Thursday, November 08, 2007

Valfar, ein Windir




Hayatimda hiç görmediğim, zaten artık hiç bir şekilde görme şansımın bulunmadığı bir insan:Tarje Bakken..

Valfar diye tanınmış metal camiasında..Windir adındaki Norveçli black metal grubunun herşeyi imiş..Grubun nerdeyse bütün şarkı sözleri ve karanlık besteleri onun elinden çıkmış...


Daha 26 yaşına girmeden trajik biçimde hayatını kaybetmiş..Üzerine birçok şarkı sözü yazdığı, kutsal olarak gördüğü Sogndal topraklarında amansız bir tipide donarak göçmüş bu dünyadan..Hayata veda ettiği 2004 Ocağına kadar her biri Black Metal tarihinde önemli yere sahip olan dört albüm kaydetmiş..

Gerçekten yazık olmuş diye düşünüyorum..Yaptığı müzik ile hissettiğim veya özlemini duyduğum bir çok şeyi anlatan bir müzisyenmiş..Gerçi yazdığı sözleri Norveççe oldukları için anlamam imkansız, ama müzik zaten ortak duyguların ifade ediliş şekli değil mi?Müzisyen; hissettiklerini notalara döker, dinleyici de bundan etkilenir..Ben Windir'in müziğinde hayatımın karanlık tarafına ait birçok ayrıntı yakaladım.

25 senelik ömrümde asla Black Metal üzerine atıp tutacak biri olmamama rağmen beni aldı götürdü Valfar..Üst üste on kez falan Soknardalr adlı parçayı dinledim geçen gün..Nasıl bir duygu yoğunluğudur bu?Beni ilk kez Sentenced / Frozen dinlediğim zamanlara götürdü..

Senin için gerçekten üzülüyorum Valfar..Ayrı dünyalarda bulunmamıza rağmen hep içimde var olan ama bir türlü ifade edemediğim soğuk hislerime ve ruhumun karanlık köşelerine dokunduğun için sana yakınlık duyuyorum..Bir şekilde müzik üretecek kapasiteye sahip birisi olsaydım eminim ki yapacaklarım senin yaptıklarına yakın olurdu..Hangi dil olduğu önemli değil..Hüznümü yakaladın içimde be adam..Bütün karanlık hislerimi bir forma soktun..Bir gün bir yerlerde buluşacağız elbet..Soknardalr da bunu anlatmıyor mu zaten!




Friday, October 19, 2007

Thorn In My Side?

Yalnızlıktan kaçamıyorum..Nereye gidersem gideyim, kimlerle birlikte olursam olayım tek başımayım.

Oysa ki anlatmak istediğim ne kadar çok şey birikiyor içimde.Paylaşılmak üzere birçok acı tatlı hatıra bekliyor.Ama olmuyor, sanki bütün söylemek istediklerimi bir dolabın içine atıp kapısını kilitlemişim.Dışarıya hiçbir şey sızmıyor, sanki içimde 24 saat benliğimi denetleyen mekanizmalar var.Bu bedenden içeriye her türlü umutsuzluk, özlem, karamsarlık girişine izin var ama bunların çarelerinin bulunup dışarı atılmaları yasaklanmış sanki..Sürekli alan ama hiç satamayan esnaf gibiyim.Tek farkı içeri buyur ettiğim şeylerin parayla satın alınamayan ve ruh sağlığıma zarar verebilecek şeyler olmaları.Kaç kere "Keşke hayattaki tüm sıkıntılarımın kaynağı para ve onun getirip götürdükleri olsaydı" diye içimden geçmiştir.Ama olmuyor ve bundan sonra da olmayacak.Bu, benim seçtiğim bir yol değil, belki de kaderimde sürekli dikenli yollar üzerinde ilerlemek var..Arada bir birileri omuz atıyor ve yolun dışına itiliyorum.Düştüğüm yerden doğrulup tekrar yola dönmek biraz zamanımı ve enerjimi alsa da genellikle bunu başarabiliyorum..Bazen de gözlerim kapalı yürüdüğümden yolda önümde sabit duran engelleri görmüyorum ve yanlarından geçmek varken dosdoğru onlara çarpıyorum .."Kim koydu bu engelleri buraya?" diye sormanın yersiz olduğunu düşünüyorum çünkü zorluklarla karşılaşmasaydık başarının, tatmin olma hissinin ve rahatlamanın ne anlama geldiğini bilemeyecektik..Her seferinde yerden kalkıyorum ve "Bir daha o kadar sersemce davranmayacağım, insanlara güvenmeyeceğim o kadar, tehlikelerin farkında olacağım" diye kendime söz verip devam dikenli yolda ilerlemeye devam ediyorum..Verilen sözler çabucak unutuluyor..

Bazen de yolumun üzerinde hiçbir engel gözükmüyor..Beni yolun dışına atacak hiçbir güç yok etrafta..Biraz ilerde gecenin karanlığında bir ışık görünüyor.Dümdüz ilerlesem, hiçbir yöne sapmasam o ışığa ulaşacağım.Ancak ben anlamsız bir şekilde boş yolda dümdüz ilerlemek yerine dahili yollara giriyorum.O kapkaranlık, soğuk yan yollarda tamamen kayboluyorum.Ufukta da o ışık gözükmez oluyor artık..Kolayı zora çevirmiş oluyorum...Fırsatları kaçırdığımı hissediyorum, bu da tarifi imkansız boşluklar yaratıyor içimde...

Evet, yol hala dikenli ve taşlı.Arada mola verip kafamı dağıtabileceğim istasyonlar olmasaydı gerçekten bitmiştim..

Bu vesile ile bir teşekkür listesi hazırlıyorum:

- Müzik
- Alkol(Şimdilik olumsuz etkilerini bir kenara bırakmak zorundayım)
- Futbol&Basketbol (+ Bu sporları icra ederken birlikte ter akıttığım arkadaşlarım)
- Adventure, strateji, action, spor oyunları ve komedi, gerilim, korku filmleri.
- Kendileriyle konuşunca bir parça huzur bulduğum arkadaşlarım..Değer verilenler..Sık sık akla ve Akmar'a(!)gelenler: Alper, Cem, Mutlu, Bihter, Murat, Zeliha, Evrin...

Teşekkürler!Siz olmasaydınız iyice dibe vurmuş olurdum..

