı başarabilirsek karanlık koridorların içinden geçerek oyunun son bossu olan Skaarj'ların Kraliçesi ile kapışmaya hak kazanırız.Bu ucube yaratığı öldürdüğümüzde gemi parçalanmaya başlar ve Prisoner 849 bir kaçış poduna atlayarak gemiden uzaklaşmayı başarır.Ancak oyunun geneline hakim olan karamsar ve umutsuz hava oyun bittiğinde de devam eder çünkü karakterimizin içinde bulunduğu kaçış podu uzayın derinliklerinde sürüklenmektedir ve birileri tarafından bulunma ihtimali pek yüksek görünmemektedir..

Bilim kurgu filmlerini aratmayan atmosferi, tasarım harikası karakterleri, zamanının ötesinde olan 3 boyutlu grafikleri ve tedirgin edici müzikleri ile adı üstünde gerçekdışı güzellikte bir oyundur Unreal..Koskoca bir gezegende bir yandan hayatta kalmaya çalışırken bir yandan da kendi ırkınızdan birilerine rastlamayı umut edersiniz ancak ilerledikçe umutlarınız azalır.İçinde sadece düşmanlarınızın değil, size yardım etmeye çalışan zavallı Nali'lerin ve sağda solda dolanan ürkütücü hayvanların da bulunduğu bir dünyada bilinmeyene doğru ilerlerken saatlerin nasıl geçtiğini anlamazsınız..Bir FPS oyununda düşmanlarınızla beraber dostlarınızın da aynı harita içinde yer alması, yanılmıyorsam ilk defa bu oyunda denenmiştir..Yakın dönemde piyasaya sürülen FPS oyunlarının tekdüze senaryolarını (Önüne geleni öldür ve ilerle) göz önüne getirdikçe Unreal'ın sıradışı hikayesini yazan Epic Games çalışanlarını ne kadar takdir etsek az..

Son olarak merak edenler ya da hatırlamak isteyenler için olağanüstü müziği eşliğinde oyun sonu videosunu paylaşıyorum..


"From where many have died, you have escaped.You laugh to yourself: So much has happened, but little has changed.."





Saturday, October 11, 2014

A Thousand Pieces Of Me

Facebook'da üye olduğum Çılgın Koleksiyoncular Grubu'ndaki ilk paylaşımımla feci ego tatmini yapmış bulunmaktayım..Normalde bu tür şeyleri insanların önüne sunmayı sevmem ama YÜKSEK SADAKAT diskografisini ve birbirinden vasat yerli metal gruplarının albümlerini paylaşan birtakım adamları görünce gaza geldim sanırım..

Sunday, October 05, 2014

Groupie Problemleri



Türk rock-metal müzik tarihinin gelmiş geçmiş en talihsiz açıklamasıdır herhalde..

Wednesday, October 01, 2014

Yaşanmışlıklar - 13 / Evlat (Denizden Her Çıkan Yenmez)

Ondan bu blogda bahsetmemek olmaz..Hayatının bir gününde bile ayık gezmeyen, Bon Jovi ve Iron Maiden dışında black metalden başka hiçbirşey dinlemeyen, en büyük zevki soğuk kış gecelerinde arabasını deniz kenarına çekip demlenmek olan bir adamdı Evlat..Evlat, ICQ ve MIRC'deki takma adıydı. Eski Türk filmlerinde kullanılan "Adın ne senin evlat?" gibi replikleri sevdiği için bu nicki kullandığını söylerdi..

2003-2007 yılları arasında zaman zaman görüştüğümüz bu adamla ilgili hatırladığım şeylerin hemen hepsi alkolizm odaklı. 9-10 kutu Efes üzerine 5 Extra içtikten sonra en yakın arkadaşlarından birini evine çağırdığı ancak kapıda arkadaşını tanımadığı ve "Sen kimsin?" diye sorduğu anlatılırdı. Zaman zaman Caddebostan sahilinde toplanıp çimenlerin üzerinde orta-gol oynadığımızda ya da çift kale maç yaparken elinde mutlaka bira olurdu. Bir gün gelip "Birayı bırakıyorum..Babamla anlaştım, bira içmemem şartıyla bana hergün 1 büyük viski alacak" demişti. O günden sonra Caddebostan sahilinde -başbaşa oturan sevgililerin dibinde- orta-gol oynarken deniz tarafından yaptığım ortaları elinde bir büyük JB şişesiyle gole çevirmeye çalışan Evlat'ın kafasına doğru göndermeye başlamıştım..Dışarıdan bakıldığında komik görünüyordu..

Hayatımda şahit olduğum en absürd olaylardan birinin arkasında da bu adam var. 2005 yazında ailem tatile gittiğinde geçici olarak bizde kalmaya başlayan Alper Balkış kişisi ile mega bir ev partisi organize etmeye ve partiye alakasız birçok insanı çağırmaya karar vermiştik. Davetliler arasında kimler yoktu ki..Daha önce Yaşanmışlıklar serisinde kendisinden bahsetmiş olduğum efsane adam Credo, Küçükyalı Death Metal tayfasından yaklaşık 2 metre boyunda ve bakışlarından herkesin korktuğu gizemli bir eleman, metal camiasıyla hiçbir alakası olmayan hafif tikimsi ergen bir kız, o dönemlerde Avşa Adası'nda bir pansiyon işleten uzun saçlı adam hastası bir hatun, Balkış'ın platonik aşkı olan ancak ancak ilerleyen zamanlarda çocuğun en yakın arkadaşı ile birlikte olarak adamın kalbine bir ok saplayan Japon asıllı kız ve daha birçok değişik karakter...

Keyifli başlayan gece, ilerleyen saatlerde Evlat'ın rakı şişesinin dibini görmesiyle tatsızlaşacaktı..Arka odada birtakım insanlarla muhabbet ederken, kendisini son gördüğümde odamdaki yatağın üzerinde Evlat'ın yanında oturmakta olan pansiyoncu kız bir anda yanıma gelip şöyle demişti:

- Serhat sana birşey söylemem lazım..Arkadaşlarından biri beni rahatsız ediyor..

- (BEN) Hangisi?

- Evlat..

