Friday, January 30, 2015

İz Bırakan Sahneler - 4 / True Romance: Origin of Sicilians




Coccotti: I know you know where they are. So tell me, before I do some damage you won't walk away from.
Clifford: Could I have one of those Chesterfields now?
Coccotti: Sure.
Clifford: You got a match? Oh wait no no, don't bother. I got one.

Clifford: You're Sicilian, huh?
Coccotti: Yeah, Sicilian.
Clifford: You know, I read a lot. Especially about things in, uh, about history. I find that shit fascinating. Here's a fact, I don't know whether you know or not, Sicilians ... were spawned by niggers.
Coccotti: Come again? [laughs]
Clifford: It's a fact. You see, Sicilians have black blood pumpin' through their hearts. If you don't believe me, you can look it up. Hundreds and hundreds of years ago, you see, the Moors conquered Sicily. And the Moors are niggers.
Coccotti: Yes...
Clifford: So you see, way back then, uh, Sicilians were like, uh, wops from Northern Italy. Ah, they all had blonde hair and blue eyes, but, uh, well, then the Moors moved in there, and uh, well, they changed the whole country. They did so much fuckin' with Sicilian women, huh? That they changed the whole bloodline forever. That's why blonde hair and blue eyes became black hair and dark skin. You know, it's absolutely amazing to me to think that to this day, hundreds of years later, that, uh, that Sicilians still carry that nigger gene. Now this...
[Coccotti laughs]
Clifford: No, I'm, no, I'm quoting... history. It's written. It's a fact, it's written.
Coccotti: [laughing] I love this guy. This guy.
Clifford: Your ancestors are niggers. Uh-huh. Hey. Yeah. And, and your great-great-great-great grandmother fucked a nigger, ho, ho, yeah, and she had a half-nigger kid... now, if that's a fact, tell me, am I lying? 'Cause you, you're part eggplant.
[All laughing]
Coccotti: Ohhh!
Clifford: Huh? Hey! Hey! Hey!
Coccotti: You're a cantaloupe. [laughing] Ohhh! This guy, beautiful.
[kisses Clifford on the cheeks, then shoots him]
Coccotti: I haven't killed anybody since 1984. Go over to this comedian's son's apartment, come back with something that tells me where that asshole went, so I can wipe this egg off my face and finish this fucked-up family for good.

Saturday, January 17, 2015

Türk Solu Bitmiş Arkadaş



Acıbadem Hastanesi'nde babamın ameliyattan çıkmasını beklerken anı defterinde gördüğüm yazılardan biri..Biraz yamuk çekmişim, "devrimci" kelimesinden sonra sadece R harfi görünen yerde "Ruh" yazıyordu...