Monday, September 24, 2007

All The Right Reasons

Bir anlamı olmalı..

Hayır, sürekli sorulan soruların değil..Sözlerin, hislerin bir anlamı olmalı.Değer verip birileriyle birşeyler paylaşıyorsan bu konularda gerçekten hiç şüpheye düşmemiş olmak gerek."Benim kimsem yok ama yine de anlatmam, paylaşmam lazım içimdekileri" yaklaşımı yanlış.Ama ihtiyaç sonucu ortaya çıktığı için bir noktaya kadar kabul edilebilir..

Ama sözler havada kalıyorsa, yapılamayacak olanlar vaat ediliyorsa, kısacası güven kırılıyorsa bünye artık isyan ediyor.Bu tepki başlarda kendini sessiz çığlıklar şeklinde gösteriyor..Ama giderek bir çığ haline geliyor.Yaşamda karşıtlık felsefesi veya diyalektik diye bir şey bence gerçekten var.Kötü olmadan iyi olmanın ne anlama geldiğini anlayamıyorsun mesela..Zayıf duruma düşmeden güçlü hissetmenin nasıl birşey olduğunu bilemiyorsun..Herşey karşıtlarından güç alıp aşama kaydediyor, sonunda gerçek anlamına ulaşıyor..

Ne kadar hayat tecrübesine sahip olsan da salakça herzaman herşeyin iyi gitmesi bekliyorsun..Daha da önemlisi, anlatabileceklerinin karşındakilerin anlayabileceği kadar olduğu aklından çıkıyor..(Mevlana çok doğru söylemiş)Bazı insanlarla gereğinden fazla samimi oluyorsun (Sırf aynı zaman ve mekan paylaşıldığı için)Çoğu zaman beyin isyan ediyor ama kalp onu dinlemiyor..Yalanlar duymana, içinden gelen seslerin seni uyarmalarına rağmen sırf iyi geçinmeye devam etmek adına hiçbirşey olmamış gibi davranıyorsun..Israrla doğuştan gelen sakin ve uzlaşmacı tavrını kaybetmiyorsun..Sakin kafayla düşünme fırsatı bulduğunda birer birer birikmiş olan haklı nedenlerini keşfediyorsun..Haklı nedenlerinle düşmanlarına saldırmak, hiç durmadan konuşmak ve savunma yapmak gereği duyuyorsun..Ama bir bakıyorsun ki yorgun bedenin bu oyunlara karşı koyamayacak hale gelmiş, yediğin yemeği sindirir gibi uykunda da duyduğun yalanları sindiriyorsun..Azap dolu uykular bekliyor..Boğucu gerçeklerden uykunda dahi kaçış yok..Onlar bütün gece boyunca seni kovalıyor.Son bir çabayla sağlam olduğunu zannettiğin bir barınağa sığınıyorsun..Sabah oluyor bir şekilde, güneş doğuyor..Tek bir şey düşünebiliyorsun: "Bir gün daha idare edelim bakalım.."

Sunday, September 02, 2007

On The Sunday Of Life

Olabildiğince saçma geçirilen bir Pazar günü yaşadım.Şu şekilde gelişti olaylar:

- Akşamdan kalmış olmamın etkisiyle dükkanın anahtarını içerde unutmuş olduğumu fark etmem..

- "Türk insanı Pazar günü yataktan kalkmaz " önermesinin bir kez daha doğru olduğunun anlaşılması.Bu yüzden elimde kahveyle saatlerce dükkanın kapısını açacak anahtarcıyı beklemem..

- Bu esnada Rock'n'Coke festivalinde şirketimizi temsil etmekte olan patronun araması ve çok da kibar olmayan bir dille bu güne kadar o anahtarın bir kopyasının yapılmış olmasının gerektiğini hatırlatması..

- “Kısmet bugüneymiş” diye cevap vermem ve anahtarcıyla giriştiğim sıkı olmayan pazarlık neticesinde öğlene doğru dükkanı açmayı başarmam..

- Camda yazan “ECM 18 YTL" yazısı üzerine birkaç yaşı 40’ı aşkın müzik koleksiyoncusunun içeri girmesi ve sırf ucuz diye Jazz CD'lerine hücum etmeleri..

- Seçim zamanı çoktan geçtiği halde Kadıköy’de kimin organize ettiği bilinmeyen bir mitingin düzenlenmesi..Kime ne faydasının dokunacağının asla anlaşılamaması..Ama yolların kapanması..İnsanların yürümek zorunda bırakılmaları..

- Dükkana fazla insan girmediği için sıkılmak..Kafayı masaya koyup uyku pozisyonuna geçmek..Ulver'in Themes From William Blake’s: The Marriage Of Heaven And Hell albümünü dinlemek…Bir kez daha "Aşmış bu adamlar!" demek..

- Sevilen arkadaşlardan birinin (Bihter) ziyarete gelmesi..Yalnız birisi olmadığıma kanaat getirmek ve yalnızlığı bir süreliğine unutmak..

- Dükkana takılmayı alışkanlık haline getirmiş olan tayfanın akşama doğru yine dükkana akın etmesi.Bütün şarkıları sanki birbirinin kopyası olan Jazz albümleri dinlemek..Müzik kültürüne yeni bir şeyler katamamak…

- Rock'n Coke'da yaşanan rezillikleri öğrenmek..Üzerine dedikodu çevirmek..

- Böyle ölü bir günde Akmar’da en yüksek ciroyu yapmak..Ama bunun şahsıma herhangi bir getirisi olmayacağını bilmek..

- Önceki gece doğru dürüst uyunmadığı için bir an önce eve dönme isteği duymak.Ama ani bir kararla gelirken bir büyük Binboa Votka almak ve bilgisayar başında takılmak..Uykusuzluğu biraz daha ertelemek.

- Saatin iki buçuğu göstermesi ve MSN'de konuşacak kimse bulamamak..

Thursday, August 30, 2007

Duty Calls

Huzursuz bekleyiş devam ediyor.

Çok yakın bir zamanda (İki ay kadar)otomatik olarak hayatımda birşeylerin değişeceğini bilsem de henüz bunun farkında değilmişim gibi yaşıyorum.

Daha önce hiç görmediğim şeyleri görmeme, hiç karşılaşmadığım saçma kurallarla karşılaşmama ve işten ayrılmama çok az bir süre kaldı.