- (BEN) Hadi ya naaptı gene?

- AYAKLARIMI MINCIKLADI

- (BEN) Hö?Nasıl yani?

- Yatağın üzerinde oturuyorduk.Birden hiçbirşey söylemeden ayaklarını ayaklarıma sürtmeye başladı. Biraz kenera çekildim ama sürtmeye devam etti. Ben de kalktım yanından


Odaya gittiğimde Evlat'ı elinde rakı kadehiyle boş gözlerle etrafına bakarken bulmuştum. "İyi misin?" dedim..."Phhş..kıza bak ya" gibi birşeyler mırıldandı sonra oturduğu yerde sızdı. Ertesi sabah 12 gibi kalkıp lahmacun siparişi verdi. Kalan rakısını da lahmacunla beraber içti..

*****

Evlat'ı tanımak için sanırım yukarıdaki paragraflar yeterli ancak beni hayretler içerisinde bırakmış olan bir başka hikayesini aşağıda anlatmaya çalışacağım...

14 Mayıs 2004 günü Fenerbahçe, şampiyonluğunu zaten ilan etmişken sezonun son maçında Kadıköy'de Malatyaspor ile oynayacaktı. Cadde; şampiyonluk kutlamaları nedeniyle gelin gibi süslenmiş, ellerinde sarı-lacivertli bayraklarıyla yüzlerce insan Kadıköy sokaklarında dolanmaktaydı.. O gün bulutlu ve sıkıntılı bir hava vardı. Yağmur yağma ihtimalinin kuvvetli olmasına rağmen ben, Evlat ve birkaç arkadaş Caddebostan sahilinde buluşup futbol oynamaya karar verdik. Belki şampiyonluk kutlamaları nedeniyle sahil tenha olurdu ve rahat rahat topumuzu oynayabilirdik.. Öğle saatlerinde sahilde tahmin ettiğim gibi fazla insan yoktu. Uzaktan şut turnuvası yaptık, orta-gol oynadık. Evlat; elinde viski şişesiyle koşturuyor, gelen ortalara etkili kafa vuruşları yapıyordu.. Biraz dinlenmek için çimlere uzanmıştık ki bizim kalecinin arkadaşları oldukları söylenen 5-6 kişi ellerinde biralarla yanımıza geldiler. Heriflerin kılık kıyafetleri bir tuhaftı. Bir tanesinin üzerinde siyah atlet gibi birşey vardı ve göğsünden kıllar fışkırıyordu. İçlerinde pembe pantolon giyen birisini hatırlıyorum. Havalı tiplerdi, hemen hepsi küpeliydi ve acayip saç-sakal kesimleri vardı.. Bir süre çimlerde oturduktan sonra futbol topunu alıp tekrar oynamaya başladık. Elemanlardan biri yanımıza gelip "Hadi maç yapalım" dedi. Evlat bu fikri beğenmemişti."Boşver böyle iyi" diye cevap verdi. Orta-gol'e devam ettik. 10 dakika sonra aynı eleman tekrar maç teklifinde bulundu. Evlat yine reddetti.. Aradan biraz zaman geçti.Aynı eleman gelip "Abi hadi maç yapalım, kalabalığız ya zevkli olur" deyince Evlat sinirlenerek adama"Abi sen kimsin ya ben seni tanımıyorum" diye cevap verdi..

Eleman da sinirli bir şekilde: "Laflarına dikkat et" diye karşılık verdi..

Evlat ısrarla "Ben seni tanımıyorum" diyip duruyordu..Elemanın arkadaşları toplandı. Bizim çocuklar da Evlat'ın yanına geldi. Münakaşa, kısa sürede küfürleşmeye dönüştü. Hayatımda göreceğim en saçma kavganın başlamak üzere olduğunu hissettim...

Çok geçmeden Evlat tartıştığı adama bir yumruk salladı. Bunun üzerine elemanlar Evlat'a saldırdı. Bizim kaleci ve diğer arkadaşlar da karşılık verdi. Kenara çekilip hiç yokten yere kavga etmeye başlayan bu acayip insanları izlemeye başladım. Bağırış çağırış derken doğal olarak sahilde oturan insanların ilgi odağı olmuştuk..

Kavganın başlamasının ardından bir dakika kadar geçmişti..2 grup da birbirine yumruklar, tekmeler sallıyordu. Olayı uzaktan izlemeye devam ederken birden Caddebostan Sahili'nin deniz tarafından gelen bir bağırış duydum. Kafamı o tarafa doğru çevirdiğimde gördüklerim şu an bile gözlerimin önünde...

Önce ses şiddetlendi...Birtakım küfürler duydum...Sonra üstü çıplak ve üzerinden sular damlayan bir adamın kavganın olduğu yere doğru koştuğunu gördüm..."Z....erim uleaan" diye bağırdı ve önüne gelene vurmaya başladı...

Gözlerime inanamıyordum..Denizden gelip kavgaya karışan adamın amacının ne olduğunu anlamak mümkün değildi..Görünüşe göre kavga edenlerin hiçbirini tanımıyordu..

4-5 dakika kadar süren kavga benim ve ortamdaki birkaç sağduyulu insanın çabalarıyla sona erdi. İki grup da birbirleriyle bir süre daha küfürleştikten sonra Evlat'ın kavga ettiği tipler oradan uzaklaştı. Denizden gelen adam "O bıçağı kim çekti lan!" diye bağırarak kanayan kolunu gösterdi ve bir süre daha küfür ettikten sonra ortadan kayboldu. Nerden gelmişti, kavgaya neden karışmıştı, Caddebostan Plajı'nın henüz açılmadığı o yıllarda koli basili ve mantar dolu denizin içinde ne yapıyordu hala bilmiyorum...

Sahilde ben, kaleci ve Evlat kalmıştık. Birer bira açıp olayı tartışmaya başladık. Evlat hala "Ben tanımıyorum bu adamları, sen nerden tanıyosun, neden çağırıyorsun?" diyip kaleciye yükleniyordu. Meğerse kaleci de içlerinden sadece birini tanıyormuş ve o da çok samimi olduğu bir adam değilmiş..

