Monday, November 12, 2012

Arapçanın Mucizesi...



Ne içtiysen aynısından istiyorum...

Monday, November 05, 2012

Ingvar Ambjörnsen - Beyaz Zenciler


"Beyaz Zenciler; uyku tulumları, sırt çantaları ve bira kasalarıyla çingene hayatı yaşayan dumancılar, beyazcılar, asitçilerdir...Beyaz zenciler şairdir, çılgındır, düş kurmayı ve küfretmeyi severler.Onları en iyi polisler tanır!..Beyaz zenciler, mahkum edildiğimiz rezil, yoz, televizyon dizilerine benzeyen hayatlardan; eğitim, kariyer, başarı ve benzeri cüce düşüncelerden nefret ederler...Beyaz zenciler sevgi edebiyatı yapmazlar, severler.Bütün enerjilerini kendilerini garantiye almak için harcayanların hiçbir zaman anlayamayacağı kadar çok severler..Beyaz Zenciler gerçekten düzen karşıtıdırlar, tüm ideallere ve ideolojilere karşı ihanet içindedirler.Onlar toplum dışına atılmamışlardır, orada "imkansızın kıyısında öfkeli ve eğri bir hayat" yaşamayı seçmişlerdir..." Norveçli yazar Ingvar Ambjörnsen'in kitabı "Yerleşik toplumdışı"ların, uyumsuz, depresif, yalnız, alkolik, düzen karşıtı, hiçbir yere ait olamayan küçük kahramanların hikayelerini anlatıyor. Kitabı ikinci defa okuyorum, hala hemen hemen her sayfasında kendi hayatımdan birşeyler buluyorum...

Paradise Lost


Uyarı:

Forever: Shades Of God, Icon, Draconian Times;
Failure: One Second, Host, Believe In Nothing