Korkuyor muyum, evet..En savunmasız hayvanları öldürmekten kaçınan bir insan olarak elime silah alıp onu kullanmak zorunda olmaktan korkuyorum..Böyle saçma bir düzenin içinde yer almayı istemiyorum ama yapacak birşey yok..Ne kadar geç, o kadar kötü..Zaten yeterince oyalandım sanırım...

Askere gitmeme az bir süre kalmasına rağmen monoton bir hayat sürmeye devam ediyorum.Evde tek başıma olacağım günleri, arkadaşlarımla bol alkollü geçecek geceleri hayal etmiştim..Ama o fırsatlar geldiğinde gene değerlendiremedim...

En azından şu an ev boş olduğu için kafam biraz rahat.İstediğim müziği istediğim volümde dinleyebiliyorum.Hangi saatte ne yaptığıma karışan yok.Saatlerin hiçbir önemi yok zaten...

Kader, geçtiğimiz günlerde bazı yeni arkadaşları ve önceden yakınlık kurmak istediğim halde kuramadığım bazı insanları tanımamı sağladı.Karar vermek için erken ama bu yeni ve yeniden tanınan insanlar hayatımı biraz daha heyecanlı hale getirdiler.

Başlaması çok kolay ama bitirmesi o kadar kolay olmayan bazı ilişkiler ve beraberinde gelen karışık duygular yaşadım..Belki iki ay sonra başıma geleceklerden korkuyorum ama bu sefer bu tür ilişkilerin kaybettireceklerinden endişe etmiyorum.Basit bir ifadeyle: Kaybedecek fazla bir şeyim yok gibi geliyor...

Sunday, August 05, 2007

(I Am A) Victory!

Kendimle gurur duyuyorum!

Ben bir mucizeyim aslında ama kimse farkında değil!

25 senelik ömrümde elle tutulacak hiçbir başarıya imza atmadım, zamanımı güzel şeylerin olmasını umarak geçirdim, hatırlayabileceğim özel anlar ve kişiler azdı..Ne oranda iyi şeylerin olacağını umut ettiysem o ölçüde hiçbir şey değişmedi..

Kendim için "Yürümesini bile bilmiyor, o mu üniversite okumuş üniversite mi onu?" gibi aşağılayıcı laflar dedirtmeyi başardım.Bu lafları söyleyenlere karşılık vermedim.Kin beslemedim..Duyduğum bütün olumsuz eleştirilerden ders çıkarmaya çalıştım.Her zaman içimden gelen sesi dinlemeye gayret ettim..Sınırlarımı bildim, yapabileceklerimin ve yapamayacaklarımın farkında oldum.İnsanlara kapasitemden fazlasını vermeye çalıştığım da oldu, ama zamanla bunun yanlış olduğunu anladım ve tekrarlamamaya çalıştım..

Hayat beni ilişkilerimi koparmam gereken insanlardan tam da doğru zamanlarda ayırdı.Veda edilen kişilerin ardından ilk başlarda üzülsem, onların eksikliklerini hissetsem de zamanla hiç kimse için üzülmemek gerektiğini, hissedilen acının aslında insanın yalnız kalma korkusu ve bencilliğinden kaynaklandığını fark ettim..Acı çekmeyi öğrendim..Acı çekmek, hayatın insanoğluna yaşatmak zorunda olduğu bir eylemdi, aynen mutluluk gibi..Hiçbirşeyin sürekli doğru gidemeyeceğini, kendi mutluluğumun diğer insanlara bağlı olmaması gerektiğini aklımdan çıkartmadım.Belki bu yüzden insanlardan beklentilerim ve yaşadığım hayal kırıklıkları da azaldı..

Aynı ortamda bulunduğum kişilerle aramda bazı konularda genellikle farklar oluyordu.(Örneğin maddi konular, ama önemsemedim bunu)Kimseyi rahatsız etmemeye dikkat ederek, herhangi bir beklenti içinde olmadan takıldım arkadaşlarımla.Lise zamanında babamdan aldığım harçlık haftada iki tane Playstation oyunu almama ve karnımı doyurmama yetiyordu.Ama parayı hiçbir zaman sorun haline getirmedim, kendimi ve paramı bilgisayar oyunlarına ve ondan da önemlisi müziğe verdim.Bir hafta boyunca kantinden en ucuz yemeği (İtalyan salatalı sandviçi) yeme pahasına Sentenced'in Crimson albümünün orjinalini çıkar çıkmaz aldım.Müzikte, özellikle metal müzikte beni çeken bir şeyler vardı.Müzik, hissetiğim pek çok şeye tercüman oluyordu..Müziği çoğu zaman en yakın arkadaşım olarak benimsedim, bana asla sırtını dönmüyordu ve hiç ihanet etmemişti..

Yıllarca kendimi ifade etme, sosyal ortamlarda kendimi gösterme zorluğu çektim..Çok fazla samimi arkadaşım olmadı..Düşüp kalkılanlar, düşenler ve düşürenler girdi hayatıma..Anlamsızdı..

Nereden yola çıktığıma ve şu anda nereye ulaştığıma bakıyorum..Biliyorum ki şu zamana kadar söylenmemiş binlerce sözü, eksik yaşanmış yüzlerce günü arkamda bıraktım..Futbolcuların maçtan sonra söylediği gibi "Daha farklı olabilirdi".Ama olmadı....

Hala darbeler alıyorum, hala hayatta güvenebileceğim çok fazla kişi yok.Hala bazı şeyleri istesem de söyleyemiyorum.Tıkanıyorum..Haklı olduğumu bilmek yetmiyor.İçime kapanmaya devam ediyorum..

Yazının başlığına dönecek olursak, ben galiba mucizeyim..Hala canımı sıkan ve sıkmakta olan birsürü şeyi içimde tutmayı başarıyorum.Sinirlenip kimsenin canını yakmadım.Kendimden başkasını incitmedim.En karanlık saatlerimde ,en artık kaybedecek birşey olmadığına inandığım zamanlarda dahi kontrolü yitirmedim.Bu bana garip bir güç veriyor...