Akşam olmak üzereydi. Rüzgar soğuk esmeye, yağmur hafiften çiselemeye başlamıştı. Evlere dağılmak üzere yürümeye koyulduk..

Caddebostan Migros'un otoparkında Evlat'ın kavga ettiği tipleri gördük. Bizi beklemişlerdi..

O an oradan kaçıp gidebilirdik ancak adamlar sakin görünüyorlardı. Bir tanesi "Tamam sorun yok" anlamında bir el işareti yaptı..

Evlat'ın en başta tartıştığı ve kavganın başlamasına neden olan adam yanımıza geldi."Özür dilemek istiyorum" diyerek elini Evlat'a doğru uzattı. Kimsenin beklemediği bir hareketti bu..

Evlat da şaşırmıştı. Elini uzatıp uzatmamakta tereddüt etti. Sonra yavaşça uzatıp adamın elini sıktı. Ardından yine kimsenin beklemediği bir şekilde eleman şimşek hızıyla Evlat'ın suratının ortasına bir kafa attı. Şaşkın bir şekilde kalakalan Evlat'ın kaşı açıldı ve yüzünden kan akmaya başladı..

Kafayı atan adam "Sen bunu hakettin" dedi ve elemanlar otoparktan ayrıldılar..

"Ben kaçıyorum abi yeter bu kadar kavga dövüş" diyerek caddeden Kadıköy tarafına doğru yürümeye başladım. İçim sıkılmıştı..

Bağdat Caddesi, Fenerbahçe'nin şampiyonluk kutlamaları nedeniyle trafiğe kapatılmıştı. Yol üzerindeki bir tekelden Efes Dark alıp Fenerbahçelilerin arasından yürümeye devam ettim..

Tam Fenerbahçe Stadı'na varmıştım ki kavgaya karışan elemanlardan birisi karşıma çıkmasın mı...Gerçi benim olaylarla bir alakam yoktu ama temkinli olmak lazımdı..

"Nerden tanışıyosun bu herifle, ne yaptığını bilmiyor ayyaş" dedi bana..

"Ben de yeni tanışmıştım zaten pek gözüm tutmamıştı" diye cevap verdim..

Birbirimize "İyi akşamlar" diyerek bir daha hiç görüşmemek üzere ayrıldık..

Gerçekten de enteresan olayların yaşandığı süper saçma bir gündü...

Sunday, September 28, 2014

Decoryah - Once

Yahu Decoryah demişken, neden bu bloga adını veren grupla ilgili şu güne kadar hiçbirşey paylaşmamışım acaba?

Grup Kurmuşum Haberim Yok

Birkaç sene önce kendisine Fall-Dark Waters albümünü dinletince "Aabi ne güzel müzik bu ya nerden buluyosun bu grupları" diyerek sıkı bir Decoryah fanı olan dostum Serkan ile (Nam-ı diğer Muhittin) grubun Facebook'ta yer almadığını görünce Decoryah adına bir sayfa açalım demiştik..Çoktan dağılıp gitmiş olan grupla ilgili materyal bulmak zor olduğundan arada albüm kapaklarından scan edilmiş resimleri, şarkıların Youtube videolarını falan paylaşıyorduk..Zamanla grubun takipçi sayısı artmaya başladı.."Yeni albüm çıkacak mı?" falan diye soranlar oldu, geyik muhabbetleri yapıldı..Ancak hiçbiri geçenlerde Mariusz Polanski adında Polonyalı bir fanın attığı şu mesaj kadar eğlendirmedi beni:



Adamı kırmamak için röpörtajın taranmış halini istedim, hemen gönderdi sağolsun..

Sunday, September 14, 2014

23 Sene Önce Bugün / Bizi Sevenleri Üzmeyelim Baba

80'li yılların sonlarına doğru 5-6 yaşlarındayken Cevad Prekazi ve Tanju Çolak'ın Avrupa Kupalarında attığı goller, sarı-kırmızı parçalı formanın güzelliği ve biraz da aile baskısı sayesinde Galatasaray'lı olmuştum.Kısa sürede futbola o kadar bağlanmıştım ki aileyi ayrı tutarsak Galatasaray sevgisinden daha kuvvetli bir sevgi olamayacağına inanıyordum..O dönemde televizyondan şifresiz olarak yayınlanan maçları kaçırmazdım.Maç radyodan anlatılıyorsa da ne yapar eder bir radyo bulup başına otururdum..Rakip takımlar kalemize geldiklerinde kalbim korkudan küt küt atar, bizim takım gol attığında ise genellikle sessizce sevinirdim (Bazen çeşitli şımarıklıklar yapmıyor değildim tabi)

90'lı yılların başı benim Galatasaray'a çılgın bir tutkuyla bağlanmış olduğum zamana denk gelir..Hafta sonu Galatasaray kazanmışsa Pazartesi sabahları sınıfa gururla girer, kaybetmişse Pazar geceleri sınıf arkadaşlarımın ertesi gün söyleyecekleri alaycı sözleri düşünüp uyuyamazdım.(Hala pazar günlerini sevmiyor olmamın bir nedeni de bu sanırım)

Galatasaray, Beşiktaş'ın buz adam Gordon Milne önderliğinde ligi domine ettiği 90'lı yıllara pek iyi başlayamamıştı.89-90 sezonunu şampiyon Beşiktaş'ın 12 puan gerisinde 4.bitirmiştik.90-91'de Beşiktaş'la girdiğimiz şampiyonluk yarışını 5 puan geride 2.olarak tamamlamıştık..Galatasarayiçin sıkıntılı yıllardı..

91-92 sezonuna bir önceki sezonun devre arasında transfer edilen rüzgarın oğlu Kosecki, Romanya'dan gelen enerjisi bitmek tükenmek bilmeyen orta saha Rotariu ve ilerleyen yıllarda birer Galatasaray efsanesi olacak genç yetenekler Tugay Kerimoğlu ve Bülent Korkmaz'lı kadromuzla iddialı girmiştik.İlk hafta Sarıyer'i Erdal ve Arif'in (Evet, bildiğimiz kendini sürekli yere atan Arif) kafa golleriyle 2-0 geçmiş, 2.haftada Kosecki'nin çaprazdan uzak mesafeden attığı şahane golle Ankaragücü'nü 1-0 yenmiştik..