Saturday, January 10, 2015

The Sun Sets Forever On A World Of Lies



Hala gözümün önünde canlanan anlardan birisi lise yıllarından kalma..Her zamanki gibi sıkıcı geçen derslerin arasındaki kısa bir tenefüste, önümdeki sırada oturan Uğurcan adında bir çocuğun masasında bir çekme kaset görmüştüm. Elemanla müzik zevklerimiz uyuşuyordu, o an çok sıkıldığım ve walkmanimde dinleyecek bir kaset de olmadığı için Uğurcan'a "Bu ne tarz?" diye sordum."Al dinle, belki seversin" diyerek kaseti bana uzattı. Üzerinde hiç kağıt şerit bulunmayan (Kağıtlar sökülmüştü) ve kocaman harflerle "At The Gates" yazan kaseti başa sararak walkmanime koydum. Keman ile başlayan kısa bir intronun ardından mükemmel bir gitar melodisi ve ardından hiç alışık olmadığım sertlikte vokaller ve başdöndürücü hızda davullar girdi. (O ana kadar dinlediğim en sert gruplar Slayer, Kreator, Testament vs. idi). Teneffüs malum kısa olduğu için bir-iki şarkı anca dinleyebildim ancak albüm çok hoşuma gitmişti. Kaseti ödünç isteyip evde kendime kopyaladım ve walkmanimde uzun bir süre dinledim. Yanlız elimde bir şarkı listesi yoktu, Uğurcan albümün grubun hangi albümü olduğunu bilmiyordu ve çevremde grubu bilen kimseyi de tanımıyordum. Sadece çekme kasetin üzerine büyük harflerle yazılmış "At The Gates" yazısı vardı.(Şu anda bile grubun adını duyduğumda aklıma ilk olarak o çekme kaset gelir) Aradan birkaç sene geçtikten sonra nihayet -Internet sağolsun- dinlediğim çekme kasetin İsveçli grubun 1994 çıkışlı Terminal Spirit Disease albümü olduğunu öğrendim. Ayrıca müzik sitelerinde maalesef grubun 1995 yılında dağılmış olduğu yazıyordu. Dağılmadan önce yaptıkları son albüm olan Slaughter Of The Soul'u dinleyince gruba iyice bağlandım. Karanlık, isyankar, liriklerinde gizli acılar barındıran; güçlü produksiyonuyla insanı neye uğradığına şaşırtan olağanüstü bir albümdü. Melodik death metalin kilometre taşlarından biriydi. Şarkı sözlerini araştırdım, Kazaa'dan Blinded By Fear'ın klibini indirip defalarca izledim, davulcu Adrian Erlandsson'un kollarının bu albümün kayıtları sırasında nasıl kopmadığına hayret ettim. İlk iki albümleri The Red In The Sky Is Ours ve With Fear I Kiss The Burning Darkness'ı de sonradan dinleyip sevdim. Her ne kadar biraz zamanın death metal gruplarından farklı olma çabası taşıyarak hazırlandığı hissedilse ve bildiğimiz İsveç death metalinden farklı, kaotik bir sounda sahip olsa da, Slayer'ı hatırlatan gitar riffleri ve Tomas Lindberg'in soğuk, ağlamaklı vokalleri ile The Red In The Sky Is Ours, 2.en sevdiğim At The Gates albümüdür..(1.sinden zaten yukarıdaki paragrafta bahsettim) "Göteborg Soundu" kavramını yaratmış, metalcilik hayatımda her zaman saygı duyduğum ve dünyada da metal müzik dinleyen insanların çoğunun saygı duyduğunu tahmin ettiğim At The Gates'den 2010 yılında güzel haber geldi: Yeniden birleşmişlerdi. Ancak sadece konserlere çıkacaklardı, yeni albüm yapmayı düşünmüyorlardı. Neyse ki grubun bu inadı çok uzun sürmedi ve 2014 yılında 19 seneden sonra yaptıkları ilk albüm "At War With Reality", Century Media Records etiketiyle yayımlandı. Tam albümü sindirme işine girişmiştim ki Vera Productions'ın 8 Ocak 2015 tarihinde At The Gates İstanbul Konseri'ni duyurmasıyla tam anlamıyla coştum. Gerçekten de Türkiye'de çalmasına ihtimal vermediğim bir gruptu ama hayatta beklenmedik şeyler oluyor.. Konser tek kelimeyle olağanüstüydü..Üstüste gelen Cold, Terminal Spirit Disease, Under A Serpent Sun, Windows, Suicide Nation, Nausea, World Of Lies gibi parçalar beni ve oradaki tüm seyirciyi darmadağın etti. Tahmin edileceği gibi Blinded By Fear'da ortalık tamamen yıkıldı. Setlistlerinde son albümlerinden 6 şarkıya yer veren grubun özellikle eski parçalarına katılım yüksek seviyedeydi. Dışarıdaki dondurucu soğuğa rağmen Garaj İstanbul'un neredeyse tamamının dolmuş olması beni bayağı şaşırttı. Konsere bu kadar insanın geleceğini zannetmiyordum. Ayrıca son yıllarda yapılan metal konserleri içinde seyircisinin en yüksek yaş ortalamasına sahip olduğu konserdi. 50 yaş üzerinde olduklarını tahmin ettiğim birtakım adamlar gördüm. Grubun 20 küsür sene önceki şarkılarını bile hatasız söylemeyi başaran Tomas Lindberg'in bir şarkı arasında "Bir At The Gates fanı normal bir metal fanından 10 kat daha zekidir" demesi dikkat çekiciydi. Gitarlarda Björler kardeşler her zamanki gibi ultra enerjiklerdi. Davulcu Adrian Erlandsson, "45 yaşında nasıl hala death metal grubu davulcusu olunur?" dersi verdi. Sahneye Paradise Lost tişörtüyle çıkarak da ayrıca takdirimi topladı. Konserin en unutamadığım anı yine bir şarkı arasında yaşandı. Tomas "Tompa" Lindberg, bir anda alaycı bir ifadeyle "At The Gates Doesn't Like Death Metal" diyince herkes şaşırdı. Seyirciler arasında yuhalayanlar oldu. Kısa bir sessizlikten sonra Tompa mikrofunu yeniden eline aldı ve "WE LOVE DEATH METAL" lafıyla olaya son noktayı koydu...