Saturday, July 14, 2007

Alone


Artist: Arcturus Album: La Masquerade Infernale Year: 1997 Title: Alone
Writer:[Edgar Allan Poe]
Translater:Skongur


Çocukluğumdan itibaren,
Diğerleri varken ben var olmadım..
Diğerleri görürken ben görülmedim..
Ben tutkularımı sıradan bir bahardan alamazdım.
Hüznümü de aynı sıradan bahardan alamazdım..
Uyanamazdım..
Gönlüm yine aynı ses ile coşacaktı..

Ve sevdiğim her şeyi tek başıma sevdim….

Sonra çocukluğumda, fırtınalı hayatımın şafağında bitkin düştüm.
İyiliklerin ve dertlerin derinliklerinden çıkan gizemler bağladı beni hayata:

Selden veya çeşmeden,
Dağın kırmızı kayalıklarından,
Beni sonbaharın altın renginin içinde saran güneşten,
Uçarken yanımdan geçen gökyüzündeki yıldırımdan,
Şimşekten ve fırtınadan,
Gözümün önünde bir şeytan şeklini alan buluttan…

Sunday, June 24, 2007

Numb

Son günlerde iyice ifadesizliği ve belirsizliği benimsedim.Sürekli kendi kendime sorduğum ve cevaplarını aradığım soruların sayısı azaldı.İçimdeki üşengeçlik tavan yaptı, geleceği düşünememe hastalığı ile birleşti..Haziran ayında görmeye alışık olmadığımız havalar da sıcak bir yorgan çekti üzerime..Böylece "I want to be numb" felsefesini benimsedim.Bunu Türkçeye nasıl çevireceğimi bilemiyorum.

Zamanında fazla ciddiye aldığımız şeylerin yavaş yavaş önemlerinin kaybolduklarını görmek ve sonunda "Değmezmiş zaten" demek ne kadar çok karşılaştığımız bir durum değil mi?

Yakında birileriyle belli konularda konuşmam, hakkım olduğunu düşündüğüm şeyler üzerine açıklama yapmam gerekecek.Bunun farkındayım ama konuşmam gereken yerlerde ağzımı açabileceğimden emin değilim.Belki de haklı olduğumu düşündüğüm konuları dolaylı veya doğrudan etkileyebilecek haksız sayılabileceğim konular var.İçim tam rahat değil.Geçmişin gölgelerinden kurtulmak ve yapılan hataları yok sayarak bugünün doğrularını savunmak o kadar kolay birşey değil sanırım.Yine de şundan eminim ki kalbim beni belli bir yolda ilerlemeye sürüklüyor ve kalbimin sesini dinlemekten vazgeçmeyeceğim.Birşeyler değişecek veya değişmeyecek ama bu olay benim için "Öyle olmalıydı ve oldu" diye hatırlanacak..Almak için vermek zorundasın ve ben zaten vermekten çekinmeyen bir varlık olarak yaşamaya devam ediyorum.O zaman da bunun bir yerlerde karşılığı olmalı..Zihnimin içindeki karanlık koridorları aydınlatan bu basit döngü işte..Garip...

Bu aralar bulunduğum mekanlarda şaşırtıcı oranda komik olay meydana geliyor ama bunlar genellikle insanların zevzeklikleriyle alakalı işler oluyor.Dolayısıyla kişilerin belki istemeden yarattıkları bu saçmalıklara gülmek ve bunları arkadaşlarla paylaşmak acaba kötü bir şey mi diye düşünüyorum.Bu konuda bir türlü emin olamıyorum.(Genellikle kendime hakim olamıyorum çoğu ve arkadaşlarımla paylaşıyorum) Arkalarından mı konuşmuş oluyorum, bana aynısı yapılsa rahatsız olur muyum?Bu ara en çok kafamı kurcalayan sorular bunlar..Gerisi ilk paragrafta belirttiğim gibi: Hissizlik...

Sunday, May 27, 2007

Beautiful Day Without You


...

Where I'm longing to be

Hate Them

Bırakın İstanbul sokaklarında gezmeyi, hiç bu dünyaya gelmemiş olması gereken o kadar çok insan var ki...

Sadece primitiv ihtiyaçlarını (yemek, içmek, sex) karşılamak için yaşayanlar...

Her durumda birilerinin hakkını yiyerek, zor durumda bırakarak, ayağını kaydırarak kendilerine çıkar sağlayan ve bunu marifetmiş gibi anlatmaktan çekinmeyenler...

Karşı cinsi etkilemek için yapmacık hareketler sergileyen, günün her anında karı-kız düşünen hanzo erkekler..

Huzuru bozan, herhangi bir ortama girdiklerinde "Allah kahretsin nerden çıktı bu şimdi?" dedirten, çevresindeki herkesle en ufak konuda bile tartışmaya girmeye hazır anlayışsız et ve kemik yığınları...

Sonradan görmelik, maddiyat ile güç gösterisi yapmak...

Bazen gerçekten insan ırkı yok olmalı diye düşünüyorum..Herhalde kendi ırkından nefret eden ilk insan değilimdir ama bu böyle devam etmemeli..

Bu kadar aşağılık, sonradan görme, dengesiz, menfaatçi, şiddet eğilimli, kanı bozuk insan bu şehirde yaşamamalı..Ama yaşıyorlar ve tek yapabildiğimiz gözlerimizi kapatıp hiçbirşeyin farkında değilmiş gibi davranmak...

Zaman zaman bu görmemezlikten gelme oyununa devam etmek canımı sıksa da tek tesellim hala ciddi anlamda kimselere patlamamış olmak sanırım...

Tuesday, May 01, 2007

Özdere İkibinyedi

Hem toplumsal hem de kişisel gerilimlerle dolu bir ortamda yapılabilecek en doğru hareketlerden birini yaptım sanırım.Alper Balkış arkadaşım, biraz ani ve ısrarlı bir şekilde da olsa yazlık evlerine davet etti beni.Hatta annesinin babasının yokluğundan faydalanıp evine kız atmaya çalışan bir yurdum genci kadar ısrarcıydı.Sırf arkadaşı kırmamak için daveti kabul ettim(!)..Böylece Nisan ayında tatile çıkarak kendi adıma bir ilki gerçekleştirdim.Yine de soranlara "Tatil değil bu ya, uzaklaşma diyelim" diyordum.Düştük İzmir yollarına..