14 Eylül 1991 Cumartesi günü ligde 3.hafta maçında Ankara'da Gençlerbirliği ile oynayacaktık.Maç, misafirlerimizle birlikte üst katımızda oturan rahmetli halamların evinde izlenecekti.Öğlen 12 gibi halamlara çıktım..(Maçlar o yıllarda genellikle 14:00-15:00 gibi saatlerde başlıyordu)Tek kanallı televizyon açıldı ve TRT-1 haber bülteninde ilk haber olarak eski Galatasaraylı futbolcu Metin Oktay'ın gerçirdiği trafik kazası nedeniyle hayatını kaybettiği haberini yayınladı..

Metin Oktay'ın adını duymuştum ama futbolu yaklaşık 20 sene önce bırakmış olduğu için hiç izleme fırsatı bulamamıştım.O yıllarda teknoloji de o kadar ilerlemiş değildi, internetin henüz icat edilmediği dönemde tek kanallı TV'den eski maçlarla ilgili görüntülere ulaşmak neredeyse imkansızdı.

Başvurabileceğim tek bilgi edinme kaynağı büyüklerimin hafızalarıydı..Odada bulunan babama ve dayıma dönerek "Metin Oktay nasıl bir oyuncuydu?" diye sordum..

"Her açıdan gol atabilen müthiş bir golcüydü..Kafa toplarına zımba gibi vururdu..Defalarca kere gol kralı olmasının yanı sıra gelmiş geçmiş en beyefendi ve mütevazi futbolcuydu..Kendisine ne kadar faul yapılsa, tekme atılsa da hiç sesini çıkarmaz; rakiplerine ve onların seyircilerine her zaman saygı gösterirdi." şeklinde bir yanıt aldım...

Bir süre sonra maç başladı ama benim kafamda Metin Oktay vardı.Futbol oynadığım zaman kendime örnek alacak kişiyi bulmuştum..Kim olursa olsun her zaman beraber oynadığım kişilere saygı gösterecek, futbol yüzünden asla kimseyle tartışmayacak ve kavga etmeyecektim..

Galatasaray, o maça Metin Oktay'ın vefatı nedeniyle siyah formayla çıkmıştı..Futbolcuların da akılları Taçsız Kral'da mı idi bilinmez, pek iyi oynayamamıştık..Maç, 0-0 berabere bitmişti..

O günden itibaren oynadığım her mahalle maçında, alman kalede, gazozuna ya da parasına yapılan turnuvalarda ve halı saha maçında aklımda Metin ve onun kişiliği vardı..Kimseyle dalaşmamayı, dalga geçmemeyi, küfürleşmemeyi; sadece oyunumu oynayıp sahadan (Ya da okul bahçesi gibi saha olarak nitelendirilebilecek diğer yerlerden) kimseyi incitmemiş olarak ayrılmayı kendime vazife edindim..

Bugün Metin Oktay'ın vefatının ardından tam 23 sene geçmiş (Bu arada bugün de Eskişehir ile 0-0 berabere kaldık) ve günümüzün parayı görünce sapıtan, karaktersiz, saygısız futbolcularına bakınca "Bir daha onun gibi bir futbolcu daha gelir mi?" sorusuna olumlu bir yanıt vermek imkansız hale geliyor.

Huzur içinde yat, ağları yırtan efsane golünü anlatırken bile ezeli rakibimiz Fenerbahçe'nin büyüklüğüne vurgu yapan, kendisini transfer etmek isteyenlere önüne bir tomar para konmuş olmasına rağmen "Bizi sevenleri üzmeyelim baba" cevabını vererek paranın herşey olmadığını gösteren Galatasaray aşığı güzel insan...


Wednesday, September 03, 2014

İz Bırakan Sahneler - 2 / Carlito's Way: You Think You're Big Time?



"I'm reloaded! Okay? Come on in here, you motherfuckers! Come on, I'm waitin' for ya! What, you ain't comin' in? Okay, I'm comin' out! Oh, you up against me now, motherfuckers! I'm gonna blow your fuckin' brains out! You think you're big time? You gonna fuckin' die big time! You ready? HERE COMES THE PAIN!"

Tuesday, September 02, 2014

Pre-Sosyal Medya Döneminden Kalma Bir Yazı



Her ne kadar içinde yaşadağımız dönemde kaygılarını, heyacanlarını, etkile(n)diklerini, saplantılarını eline bir kalem alarak kağıtlara dökerek rahatlamaya çalışan pek insan kalmamış olsa da da bir zamanlar Facebook, Twitter ve Blogger'ın piyasada olmadığı gerçeğini unutmamak lazım. Peki insanlığın "sosyal medya" kavramıyla henüz tanışmamış olduğu o yıllarda ben ne yapıyordum? En sevdiğim işlerden birisi kırtasiyeden çeşitli defterler alıp sayfalarını bazen sadece kendimin okuyup anlayabileceği ve iç dünyamı yansıtan yazılarla, bazen de dış dünyaya haykırmak istediğim öfkeli satırlarla doldurmaktı. 90'lı yılların sonuna doğru söz konusu defterleri o dönemde samimi olduğum ve kendilerine tamamiyle güvenebileceğim bazı arkadaşlarıma vermeye başlamış; bu vatandaşların da yorumlarını, eğlenceli ya da rahatsız edici buldukları konuları veya bana karşı besledikleri sevgi dolu(!) hisleri aynı defterlerde paylaşmaları neticesinde söz konusu defterler aracılığıyla arkadaşlarımla küçük bir sosyal bağ oluşturmuştuk. (Nereden bilecektik ki kısa bir süre sonra herşeyin klavye başında LIKE, COMMENT, SHARE ya da RETWEET sekmelerine tıklayacak kadar basit olabileceğini?)