Sunday, January 04, 2015

Çengelköy Olur Masal

Şu güne kadar çok az yerli dizi izlemişimdir ve özellikle günümüzün leş seneryolarara sahip, birbirinin kopyası, saçma sapan entrikalarla uzayıp giden yerli dizilerini izlemenin vakit kaybından başka birşey olmadığını düşünüyorum.İnsana hiçbirşey katmayan, yaşamımızdaki realitelerle hiçbir biçimde örtüşmeyen bu popüler kültür ürünlerine insanlar nasıl bu kadar bağlanırlar, aklım almaz..Hatta son yıllarda ekranlarda yayınlanan yerli diziler beni televizyondan soğutmuştur, sayelerinde birkaç yarışma dışında neredeyse hiç televizyon izlemiyorum..

Hayatımda yeni bölümlerini izlemek için sabırsızlandığım ve hiçbir saniyesini kaçırmamak için dizi başlamadan bir süre önce ekran karşısına geçtiğim iki yerli dizi oldu..Birincisi çocukluk dönemime denk gelen, tek kanallı yılların efsanesi "Bizimkiler"'di..İkincisi ise ergenliğime denk gelen, henüz insanların yalnızlığa itilmediği ve şehrin karmaşası içinde kaybolmadığı bir dönemde yayınlanan, izleyen her insanın kendi hayatından kesitler bulabileceği "Süper Baba" idi..



Başrollerinde Şevket Altuğ, Sümer Tilmaç, Jülide Kural, Şevval Sam, Bennu Yıldırımlar gibi oyuncuların yer aldığı dizi 1993-1997 yılları arasında Cuma akşamları ATV'de yayınlanmıştı.İstanbul'un en güzel ve bozulmamış semtlerinden biri olan Çengelköy'de çekiliyordu..Başrol oyuncusu Fiko (Şevket Altuğ) zengin bir kadınla evlendikten ve 3 çocuk sahibi olduktan sonra eşinden boşanan ve ardından beraber yaşadığı çocuklarının her derdine koşmaya çalışan bir babayı canlandırıyordu.Sabit bir işi olmayan Fiko, dizi boyunca aşık olduğu (Genellikle kendisinden küçük) kadınlara çeşitli engeller yüzünden bir türlü kavuşamazdı..



Süper Baba; dostluk, karşılıksız sevgi, paylaşmak, fedakarlık gibi günümüzün nerdeyse unutulmaya yüz tutmuş değerlerini izleyiciye en saf halleriyle hissettiriyordu.Dizideki sıcak aile ortamını ve samimi diyalogları bir başka Türk televizyon dizisinde bulmak imkansız gibidir..



Fiko'nun ergenliğe giren çocuklarının özgürlük arayışlarını ve okulda arkadaşlarıyla yaşadıkları sorunları sanki kendim yaşıyor gibiydim..Oğlan çocuk Alim, yatılı kaldığı okulda kibirli zengin arkadaşları yüzünden uyum sorunu yaşayıp eve dönmek zorunda kaldığında çok etkilendiğimi hatırlıyorum çünkü tam olarak böyle olmasa bile benzer olaylar o zamanlar orta okula giderken benim de başıma geliyordu..

Dizinin çekildiği mahallelerdeki eski ahşap binalar, boğaz manzaraları enfesti..Çengelköy esnafının sohbetlerinin tadına doyum olmazdı..Yeni Türkü tarafından bestelenen enfes müziklerine ise dizinin havasını kusursuz biçimde yansıtmış olmalarından dolayı ayrı bir parantez açmak gerekir..



Türk televizyon tarihinin en sürükleyici dizilerinden biri olan Süper Baba, aynı zamanda insanlara eski İstanbul ruhunun nasıl olduğunu gösteriyordu..Dürüstlük ve ahlak gibi kavramların ne ifade ettiğini ve birine karşı hissedilen aşkın nasıl birşey olduğunu çocuk kafamla bu dizi sayesinde daha iyi anlamışımdır.."İyi ki Süper Baba izledik biz" diyebiliyorum..

Fiko'nun şanssızlığını kırarak zor da olsa sevdiği kıza kavuştuğu 6 Haziran 1997 tarihli son bölümü de ekleyim tam olsun..