Gidiş yolunda çeşitli talihsizliklerle karşılaşıp zaman zaman sefilleri oynasak da sonunda İzmir'in Özdere beldesine ulaşmayı başardık.İstanbul'da üzerime üzerime gelen insanlardan illallah diyen ben, mevsim nedeniyle sadece birkaç yaşlı insanın kaldığı tatil sitesinde uzun zamandan sonra ilk kez kendimi rahat hissettim.Teknoloji yoktu, MSN'de online olmak yoktu..Sadece boş sahiller ve boş bira şişeleri vardı..

Alper'le şehirde satılanlardan en az beş kat daha doğal olan sebze, meyve, yoğurt, peynir gibi besinlerin bulunduğu köy pazarına gittik.Köydekiler, tiplerimiz yüzünden bize biraz garip bakıyorlardı ama aldırmadım.İstesem de aldıramayacak kadar huzurlu ve rahat hissediyordum kendimi..

Köy kahvesinde FB-BJK maçını izledik.Sahada Baki Mercimek şov vardı.Adam sahanın her yerindeydi ve karşı takımdaki her oyuncuya en az bir kere tekme attı.FB'nin üçyüz tane gol kaçırmasına bir GS'li olarak üzülmedim tabi.Hatta Nobre kafayla çaktığında ayağa kalkıp bağırasım geldi ama kahvedeki sürekli çekirdek yiyen ve her pozisyonda küfür eden bıyıklı amcalardan çekindiğim için buna cesaret edemedim.

Son gün Türkiye'nin en yakışıklı erkeğinin okuduğu Ege Üniversitesine gidelim dedik.Tesadüf eseri(!)bu şahıs arkadaşımızdı.Bornova sokaklarında kararsız kalıp saatlerce nereye girsek diye düşündüğümüz için sinirlerimiz biraz gerilse de İzmirli bayanların bakışları ve rahat tavırları bizi ferahlattı.Üstelik dilden dile dolaştığı üzere genelde güzel olan bu İzmir kızları, dötleri kalkık İstanbul kızları gibi hiç de soğuk durmuyorlarlardı.Yoğun bir göz teması trafiğinden sonra orada daha fazla kalamayacak olmamıza lanet ettik ve sonunda bir rock bara kapağı attık.Barda da kızlarla karşılıklı bakışmalar devam etti.Aslında kızların muhatapları ben ve Ege Üniversitesinde okuyan arkadaş idi ama dövmeli arkadaş üzülmesin diye genel ifadeler kullanıyorum..

Tabi ki daha fazlası olmadı ve gecenin sonunda hafif çakırkeyif vaziyette otobüsümüze bindik .Bu maceranın benim adıma özeti şu oldu: "Bir daha ÖSS'ye girme şansım olsa hiç düşünmeden İzmir'i yazarım arkadaş!"

(NOT:Bu, sadece kızların güzelliği ve ilgisine göre varılan bir yargı değil tabi ki.Ege Üniversitesi'nin kampüsü hayatımda gördüğüm en güzel üniversite kampüsüydü.İçinde gezerken kendimi Babil'in bahçelerinde dolanıyor gibi hissettim..Yemyeşil alanlar, meyve ağaçları, çim sahalar, kocaman bahçeler, devasa spor salonları, binbir türlü sosyal aktivite olanağı..Ayrıca şöyle bir tespitim daha oldu: İstanbul'da sokakta gezen on herifin beşi hanzo ve kıroysa bu oran İzmir'de onda bir falan)

Tuesday, April 10, 2007

Closing In

Hala umutlarım var ama umut kelimesinin benim için ne ifade ettiğinden pek emin olamadım şu ana kadar.

Üzerlerine yaslandığımda kendimi güvenli hissettirecek duvarlar var, ama çekinmeden arkamı dönebileceğim insan neredeyse hiç yok.

Çevreme ördüğüm sanal duvarlar hasar alıyor, zamanla yıkılıyorlar..Yerlerine belki isteyerek belki istemeyerek daha sağlamlarını örmeye çalışıyorum.Çoğu zaman bu duvarların, pek de hoş olmayan tecrübeler yüzünden oluştuğunu hissediyorum ama elimden birşey gelmiyor.

İnsanların gözlerinin içine baktığımda çeşitli arzular görüyorum.Benim ise tek aradığım daha az insanın yaşadığı huzurlu bir dünyada doğa ile başbaşa hayatımı sürdürebilmek.

In The Woods diye bi grup var, şu anda tüm duygularıma tercüman oluyor:



Bir zamanlar bir mumun bulunduğu bir yerde
Bir adamın kafasının içinde bir melodi çalıyor.
Kelimelerin bu zamanın sembolü gibi,
Pürüzlü kağıtlara işlendiği
Bir geceyarısı ülkesinde gölgeler hareket ediyor.
Delilik ve onun getirdiği eksiklik baş edebileceğimden çok fazla.
Elimde tek bir mum bile olmadan umutsuzca beni keskin tırnaklarıyla,
Kullanacak ve eğlendirecek olan kadını bekliyorum.

Senin derinin altından sürünmek isterdim.
Yasaklanmış ve vahşi günahının içinde eğlenmek isterdim.
Nefesine dokunmak, hoşnutluğunu hissetmek isterdim.
Bir gece cazibesinin parçası gibi bir şey bu..

Eğer şuanda daha yakında olabilseydin,
Doğanın saflığına yaklaşmak isterdik
Eğer şuanda daha yakın olabilseydin,
Dillerimizin üzerinde kelimeler olmazdı.
Eğer şuanda var olsaydın,
Şu ana kadarki varlığımızı kutlardık.
Senin bir şekilde yaklaştığını hissediyorum…

Cennetin sırlarına katıl.
Seçmeli kapılar belki de kaderlerimizi yaklaşan şeytana satacaklar.

Onların hala kaydedilebileceği bir yer olduğunu bilmeme,
Ve onları kış varken sadece baharın çiçeklendirebileceğini bilmeme rağmen,
Aşağılanmış, sahte sözlerle ilgili bir şarkı,
Cankurtaranlarımın bir köşesinde tuzağa düşürüyor onları..
Benimle gel,
Birlikte çorak topraklardan geçeceğiz.
Sırları açığa çıkartacağız.

Basit olan bir arzu yoktur.
Sadece senin seyrek meyveni hasat edenler vardır.
Yazamayacağım o kadar söz var ki.
Ve saklayamayacağım o kadar şey...