1998-2002 arası eskittiğim sayısız defter çeşitli nedenlerle fiziksel olarak artık mevcut olmasa bile zamanında üzerimde etki bırakmış yazılardan bir derleme yaparak bunları Word'a aktarmayı becermiştim. Geçenlerde bilgisayarımın içinde "Geçmiş-Warehouse-Bana Neler Yazılmış?" klasörünün içinde yer alan aşağıdaki yazıyı okuduğumda aradan 14 yıl kadar geçmiş olmasına rağmen ilk kez okuduğumda güldüğüm gibi yine güldüm. Bana bu eğlenceli satırları armağan eden arkadaşım Cem Doğan, umarım sana bu nostaljik postu okumak kısmet olur ve bu acımasız dünyanın ve sahteliklerle dolu sanal alemin içinde sürüklenip gitmeden mutlu yaşamayı başardığımız o son yılları hep yüzünde gülümsemeyle hatırlarsın..


"10 Ekim 2000

Selam Serhat,Hi,

Sevgili Serhat, öncelikle bana kalbin kadar temiz bu sayfayı ayırdığın için...HADİ LEEN! Leş gibi kokuyo bu be!! Ucuz diye ikinci el bi defter mi alınır be. Neyse fazla hard girmiyim daha en başından. Bi saniye bekleyin de parfüm sıkayım.PISS!PISS!Tamam sıktım.

Kusura bakma çok çirkin yazım var ama zaten sen biliyosun benim yazımı. Gerçi dersanede ve başka yerlerde beni pek yazarken görmedin ya neyse:) Harbiden yazdığın Dörtler günleri harbiden çok kraldı. Hele yazındaki Güneş'le Karadeniz Üni. muhabbeti çok komik. Aslında daha önceki yazıları okurken bi şey farkettim. Sen konuştuğundan daha güzel yazıyosun. Yani hitabet kabiliyetin pek yok,ama yazıda daha sakin kafayla karekterinin tüm özelliklerini katmışsın helal olsun sana.

Bugün Kauntır Sitrike'de nasıl ezildik ama(25-1). Rezil bi sonuç. Ben aslında bu ilk klan maçı öncesi o kadar ümitli ve umutlu ve necdetli ve ayhanlıydım ki anlatamam. Klan diil sanki dünya karması Fenerbahçe gibi abuk subuk keyifsiz bi savaş oldu. Ama gün geçtikçe takım olmayı öğrenicez. Hani Mustafa Denizli diyo ya "Kariyerimi ezdirmem" diye aynen ööle. Neyse bu arada ben senden ayrıldıktan sonra Görsel'e gidip bi maç daha teklif ettim. Yenilen pehlivan güreşe doymazmış hesabııı. Üstelik ben geceleyin heyecandan uyuyamamıştım. İlk klan maçı diye. Öff ne salak mışım.

OOps. Telefon çalıyo. Kim lan bu. Bekle.
-A sen mişsin. Fuck you .Kime ayı diyon lan sen:P Negro(Nigre)Shit.

Neyse ben senle Begüm'ün aşk yazılarını okuyunca içimdeki ukte dahada büyüdü. Niye kimse benle çıkmıyo ya. Ya ben ne yaptım allahım sanada bana böyle itici bir tip verdin. Var ya Serhat sen tipime bakmadan doğru dürüst karar veren ender insanlardan birisin. Zaten öyle olmasaydın belki de şu son bi sene her dakikası birliktelikle ve kesinlikle kavgasız geçen bu kadar şeyi paylaşamazdık. Ya gene aklıma takıldı. Niye ben kız arkadaş bulamıyorum ya. Şöyle kumral saçlı (Sarışınlar soğuk oluyo) 1.65-1.70 arası, tipi orta halli olan, doğru dürüst karakteri olan bi kız bulamıyorum. İntihar mı etsem acaba. Mok Mok etmiyim. Hayatı seviyorum,dostluk ve dostlar var. Evet Evet I must survive until the death comes. Pek karamsar oldu ya neyse.

Sen şeyi hatırlıyo musun. Geometrici Atabeyle benim aramdaki diyoloğu:

Ben:Hocam bi saniye kenara çekilir misiniz? Tahtayı göremiyorum.
Hoca:Çekiliyim de oğlum. Sen oraya çekil diyosun, bu buraya çekil yazamıyorum diyo. Peki ben nereye gidiyim o zaman.
Ben:Mümkünse dışarı hocam.

Tabii kahkalar falan filan.

Sonra duvar yazısı muhabbetlerini hatırlıyon mu? Allahım ne komikti yaa.

Sonra aklıma Suphi, pardon Necmi, aaah Necati, hastir Kadri, aman Ferdi abi geldi. Kız tavlayabilmek için 1 milyar parayı çöpe atan ve asterix okuyan tek insan .1.80'lik kızların arasında, afedersin dıııt kadar boyuyla karizma yapmaya çalışan laf salatası. Örümcek kafalı herif ya. Böyleleri gelecekten ne umarlar anlaşılmaz yahu.

Şimdi de aklıma Ahmet denen göt geldi. Ulan ben o herifin aşağılamalarına maruz kalcak adam mıydım lan ben. Daatırım ulan orayı. Üç kuruş Ahmet. 3-5 puan fazla aldı diye tacizcilik yapıyo osmanlı delikanlısı tripli külhanbeyi bozuntusu. Ulan o benim kıçımın kılı olamaz ulan.

Neyse aklıma bişey gelmiyo. Yazabilirsem aşağı bi de entel kuntel bi şiir yazmaya çalışıyım. Saol beni de yazanlar listene kattığın için. Thank You. Merci beaucoup. Danke Schön(??) Asla "teşekkür" demem çünkü teşekkür kelimesi arapça. Araplardan ve o bilindik ırktan nefret ediyorum.

[Ice]leon-s.g Cem

Harcanmış bakma bu günlere
Yaşlanınca bir bağın bulunsun dünlere
Hayatta üzülme verdiğin ödünlere
Elbet anlayan olur,gidersin düğünlere(Kim acep???)


11 Ekim 2000

Ya Serhat kusura bakma bi sayfanın daha içine edicem ama. Napiim yani ama. Saat 01.39 a.m ve ben hala uyuyamadım. Yenilgimiz hep aklımda. Number one fm dinledim ve kendi yabancı pop listemi yapmaya karar verdim. Hani sen yapmışsın ya. Bende kendimden bişeyler katıyım dedim. Tabii izin verirsen:) Vermicem bu defteri sana geri. Ha ha şaka yaptım. Hemen nasıl kızdın ama.