...ve benzeri zihniyetlere sahip olanlar bu yazıdan uzak dursunlar lütfen. Çünkü ne kadar haddime düşmese de Britanya tarihinin en çok risk almış müzik grubunu olabildiğince tarafsız biçimde değerlendirmeye çalışacağım. Özellikle “Metal grubu” ifadesini kullanmadım çünkü Paradise Lost’u müzikal açıdan kalıplara sokmaya çalışmanın yanlış olacağını düşünüyorum. Grup, doom/death metal ile başladığı yolculuğuna sıkı bir evrim süreci geçirdikten sonra bugünlerde oldukça popüler olan “köklerine dönüş” mantalitesi ile devam ediyor. Ama değişmeyen tek bir gerçek var ki onlar her zaman müziğin karanlık tarafında yer aldılar ve bundan sonra da öyle olacaklarından kimsenin şüphesi yok. Paradise Lost, adını 17.yüzyılda İngiliz şair John Milton’ın yazdığı epik şiirden almıştır. Şiir, düşmüş melek Lucifer’ın Adem ile Havva’yı saptırmasını ve Adem ile Havva’nın cennetten çıkarılışını konu edinen, ilk kez 1667 yılında on kitap halinde basılmış olan bir eserdir. Grup, 1988 yılında gitarlarda Gregor Mackintosh ve Aaron Aedy, bas gitarda Stephen Edmondson, davulda Matthew Archer ve vokalde Nick Holmes’dan oluşan kadrosuyla İngiltere’nin Halifax şehrinde kurulmuştur. Günümüzde bu orijinal kadrodan yalnızca davulcu Matthew Archer grup ile birlikte değildir, diğer 4 müzisyen kuruluşundan bu yana kadrodadır. Paradise Lost’un 1990 debutu Lost Paradise, 91 çıkışlı Gothic ve 1992 yılına ait Shades Of God albümlerinin zamanına göre oldukça farklı çalışmalar olduğu inkar edilemez. Özellikle Death Metal’in oldukça popüler olduğu bu dönemde bu üç albüm gerçekten biraz sıra dışıdır. Lost Paradise ve Gothic, Paradise Lost’un Doom/Death Metal türünü başarı ile icra ettiği ilk iki albümüdür. Lost Paradise, Paradise Lost tarihinin en sert ve agresif uzunçaları olmasının yanı sıra çok kötü bir albüm kaydına sahiptir. Grup elemanları, bu albüm için bir stüdyoya kapanmış, stüdyoyu dağıtana kadar birçok parça kaydetmiş ve içlerinden iyi olduklarını düşündüklerini seçip geriye kalan parçaları bir daha asla yayınlamamışlardır. Yıllar sonra Gregor Mackintosh Lost Paradise için şu yorumu yapmıştır: “A first album is a first album, you don't really know who you are or what you’re doing”…1991 çıkışlı Gothic albümünün ismi ise albümdeki havayı tamamen yansıtmaktadır. Karanlık, kasvetli, uğursuz bir atmosfere sahip albüm, Gothic Metal türünün ortaya çıkmasına katkı sağlamış, hatta söz konusu türün standartlarını belirleyen önemli bir eser olmuştur. 1992 yılında yayımlanan Shades of God albümünde ise grup Death/Doom metalden uzaklaşarak Gothic/Doom/Heavy metal arası bir tarz ortaya koymuştur. Grubun eski albümlerindeki sertliği ve Nick Holmes’un brutal vokalleri tamamen ortadan kaybolmamış ise de sound biraz daha melodiktir ve vokaller biraz daha temiz tonlardadır. Albümde yer alan Mortals Watch The Day, Daylight Torn, Pity The Sadness ve As I Die, Paradise Lost tarihinin en sağlam parçalarından birkaçıdır. 1993 yılında çıkan Icon, grubun tarihinde o zamana kadar eşi görülmemiş yoğunlukta bir melankoli ve hüzün içerir. Albümdeki gitar melodileri insanın tüylerini diken diken edecek kadar acı dolu ve etkileyicidir. Vokaller aynı şekilde akılda kalıcı, insanın ruhuna dokunacak kadar hüzün doludur.(Gothic/Doom metal, herhalde bundan daha başarılı icra edilemez) Daha önce hiç yapılmamış olan bir şeye imza atarlar ve o dönemde kendilerine tarz olarak benzeyen pek grup bulunmamaktadır. Icon, Embers Fire, Joys Of The Emptiness, Dying Freedom, Colossal Rains, True Belief gibi yıllar yılı hatırlanası şarkılar içerir. Hele True Belief’deki gitar tınıları Greg Machintosh için “Bunu çalarsa anca Mackintosh çalabilir” diye bir yorumun ortaya çıkmasını sağlamıştır. Kendi adıma Paradise Lost tarihinde birinci sıraya koyduğum bu albümü anlatacak fazla kelime bulamıyorum ve geçiyorum bir başka şahesere… 1995 yılında çıkan Draconian Times, evet bir metal albümüydü ama aslında bundan daha fazlasıydı. Anlaşılması mümkün olmayan şarkı