Thursday, March 29, 2007

Bütün Dürüstlüğüm İle...

Yüzünü her gün gördüğüm, içindeki saflık ve doğruluktan emin olduğum bir kişi bu kadar kötü olan bir hayatın devam etmemesi gerektiğini söylüyor..

İnsan hayat mücadelesini canı yanmadan sürdürmek istiyorsa aldırış etmemeli..Yalanlara, haksızlıklara, adaletsizliklere aldırış etmediğin, işine gelmeyen şeylerden kaçtığın oranda rahat yaşayabiliyorsun..

Bazıları iyilik ve kötülüğü kavramsallaştırıyor ve insan doğasının kötülüğünün neden olduğu sorunların yaratılıştan geldiğini söylüyor ama netice değişmiyor.

Apayrı boyutlarda mı yaşıyorum acaba?Hiçbir bağlantım yok mu bu dünya ile?Sanki işittiğim bütün yalanları, hissettiğim bütün endişe ve korkuları bir tek ben fark edebiliyorum..Ya da ben tamamen uyduruyorum bunları, paranoyak düşünceler ele geçirdi beynimi..

Dönüp dolaşıp aynı yere geliyorum, benzer düşünce ve duyguları farklı kelimelerle ifade ediyorum sanki..Nereye kadar gidecek böyle hiç bilmiyorum..

Çekingenliğimi, bazı şeyleri ifade etme konusunda yaşadığım sıkıntıları, bastırılmış duygularımı, çevremdeki rahatsızlık veren yaratıkları ve genel olarak olumsuz olan herşey geyik muhabbetine vurarak savuşturma çabaları ile geçiyor günlerim..Şaşırtıcı olan ise sanki sinirlerimi almış birisi veya damarlarıma narkoz enjekte edilmiş.Mucizevi şekilde hala kimselere patlamadım.

İçimde bir takım hayaller ve istekler ortaya çıkmak için gayret gösteriyorlar ama acı tecrübeler ve kötü hatıralar daha doğmadan öldürüyor onları.

Paradise Lost - In All Honesty çalıyor bir yerlerde.Hala sarılabileceğim tek şey müzik sanırım...

Friday, March 09, 2007

İyilik ve Kötülük Kavramları Üzerine Bir Sesli Düşünme

Bir an için kendime, çevremde gördüklerime ve olan bitenlere bakıyorum ve bu beni düşünmeye sevk ediyor.

Bazı şeyleri açıklayabilmek için ihtimallerden yola çıkarak genel yargılara varmaya çalışıyorum..

Her canlıyı ilgilendirdiği kesin olan iyilik ve kötülük kavramları kafamdan çıkmıyor bir türlü.

Düşünüyorum düşünüyorum ve şöyle önermeler yaratıyorum kendi kendime:


1.Alternatif:"Bu dünyada gerçekten iyilik ve kötülük var ve hepimiz bunun bilincindeyiz."

Bunun anlamı şu: Etrafımızdaki insanları ve ilişkilerimizi buna göre ayarlıyoruz.İyi olanın yanında olmaya gayret ediyoruz, zaten hepimiz özünde iyi insanlarız.Evet bazen başımıza felaketler gelebilir, yanlışlıklar yapılabilir, kalbimiz kırılabilir ancak hiçbirimiz kötü niyetli değiliz.Belki sinirlendiğimizde kırıcı olabiliyoruz ama özümüzde hiçbirimizin aklından fesatlık geçmez.

1.Alternatife Eleştiri: Diyelim ki hepimiz özünde iyi, temiz insanlarız.Peki neden ortaya çıkıyor o kadar karmaşa ve baş ağrısı?Neden birileri hep birilerinin kuyusunu kazmaya çalışıyor?Nerede yer alıyor bu çatışmanın kaynağı?Basit bir telefon faturası kuyruğunda bile insanlar işleri çabuk görülsün diye birbirlerini ezmeye çalışıyorlar.Kimse başkasının hakkına saygı göstermiyor..Herkes birbirinin arkasından konuşuyor, insanlar birbirlerinin olumsuz yanlarını ortaya dökmekten zevk alıyor..İyi insanlar olduğumuz için mi unutuyoruz birbirimizi hemen, ancak işimiz düştüğünde hatırlıyoruz?Sokaktaki kızlara atılan sapıkça bakışları ve lafları, karşı cinsi etkilemek için yapılan saçma davranış ve sözleri de ahlaksızlık olarak algılamamak lazım o zaman?Alkol aldıktan sonra saldırgan bir tavır takınmamız, sağa sola zarar vermemiz de kötü niyet ile açıklanabilecek bir durum değil mi?Öyle ya "Şişede durduğu gibi durmuyor" deyip geçebiliriz...Hayatımızın birçok anında ve bir çok yerinde duyduğumuz yalanları da beyaz yalanlar olarak algılasak ve biz de sıkıştığımızda aynı yola başvursak kurtulabilir miyiz dertlerden?



2.Alternatif:" Bir önceki eleştiride yazdığım herşeyden vazgeçtim.Öyle şeyler olmuyor bu dünyada, ben uydurdum hepsini.İyilik ve kötülük var tabi ve herkes hak ettiğini alacak, hem bu dünyada hem de öbür dünyada."

2.Alternatife Eleştiri: "Bu dünyada yapılan bu dünyada kalır" diyip kurtulalım o zaman.(Keşke bu kadar kolay olabilseydi)Bence hala herşey belirsiz ve eğer insanın iyi ya da kötü eylemlerinin karşılıkları var ise bile bunları bilemeyiz..Yaşadığımız daracık coğrafyada bile iyilik ve kötülüğün karşılığı olduğundan emin olamayız..Bir de öbür dünyayı işin içine katarsak durumun içinden çıkamayız..İnançla falan üstesinden gelinebilecek bir mesele değil bu..Öbür dünyada ancak "İyiliğin ve kötülüğün ötesi" var..Ayrıca nasıl emin olabiliriz gözlerimizle asla göremediklerimizden?Bize vaat edilmiş cenneti bekleyelim, sonuçta elhamdürüllah müslümanız, değil mi?