CEM DOĞAN'S HİT MUSIC LİST

1-Bon Jovi-It's my life
2-Sonique-Sky
3-Motjo-Lady
4-Melanie C-I turn to you
5-Choyonne-Boom boom
6-Benjamin Diamonds-Do you remember
7-Mark Anthony-When I dream at night
8-Groovejet Spiller-Why don't you feel so good
9-Anastasia-I'm in love
10-(???)-Spanish Guitar

Kusura bakma silgi bulamadım, silcem derken bu güzelim defterin içine ettim(Sorry)"





Saturday, August 30, 2014

İyibey Olayları

http://www.ebay.com/usr/tskuhravy - Bu benim arada çeşitli şeyler satmak için kullandığım Ebay'deki profilimin linki oluyor..Kedi kumu ve lazımlık satıyorum dersem inanmayın; genellikle artık raflarda görmek istemediğim CD'leri, bitirdikten sonra tekrar oynama isteği duymadığım Playstation oyunlarını ve gardropta durmalarından sıkıldığım tişörtlerimi listeliyorum..Yolunuz düşerse beklerim..Bu arada blogumu tarihte ilk defa ticari bir iş için kullandım, aferin bana...

Saturday, August 09, 2014

Enerji Sever



İnsan ofis ortamında bazen hoş sürprizlerle karşılaşabiliyor.Sevgili Çetin Çeçen abimiz -yaşı biraz ilerlemiş olmasından mı bilinmez- A harfini E diye görünce ortaya üstteki manzara çıkmış..

Tuesday, August 05, 2014

Lullaby In Winter



"When tomorrow comes
All your worrries fly
Hear the lullaby

All will be soft and warm
You will be safe and strong
Hear the lullaby

I know you`re sad because it`s winter
But I can promise you a spring.."




Saturday, July 26, 2014

İKİBİN Lira Ederi Olan Plak

Hayatımda yediğim en saçma laflardan birini 2000 yılında ergen rockçı edalarıyla etrafta dolaşırken mahallemin bıçkın delikanlılarından birinden yemiştim..Liseden mezun olmamın ardından kanı rock müzikle kaynayan(!) hemen her genç insanın yaptığı gibi saçımı uzatmaya başlamış, ancak ne kısa ne de uzun sayılabilecek bir bir saça sahip vaziyette Kadıköy'ün birtakım muhafazakar vatandaşlarının ikamet ettiği sokağımızda yürürken an itibariyle yol kenarında arkadaşlarıyla bol küfürlü bir muhabbetin içinde bulunan ve bir baltaya sap olması mümkün olmayan genç yanıma yaklaşmıştı..

Delikanlı beni bir süre süzdükten sonra "VAAY BEATLES ÖZENTİSİ NAAABER?" demişti..

Cevap vermeden oradan sıvışmayı tercih etmiştim..


Yıllar sonra Atlantis Müzik'te şu aşağıda resimleri yer alan plağı gördüğümde aklıma nedense bu saçma hikaye geldi..

Vokal olarak David Bowie, şarkı isimleri bazında İbrahim Tatlıses ve imaj itibariyle tabi ki Beatles'i andıran ve kariyeri boyunca sadece bir albüm çıkarmış olan Silüetler'in toplamda 500 adet basıldığı söylenen plağının üzerinde 2000 TL etiketi vardı ve plağın şu andaki piyasa değeri 1000 ila 4000 lira arasında değişiyordu..

Trend bağımlısı, gösteriş budalası, maymun iştahlı bir tüketim toplumuyuz..Bundan 7-8 sene önce yüzlerine bile bakılmayan long pileylere bir anda patlayan retro fetişizmi sayesinde anlamsız bir tutkuyla bağlanabilen ve müziğin kendisi yerine koleksiyonun büyüklüğüne değer veren ve sırf zor bulunuyor diye yıllar önce unutulmuş bir albüme fahiş bedeller ödeyebilecek insanlarla aynı memlekette yaşıyoruz..

Bu arada Issız Adam filmi tahminimce plakların şu anda depresif ergenler tarafından bile bu derece sevilip sayılmasının en önemli sebebidir..Anılaar beni rahaat bıraakııın...







Saturday, July 19, 2014

What A Way To Go

Bir insanın karşılaşabileceği en akıl almaz ve korkunç ölümlerden birisi bu olsa gerek:


"What a way to go.On July 20, 1981, David Allen Kirwan, 24, of La Canada, Calif., and his friend Ronald Ratliff, 25, of Thousand Oaks, parked their truck at Yellowstone's Fountain Paint Pot parking lot early in the afternoon.While the two young men looked at the hot springs, Ratliff's dog, "Moosie," a large mastiff or great dane, escaped from the truck and jumped into the nearby Celestine Pool, a hot spring found to be 202 degrees Fahrenheit(93oC).The dog began yelping, so Kirwan and Ratliff rushed to the spring.A bystander, seeing that Kirwan was preparing to enter the water, shouted "Don't go in there."

"Like hell I won't," Kirwan yelled back before taking two steps into the pool, then diving headfirst into the water.He swam to the dog and tried to take it to shore but soon gave up and tried to climb out.

Ratliff, pulling Kirwan from the spring, suffered second degree burns on his own feet.Another visitor, Earl Welsh, took Kirwan's hand; the skin already was peeling from his body.He appeared to be blind, his eyes totally white.Another man ran up to remove Kirwan's shoes; the skin came off with them. "Don't do that," Welsh said, and Kirwan, exhausted, said, "It doesn't matter." With third degree burns over 100 percent of his body, it didn't. The next day he was dead"



Burası da talihsiz adamın atladığı sıcak su kaynağı:

Saturday, July 05, 2014

Kadıköy




"Bir akşam masası, iki kişiyiz, sen ve ben
Gidiyorsun hiçbir şey söylemeden, birden
Kadıköy’de bir yağmurlu bahçeden

Yıllar külleniyor, izi kalıyor aşkın
Yüreğim kurtulsa da yangından, alevden..
"


(Fotoğraf Yaşar Aksu'ya aittir)