sözleri, parçalardaki keskin iniş-çıkışlar ve insanı etkisi altına alan inanılmaz Nick Holmes vokali ile Draconian Times’ı anlamak oldukça zor; anladıktan sonra (Bunun için albümü en az üç-dört kere dinlemek gerekiyordu) ise kendini albümün etkisinden kurtarabilmek daha zordu. Bu albümde yer alan Hallowed Land, The Last Time, Forever Failure, Elusive Cure, Yearn For Change, I See Your Face gibi kalplere sakat parçalarla Draconian Times, metal müzik tarihinin en çok acı veren albümlerinden biri olmayı hak etmektedir. Paradise Lost, 1997 yılında hislerini artık sert gitar tonları ve kirli vokaller ile değil de psychodelic etkileşimler ve tertemiz vokaller ile ifade etmeye karar verdiğinde ortaya One Second çıktı. Grubun eski bir çok fanı albümü yeterince "metal" olmadığı için eleştirdi.”Nerede eski Paradise Lost?”soruları sorulmaya başlandı. Ama albüm gitar tonları yerine karanlık konsept ve müzikaliteye odaklanan az sayıda Paradise Lost fanı için hazine değerindeydi. Bu anlamda yıllar sonra Nick Holmes ile bir dergide yapılan röpörtajda ”Neden bir One Second daha yapmıyorsunuz?”sorusuna grubun vokalisti: ”Çünkü bir kez yaptık” şeklinde cevap vermiştir. One Second albümünde klavyelere o zamana kadar görülmemiş şekilde fazla yer verilmiştir. Parçaların nakarat kısımları da aynı şekilde daha önce olmadığı kadar melodik ve akılda kalıcıdır. Elektronik sample'lar şarkıların içine bolca yerleştirilmiştir. One Second, Say Just Words, Lydia, The Sufferer, This Cold Life, Disappear albümde en çok öne çıkan parçalardır. 1999 yılı Paradise Lost’un müzikal evriminin zirve noktasıdır. Yayınladıkları Host albümünde neredeyse hiç gitar kullanmayan ve tamamen elektronik öğelere yer veren Paradise Lost, nasıl oluyorsa hala kendini dinletebilmektedir. Grubun Depeche Mode’a benzetilmesi, tarzının artık "dark-pop" şeklini aldığı yönünde yorumlar yapılması bu döneme denk gelir. Ancak yine sadece müziğe odaklanabilen dinleyiciler, Nothing Sacred, In All Honesty, Behind The Grey, Year Of Summer gibi nefis parçaların tadını çıkaracaklardır. Grup, yine sadece yapmak istediği müziği yapmış, ama bunun sonucunda birçok metal müzik dinleyicisinin nefretini kazanmıştır. Grubun birçok fanı, One Second ile farklı bir yöne sapmış olan grubun Host ile kendi kendini bitirdiğine inanmıştır. Ancak Paradise Lost’un müzikal evrimi hiç durmadan devam edecektir. Grup, Host'dan sonra bu albüm ayarında bir albüm daha üretmek yerine cılız gitarlarla ve bol efektli vokallerle Believe In Nothing'i kaydetmiştir. 2001 senesinde çıkan bu albüm kanımca Paradise Lost tarihinin en vasat albümü olmakla beraber giriş parçası I Am Nothing ve enteresan bir video klibi olan Fader”ın hatrına CD arşivimin bir köşesinde durmaktadır. Albüm, Alternatif Rock tarzına yakın bir çizgidedir ancak içindeki şarkılar genel olarak yaratıcılıktan ve dinleyiciyi etkilemekten uzaktır. Believe In Nothing’den bir sene sonra yayınlanan Symbol Of Life albümünde grup elektro gitarları tekrar etkin biçimde kullanmaya başlamıştır. Birkaç parçada solo gitarlara yer verilmiştir. Grubun eski "metal" günlerine dönüş sinyallerini bu albümle birlikte vermeye başladığı söylenebilir. Buna rağmen elektronik müzik etkileşiminden vazgeçilmemiş, sample’lar hemen hemen her parçada kullanılmıştır. Symbol of Life, lirikleri açısından Paradise Lost’un en depresif albümlerinden biridir. Şarkı sözlerinde doğrudan ve yoğun biçimde intihar teması işlenmiştir. Erased, Perfect Mask, No Celebration ve albümle aynı adı taşıyan şarkı albümün öne çıkan parçalarıdır. 