3.Alternatif:" İyilik ve kötülük diye bir şey yok"
Aslında var ama biz görmemezlikten geliyoruz.Daha doğrusu işimize gelmeyen, bize fayda sağlamayan kişi, eylem ve fikirleri bir kenara atıyoruz.O yüzden aslında insanların en ufak bir sebepten birbirleriyle kavga etmesi, sesini çıkaramayanların haksızlığa uğraması falan aslında kötülük ile ilintili değil.Hemen her an karşılaştığımız iğrenç yalanları da kötülüğün dışında bırakmamız lazım..Hayatın normal akışı içinde olması muhtemel şeyler bunlar.Ucu bize dokunan, güvenliğimizi tehdit eden ya da kısaca işimize gelmeyen konularda bir sorun çıkarsa diğer insanları suçlamaktan kaçınmıyoruz ve kötülük kavramı da o zaman ortaya çıkıyor..Dolayısıyla kötü ve kusurlu olan karşı taraf oluyor hep..

3.Alternatife Eleştiri: Galiba böyle oluyor!



4.Alternatif:Duncan Patterson'un çözümüne geldik yine...

Friday, February 23, 2007

Falkenbach - ...Of Forests Unknown




On eagle's swift and supple wings,I tore through the utter black.
No clouds above, no ground below
The flame's my only light.
I fell into nothingness until the impact ceased my fall,Into a world unknown to man....
From a forest, unspoiled, unseen, I perceived
A whispering, summoning me
To follow the path of no return.
Step by step I walked this route nobody ever built
Holding tight onto my shield and sword....
A cloaking darkness embraces me
Though flames are burning bright,In a distance far a flickering,The blaze my guiding light.
Snow, caress me, sharp and cold, in the very depths of my hearth.
Tired, frightened now I am; my will now fall's apart....
From a forest, unspoiled, unseen, I perceive
A whispering summoning me
To follow the path of no return.
Step by step I walk this route nobody ever built
Holding tight onto my shield and sword....

Thursday, February 22, 2007

Nowhere And None

Kapkaranlık hayat tünelinizde ilerlerken bir ışık görüp onu çabucak sonsuza kadar kaybettiğiniz oluyor mu?

Hiçbir yerde ve hiçbir zaman tamamen özgür olarak, kurallara ve dayatmalara itaat etmeden yaşama ihtimaliniz olmadığını fark ettiniz mi?

Aslında size en yakın olduğunu tahmin ettiğiniz insanlara bile "Acaba?" diye yaklaştığınızda kendinize mi kızıyorsunuz?

Pozitif düşünen, iyi huylarıyla hatırlanan, dışarıdaki milyon tane fuzuli ve primitiv insandan farklı bir insan olma yolunda ilerlerken yorgunluktan düşecek hale geliyor musunuz sık sık?Artık dayanamayacağınızı falan hissediyor musunuz?

Sürekli sizi rahatsız eden realitelerden kaçıyor olsanız da aslında ancak kafesin içindeki aslan kadar özgür olduğunuza inandınız mı hiç?Yine aynı menfaate odaklanmış kişilikler, aynı ruhsuz mekanlar, aynı somurtkan yüzler aynı monoton günler mi??

Gidecek hiçbir yer olmadığını, aslında hayatın kendisinin hiçbir yere gitmediğini bilip de ait olmak duygusundan bu kadar yoksun olmak neden?

Neresi kaldı ve kim kaldı?
...

Wednesday, February 07, 2007

Reptiles

Nereye doğru adım atarsak atalım mutlaka karşılacağımız bir insan tipi var hayatlarımızda...

Genellikle ilk başta niyetlerini kavrayamadığımız, nasıl davranacaklarını kestiremediğimiz bu insanlar zaman geçtikçe tiksinme hissi uyandırmaktadırlar bünyemizde...

Gerçekten bu tür insanlar her yerde vardır hatta belki de içinde yaşadığımız toplumun önemli bir kısmı bu insanlardan oluşmaktadır...

Bunlar, değer verdiğiniz herhangi bir insanı veya nesneyi ne olursa olsun onlarla yalnız bırakmak istemeyeceğiniz kişilerdir..Bunlar için güven ne hissedilen ne de hissettirilen bir duygudur..

Bunların ağızlarını açıp sizinle konuşmalarının arkasında mutlaka menfaat bulunur.Gülümsemelerinin arkasında bir maske vardır.Söylediğiniz sözler, eğer işlerine yarayacaksa başka bir zamanda başka bir yerde kullanılmak üzere o kokuşmuş beyinlerinde saklanır.Yok eğer bir hata yapıp bu kişilere kendinizle ilgili birşeyler anlatırsanız kendinizi aptal yerine koymuş olursunuz.Çünkü konuştuklarınız onların çıkarlarına uygun düştüğü oranda dinlenir.Bir süre sonra her türlü acınızı, sevincinizi,sorunlarınızı, umutlarınızı duvarlara anlatmakla onlara anlatmak arasında fark olmadığını anlarsınız...

Bazen sizden yerine getirmeyi hiç istemediğiniz saçma isteklerde bulunurlar.Kötü davranmak doğanızda yoktur, bu yüzden yardımcı olmak için bir adım atarsınız.Öyle ya iyi geçinmek lazımdır insanlarla..Ancak bu kişilere yapacağınız iyiliklerle doğru orantılı olarak aynı kişiler tarafından sömürülürsünüz..Elinizi verirseniz kolunuzu kaybedebilirsiniz.Çünkü onlar kendilerinden başka hiçbir varlığı düşünmeyenler, kimse için hiçbirşey yapmayanlardır..Onlar güçlü olanın, kendilerine en çok faydayı sağlayanın yanında kalmayı tercih eden aşağılık insanlardır..Onlar paranın ve paranın satın alabileceği herşeyin kölesidir..Şahsi isteklerini düzenleyen sadece paradır..Onlar sizin için 5 kuruş harcarken 500 kere düşünerken yanlarında kendilerine çıkar sağlayacak birileri bulunduğu taktirde son derece bonkör olurlar..

Kim olduğunuzun, neler beklediğinizin bir önemi yoktur.Onlar herşeyin doğrusunu bildiğini sanan kişilerdir ve laf kalabalığı yaparak fikirlerine dayanak noktaları yaratırlar.Bir yerlerden saçma örnekler vererek ve bir şeyleri kıyaslayarak ne kadar bilgili olduklarını göstermeye çalışırlar.Uzun konuşmalarını dinlemek zorunda kalır, "Vay be bu adam bu kadar şey söyleyebiliyor demek ki bir bildiği var" diye düşünmeye başlarsınız.Ama aslında beyninizi uyuşturmaktan başka bir işe yaramazlar.