Wednesday, June 25, 2014

The Kovenant - Via Negativa



03:20 anı itibariyle hayatımda duyduğum en muazzam gitar rifflerinden birini içeren bu fütüristik parçayı ve Norveçli dahi ama tembel çocukların (11 senedir ortalıkta görünmüyorlar) kanımca en başarılı işleri olan S.E.T.I. albümünü bütün ufku geniş müzikseverlere armağan ediyorum..Şarkının inanç sorgusu üzerine odaklanmış galaktik sözlerini paylaşayım da tam olsun:


"The arrogance of angels, the heresy of Christ
The stupidity of humanity, the skeletons of society
It's time to separate the saints from the sinners
Judgement day is coming - Evacuate then renovate

Proclaimed by a thousand prophets, believed by a million fools
But the day will come when everything falls apart
All it takes is a single act of animal desperation
And what if all the things we believed in were true

Decades of decadence and aeons of evil
Worldwide terror in the shape of a shining star
From the center of damnation to the outskirts of Hell
Redemption only comes with a pair of numbered wings

In our quest for miracles, we started a war of genitals
Disguised as the bearers of justice, we took your fears a made you a God

Why are you afraid of something you're not even sure exists?
I am the maze of God... I am the true face of fraud
Embrace the pain, and I will lead you to another heaven
For who are you to belive in another paradise than mine?

The Infant Prodigy - The Bearer of Light
Without me you would be nothing at all
The beginning and the end are the same, the circle never ends
And the more things change, the more they stay the same

Decades of decadence and aeons of evil
Worldwide terror in the shape of a shining star
From the center of damnation to the outskirts of Hell
Redemption only comes with a pair of numbered wings
"



Friday, June 13, 2014

AFC Ajax 1995-1996



Hazır 2014 Dünya Kupası başlamışken futbolla ilgili bir post (daha) paylaşmak istedim..Yukarıdaki resim 1995-1996 sezonu Ajax kadrosuna ait..Futbolseverlerin (Ve benim gibi 80'lerin başında doğanların) bu efsanevi 11'i unutması mümkün mü?Bir önceki sezonda finalde AC Milan'ı yenerek Şampiyonlar Ligi'ni kazanan Hollandalılar, o sezon Şampiyonlar Ligi Finali'nde Juventus'a penaltılarla kaybetmelerine karşın lig şampiyonluğunu en yakın rakibi PSV Eindhoven önünde 6 puan farkla kazanmışlardı..İnsanı mega nostaljiye ve unutulmaya yüz tutmuş hatıralara sürükleyen bu resim "Neden hep aynı takımlar şampiyon oluyor?" diye arada bir kendi kendine soran az sayıdaki sporsever için gelsin..

Sunday, June 01, 2014

Arthur Schopenhauer İle Yaşam Bilgeliğine Devam

"Yaşam bilgeliğinin önemli bir noktası, biri diğerine zarar vermesin diye dikkatimizi biraz bugüne biraz da geleceğe yöneltişimiz arasındaki orantının doğruluğuna dayanır.Çoğu kimse fazlasıyla bugünde yaşar, bunlar düşüncesizlerdir; bazıları da fazlasıyla gelecekte yaşarlar, bunlar da korkaklar ve endişelilerdir.Bir kimsenin doğru ölçüyü tutturduğu ender görülür.Planlarla ve kaygılarla, sadece ve sonsuza dek gelecekle meşgul olmak yerine ya da kendimizi geçmişe özleme adamak yerine, tek gerçeğin ve tek kesin olanın bugün olduğunu asla unutmamalıyız; buna karşılık gelecek hemen hemen her zaman onu tasarladığımızdan başka türlüdür; geçmiş de başka türlüydü; ve her ikisinin de bir bütün olarak, bizim zannettiğimizle çok az ilgisi vardır.Çünkü nesneleri gözde küçülten uzaklık, onları düşüncede büyütür.Biricik doğru ve gerçek olan şimdiki zamandır: Bu, gerçek olarak doldurulan zamandır ve varoluşumuz sadece bu zamanda yer alır.Bu yüzden bu zamanı daima neşeli bir karşılamaya değer görmeli ve bunun sonucunda katlanılır ve dolaysız aksiliklerden ya da acılardan bağımsız her saatinin tadını olduğu gibi çıkarmalı, yani onu geçmişteki yanlış umutlar hakkında surat asarak ya da gelecek için kaygılanarak berbat etmemeliyiz.Çünkü mevcut iyi bir saati kendinden uzaklaştırmak ya da geçmişe yönelik hoşnutsuzluk ya da gelecek olana yönelik kaygı yüzünden bu saati bile bile mahvetmek budalalıktır.

Gelecek kötülüklerden, ancak kesin olanlar ve ortaya çıkma zamanı belli olanlar bizi huzursuz kılabilirler.Bunların sayısı da çok azdır: Çünkü kötülükler ya sadece mümkündürler, en fazla olasıdırlar; ya da zaten kesindirler; ancak ortaya çıkma zamanları bütünüyle belirsizdir.Bu iki tür kötülüğü düşünmeye başlarsak, artık bir saniye bile huzur içinde olamayız.Demek ki, yaşamımızın huzurunu kesin olmayan ya da belirsiz kötülüklerle bozmamak için onları hiç gelmeyeceklermiş gibi görmeye alışmalıyız; kesin olanların da hemen gelmeyeceklerini düşünmeliyiz."



İlgili yazı


Tuesday, May 13, 2014

Saturday, May 03, 2014

Slaughter Of The Soul



Soruyu anlamak için İsveççe bilmeye gerek yok gibi...Bizim ülkemizdeki bilgi yarışmalarında da mesela Cenotaph ile alakalı soru çıkar mı acaba?

Wednesday, April 23, 2014

İz Bırakan Sahneler - 1 / Blade Runner: Roy Batty's Death



"I've seen things you people wouldn't believe.
Attack ships on fire off the shoulder of Orion.
I watched c-beams glitter in the dark near the Tannhäuser Gate.
All those moments will be lost in time, like tears in rain.
Time to die..."