2003 yılında ülkemizi Lacrimas Profundere ile birlikte ziyaret ederek Kemancı Bar’da bir konser vermişlerdir. Türk seyircisinin eski albümlerine olan düşkünlüğünün farkında olan grup playlistinde normalde hiç çalmadığı eski parçalarına yer vermiştir. Hatta Gothic albümünden Eternal’ı bile çalarak beni ve mekandaki birkaç yüz PL fanını şaşırtmıştır. Grup, 2005 yılında son dönemlerinde sıklıkla kullandığı elektronik öğeleri bir önceki albüm Symbol Of Life’daki hafif endüstriyel, modern gitar soundu ile birleştirme temelinde şekillenen ve basitçe Paradise Lost adı verilen albüme imza atmıştır. Albümde her zamanki karanlık hava korunmuştur. Gitarlar bir önceki albüme göre biraz daha sert tonlarda, müzik biraz daha metale yakındır. Paradise Lost albümü, grubun Draconian Times ile One Second albümlerinin etkilerini taşıması bakımından müzikal anlamda bu iki albümün arasında bir yerde yer alan hoş bir albümdür. Don’t Belong, Grey, Forever After, Sun Fading, All You Leave Behind ve Over The Madness albümün dikkat çekici parçalarıdır. Özellikle Over The Madness’in kapanış solusu insanın tüylerini diken diken etmekte, Gregory Mackintosh’un hala neler yapabileceğini göstermektedir. 2007 yılında grup kanımca Host’tan sonra o güne kadar yaptığı en iyi esere imza atacaktır. In Requiem, grubun yeni plak şirketi Century Media Records tarafından yayınlanan ve grubun metal müziğe resmen geri döndüğünü simgeleyen oldukça başarılı bir albüm olarak raflardaki yerini alacaktır. Albümde kuvvetli biçimde Draconian Times havası hissedilmektedir. Özellikle ikinci parça Ash&Debris, sanki 90'larda kaydedilmiş gibidir. Bazı parçalar oldukça sert gitar tonları ile açılmakta, bu agresiflik ilerleyen bölümlerde yerini hüzünlü melodilere ve Nick Holmes’un karanlık sesine bırakmaktadır. (Söz konusu tempo değişimini en iyi özetleyen parça albümün 5.parçası olan Requiem’dir). Bazı parçalar ise tamamen Holmes’un kasvetli vokali üzerine kurulmuş, enstrümanlar sanki arka plana atılmış gibidir (Praise Lamented Shade, Unreachable) Albümde zaman zaman orkestra kullanılmış, özellikle grubun son yıllarda yaptığı en iyi parçalardan biri olan The Enemy’de yer alan orkestral koro şarkıya muazzam bir şekilde oturmuştur. In Requiem’de birçok sıkı parça yer almakta olup benim favorilerim Ash & Debris, The Enemy, Requiem, Prelude To Descent ve Fallen Children’dır. Paradise Lost, Unirock Festivali kapsamında 18 Temmuz 2009 tarihinde Küçükçiftlik Park’ta bir kez daha fanlarıyla buluşmuştur. Son albümleri In Requiem’den birkaç parça çalmış olmasına rağmen ağırlığı yine seyircinin beklediği gibi eski klasiklerine vermiştir. İstanbul konserinden birkaç ay sonra Paradise Lost 12.uzunçaları olan Faith Divides Us – Death Unites Us’ı yayımlanmıştır. Bu albüm, ilk dinleyişte grubun In Requiem’in kaldığı yerden devam ettiği havası yaratıyor olmasına rağmen soundda yine bazı değişiklikler görülmektedir. Herşeyden önce grubun eski fanlarının da sevebileceği bir metal albümüdür. Nick Holmes; temiz vokalleri ile eski albümlerde uyguladığı gırtlaktan kirli, sert vokallerini harika biçimde harmanlamayı başarmıştır. Davullar, bazı yerlerde grubun 90’ların başındaki haline yaklaşır biçimde hızlı ve agresiftir (Frailty, The Rise of Denial, Universal Dream). Parçalardaki korolar son derece vurucu olup sıklıkla enfes gitar melodileriyle desteklenmişlerdir. (As Horizons End ve albümle aynı ismi taşıyan parçada bunun en güzel örneklerine rastlanılabilmektedir) Paradise Lost, Faith Divides Us – Death Unites Us albümünde Doom/Death metalden, Gothic Metal’e, oradan da elektronik etkileşimli Gothic Rock’a ve nihayetinde tekrar Gothic Metal’e doğru ilerleyen kariyerinin tüm evrelerinde ürettiği materyallere parça parça yer vermiş gibidir. Bu bakımdan grubun tarihçesini ve geçirdiği müzikal evrimi en iyi şekilde yansıtan albüm olma özelliği taşımaktadır. Albümün kanımca en sıkı parçaları As Horizons End, I Remain, Frailty, Faith Divides Us - Death Unites Us ve Last Regret'tir. İçinde bulunduğumuz yılda grup Tragic Idol adındaki 13.albümünü yayınlamıştır. Albümü henüz dinlemediğim için bu yazıya eklemiyorum.(Belki ilerde ayrı olarak kritiğini yaparım) Ancak neyle karşılaşacağımı oldukça merak etmekteyim. Söz konusu grup Paradise Lost gibi kariyeri boyunca birbirine çok benzeyen üst üste iki albüm yapmamış bir grup olunca merak etmemek de mümkün olmuyor zaten…