Zaman geçtikçe uzaklaşmak istersiniz bu kişilerden.Ama eğer benim ve benim gibiler gibi ağzınız olduğu halde diliniz yoksa, sesinizi yükseltemiyorsanız alternatif kurtulma yolları ararsınız...

Yine de teşekkürler hepinize.Ne kadar sabırlı olabileceğimi gösteriyorsunuz.Belki bütün bunlar aslında bir testtir ve bu fuzuli insanlar hayat tecrübemin artmasına katkıda bulunuyorlardır..

Wednesday, January 17, 2007

In Motion

Bir gelişme var sanki.Son birkaç yazımda karamsar cümleler yazmamışım.Aynı şekilde devam edeceğim bu gece de..Saatler geceyarısını geçiyor ve Anneke van Giersbergen'in sesi huzur veriyor.The Gathering'in tarzının ne olduğuna hala karar veremedim ama müzikleri insanın ruhunu okşuyor..Öte yandan gün içinde iş yerinde görevimi yapmış olmamın yarattığı rahatlama duygusu var içimde.Bir de ardarda devirmiş olduğum biralar negatif düşünme ihtimalimi ortadan kaldırıyor...(Aslında tek başıma içmek genelde depresif hissettirir beni ama bu sefer öyle olmadı)..Bu esnada insanlar birşeylerle meşgul oluyorlar.Alper ve Cem son sınavlarıyla cebelleşiyorlar mesela, kardeşim askerde günleri sayıyor, Evrin İsviçre'de latin kökenli kız arkadaşıyla medeniyetler çatışması yaşıyor, MSN'de online olmasını istediğim birçok kişi çevrimdışı görünüyor ve "Nerelerde bu insanlar acaba neler yapıyorlar?" diye düşünmeme neden oluyorlar..MSN ısrarla mesajları iletmediği için dış dünyayla ilişkiler kopma noktasına geliyor..Yarın Cem malum sınavı yüzünden şehir dışına gideceği için iş yerinde yanlız olacağımı hatırlıyorum..."Yaş 25 olmuş, acaba şu güne kadar almam gerektiği halde alamadığım kaç bin tane sorumluluk vardır?Neleri öğrenmem gerektiği halde hala öğrenmemişim şu hayatta?" düşünceleri bir an aklıma geliyor ve içimde durup dururken gereksiz bir huzursuzluk oluşuyor..Sonra bu kötü hissi günlük hayatın içinde karşılaşmış olduğum komik, eğlenceli olaylar ve arkadaşlarımın sıcaklığıyla savuşturuyorum..Hayır, karamsar satırlar dökülmeyecek benden kararlıyım.Sokaktaki insanlar muhtemelen hala pis pis bakıyorlar, hala anlayışsız ve hoşgörüsüz herkes ama huzurluyum..

Sevilen kişiler bir kez daha akla geliyor ve herşeydeki olumsuzluğu gören gözler aracılığıyla günde üçyüz kere analiz yapmaktan yorulan beyin bir parça rahatlıyor.Daha fazla rahatlaması için yatağın yolunu tutmam gerekiyor..

Wednesday, January 03, 2007

Looking Back To 2006

2006'yı da geride bırakırken:


-Yılın kendimle ilgili en önemli olayı, üniversiteden mezun olmam ve okul devam ederken bir müzik dükkanında çalışmaya başlamam oldu.

-Yılın dünya çapında en önemli olayının ne olduğunu ise bayağı düşündüm ama bulamadım..

-Yılın en başarılı bilgisayar oyunu Pro Evolution Soccer-7 idi.

-Yılın kulaklarımın pasını en çok silen albümü Amorphis / Eclipse idi..

-Yılın en "Bu yaşta böyle müzik mi yapıyorlar hala?" dedirten grubu olarak da Pet Shop Boys ve çıkarttıkları Fundemental albümü geliyor akıllara.

-Yılın en bomba konseri 1 Şubat'taki Helloween Yeni Melek konseriydi.

-Yılın izlemekten en keyif aldığım filmi A History Of Violence idi.

-Yılın en herkesin ilgisini çeken organizasyonu dünya kupasıydı ama Zidane'ın kafası İtalya'nın şampiyonluğundan daha fazla alakadar etti herkesi.

-Yılın tarzına ve üslubuna en hayran kaldığım kişisi Ahmet Çakar'dı(Çok ciddiyim)

-Yılın en artık bu işi bırakması gereken futbol spikeri yine İlker Yasin'di.(Hem gol hem penaltı?!)

-Yılın hakkında en çok espri ürettiğim kişisi Zihni Şahin idi(Muz orta...)

-Yılın en "İyi ki tanışmışım" diyebileceğim kişisi olarak Cem Alpay'ı seçiyorum..

-Yılın en yanlış zamanda en yanlış şeyleri söyleyen kişisi de Can İnandım'dı tabi ki.

-Yılın en çok tüketilen içkisi bira olsa da en heyecan verici içki olarak yılın sonlarında hayatıma giren Absinth'i gösteriyorum.

-Yılın kendi açımdan en hareketli ve stresli ve bir o kadar da mutlu günü olarak 14 Mayıs'ı seçiyorum.(Aynı gün içinde Blind Guardian konserinde açılan standda yaşanan yoğunluk ve çok zor gelen Galatasaray şampiyonluğu asla unutulmayacak)

Yılın en maceralı günü olarak 1 Eylül’ü seçiyorum.Bilen bilir gerçi de (Alper, Bihter, Buğra ve Erhan) bizim evde alkol duvarına toslamamızla başlayan ve Moda’nın serin sularına uzanan maceranın yaşandığı gündü bu.

-Yılın en uzak durmaya çalıştığım trendi yerli dizi furyası oldu.

-Yılın en fenalık getiren yeri olarak Taksim’i seçiyorum.Bu kadar gereksiz, dengesiz, şuursuz insan topluluğu nasıl ve neden dolaşıp durur amaçsızca Taksim'de hala anlamış değilim.