Sunday, April 20, 2014

Seksenler



80'li yıllara karşı duyulan özlem ve sevgiyi yüzümde masum bir gülümsemeyle hatırlarım. Arkadaşlarla bir araya geldiğimizde bazen o yılların güzellikleri ve saflıkları muhabbet konusu olur. Bu kadar özlenen, son yıllarda hakkında televizyon dizileri bile çekilen bu zaman dilimi hakkında şu güne kadar okuduğum hiçbir yazı Oğuz Tektaş'ın kısa ve öz bir şekilde "Seksenler" adını verdiği kitabının son sayfalarında o yıllara ait genel bir değerlendirmede bulunduğu cümleleri kadar hoşuma gitmemişti. Yazardan alıntı yaparak burada paylaşıyorum:


"Her şeyden önce önemlisi şaşırabilme ihtimalinin olması güzeldi.

Kaybettiğimiz lezzetler bir yana kokuya hasret kalacağımız kimin aklına gelirdi. Domates de kokardı, çilek de. Ekmeklerimiz elle üretilir, tadına doyulmazdı. Hele fırından alınan o mis kokulu ekmeklerin ucundan koparıp yolda yemek ne kadar güzeldi.

Sokaklarda oynamak, düşmek, üstümüz başımız pislense de dizlerimiz dirseklerimiz kan içinde de kalsa, alnımız şişse de ne olurdu ki! Ekmek çiğner, yapıştırırlar ya da bir kaşık koyarlardı üstüne şiş insin diye. Hemen röntgene gitmez, ultrason çektirmezdik.

Arkadaşımıza küfür de etsek kavga da çıksa aramızda bir şey olmaz, hemen aileler birbirine girmezdi. Nasıl olsa bir abi, amca ya da teyze barıştırırdı bizi.

Sokakta oynayan çocuklar kalmadı. Ruhu alındı sokakların. Hani okul gürültüsü vardır çocuklar pürneşe koşuşurlar da etraf şenlenir ya. Tatil olduğunda ise bir soğuk hava sezilir o boş koridorlara. Çünkü o koridorlar, sınıflar çocuklarla güzeldir. Aynı his şimdi evlerde, sokaklarda. Evlerimiz var, içinde yaşayan yok. Parklarımız var, içinde oynayan çocuk yok. Sokaklarımız var, bağırıp çağrışan çocuklar yok. Ruhsuz oldu her yanımız.

Işıldayan virtinler var, türlü çeşit yiyecek içecek maddeleri var. Ama bakkalların bir sakız bile hediye ettiği yok. Birbirimize yabancılaştık artık. O çok katlı apartmanlarımızda koca bir mahalle kadar nüfus var, birbirini tanıyan yok. Girip çıkan insanlar asansörde karşılaşsalar bir an önce inmek için dua ediyorlar. Yalnızlıklarımızla yaşar olduk. Biz mi istedik böyle olmasını? Yoksa birileri mi ele geçirdi kimliklerimizi..

Şimdi çocuklar şaşıramıyor. Her şey onlara normal geliyor. "Bu yaz seni uzaya göndereceğiz" diye şaka yapacak olsanız neredeyse: "Benim planım var, olmaz" diyecekler. Bu iyi değil, her şeyin sahibi olmak o kadar da güzel değil. Mutlu olamıyoruz böyle olunca. Hiçbir şeyin özlemini yaşayamıyoruz.

Hiçbir şeyi beğenemiyor çocuklar. Bir şeyleri olmasının hayalini kurmuyorlar da dertleri hep "Neden yok". Ellerinde olanın değil hep olmayanın derdindeler. Ve o şey ellerine geçtiğinde bir kıymeti kalmıyor. İki gün geçmeden yeni bir modeli çıkıyor.

O zamanlar belki de her şey daha basitti. İstekler daha sınırlıydı. Diyelim ki paranız var, o da işe yaramayabilirdi. Çünkü almak istediğiniz şeyi satan yoktu. Bir bisiklet alındığında dünyalar bizim olurdu. Bisiklet alınmasının haklı bir dayanağı olmalıydı. Mesela çok güzel bir karne getirmeliydiniz. Atari sahibi olmak da öyle kolay işlerden değildi. Biz işte bu ufacık şeylerle mutlu olmayı öğrenmiştik. Bu gibi malzeme sahibi olduğumuzda günlerce sokaklarda sohbeti olurdu. Şimdi ise herhangi bir çocuk neredeyse harçlıklarını biriktirip kendine bisiklet alabilir. Hem her yerde var hem de o zamanlara göre fiyatlara göre şimdiki fiyatlar çok ucuz. Bundan sonra Commodore 64 gibi basit bir aletten hangi çocuk mutlu olabilir? Sadece bellek kartı bile o zaman adına bilgisayar dediğimiz nesneden daha güçlü olan bir cep telefonuna sahip çocuk neyi beğenir? Neyle mutlu olabilir? Hepsinin dizüstü bilgisayarı var her sene yenilenen."


Friday, April 04, 2014

Come On Reds!


Neredeyse kendi takımımı sevdiğim kadar sevdiğim İngiliz futbol efsanesi Liverpool, kadrosunda çok da yıldız sayılacak adam bulunmamasına rağmen bu sene taraftarlarına oldukça iyi bir sezon yaşatıyor.1990'dan bu yana belki de şampiyonluğa ilk kez bu kadar yaklaşan Kırmızılarda kulüpte sanat tasarımcısı olarak görev yapan Dave Williams, Liverpool'un her maçının ardından o maçı anlatan kartpostallar hazırlıyormuş..Çalışmalarından en çok hoşuma gidenleri (Ayrıca önemli takımlara karşı alınmış olmalarından dolayı benim için daha anlamlılar) burada paylaşmak istedim..Bitime sayılı haftalar kala İngiltere Ligi'nin görünümü de en aşağıda..








Sunday, March 23, 2014

Aman Tanrım



Hayatımda gördüğüm en başarılı dehşete düşme sahnelerinden biri..80'lerin aile dostu filmlerinden The Goonies'e ait..Usta yönetmen Steven Spielberg'in ellerinden öpüyoruz..Bu arada sahneyi yakalamama yardımcı olan Ceren Hanım'a ayrıca teşekkür ediyoruz..