Wednesday, September 19, 2012

Helstarring In Istanbul - 14.09.2012

Power/Speed Metal tarzında yıllara meydan okuyan baba gruplardan Helstar'ın (Kendileri "Biz Texas Metali yapıyoruz" diyorlar) kuruluşunun 30.yılı şerefine çıktığı dünya turunda buralara da uğrayacağını duyduğumda çok sevinmiştim.Haftalar öncesinden konser biletini Hammer Müzik'ten aldığımda içimde "Acaba az bilet satılırsa konser iptal olur mu?" endişesi vardı..(Türkiye'de bu son dakika iptalleri moda oldu..Özellikle Unirock grubu bunu çok sık yapıyor) Ancak Hammer Enis'in "Merak etme organizatörler 10 kişi de bilet alsa yapacakmış konseri" lafını duyduktan sonra rahatladım..

Konser 14 Eylül Cuma akşamı Taksim'de The Mekan adlı bir barda düzenlenecekti.Oraya daha önce bir kez gitmiştim.O zamanki adı Oldschool idi..Alt katında türkü bar bulunan, sahnesi çok küçük, izbe bir mekandı..Sanırım işletmecisi değişmiş ama içerisi değişmemiş..Tabi ki de Helstar gibi bir grubu çıkartmak için pek uygun bir yer değildi, ancak Türkiye şartlarında ancak bu kadar oluyor..

Saat 10 civarı konser mekanına girdiğimde Helstar'ın alt grubu olarak yer alacak The Order of Chaos henüz sahmeye çıkmamıştı ve içeride yaklaşık 80 kişi vardı.Etrafta birkaç tanıdık yüz gördüm.Kısa bir süre sonra da Murat ve Oğuzhan geldi..Sohbet ettik, birşeyler içelim dedik ve o da ne..Biranın 12 TL'ye satıldığını gördük..(Mekanın bu işi bilmediğinin göstergesi bu) Bira yerine sek votkayı tercih ettim (3 TL fark ile).En azından içine su karıştırma ihtimalleri yok...

The Order of Chaos, yaş ortalaması oldukça düşük olan Kanadalı bir grup.Tarzları Helstar'ın son haline benziyor..(Thrash/Power denebilir) Vokalistleri bayandı ve sesi oldukça kuvvetliydi..Her zamanki gibi ses sistemi berbat olduğundan ve gitarlar doğru dürüst duyulmadığından grubu eleştirmem yersiz olacak..Ama grup hakkındaki ilk izlenimlerim olumluydu..(KUMAŞLARI İYİ!)

The Order of Chaos sahnede 1 saat kadar kaldıktan sonra Helstar'ı beklemeye başladık.Helstar, 1995 yılında yayınladıkları Multiples of Black albümünden sonra dağılmış, 2007 senesinde ise davulcuları hariç Remnants of War kadrosuyla geri dönmüştü.Ancak yeniden birleştiklerinde soundları da değişmiş, power/speed metalden ziyade thrash metale yakın bir tarza yönelmişlerdi.Konserde 2010 yılında çıkan son albümleri Glory of Chaos'a ağırlık vereceklerini ancak Remnants of War, A Distant Thunder ve Nosferatu dönemindeki klasiklerini es geçmeyeceklerini tahmin ediyordum.

Saat 11'i biraz geçe James Rivera ve arkadaşlarının backstage'e yöneldiğini gördüm.Konser organizatörleri de hemen backstage'in kapısında bekliyordu.Grup elemanlarından imza almak için Remnants Of War albümünün CD'sini yanımda getirmiştim.(Ne de olsa kadrodaki 5 kişiden 4'ü o albümde çalmış olan adamlardı) Ben daha organizatörlere "Gruptan imza alabilir miyim?" diye sormadan onlar elimdeki CD'yi görüp "Oo CD getirmişsin.İmza almak istiyorsan içeri geçebilirsin" dediler.Şaşırmış bir vaziyette backstage'e girdim.İçeride, küçücük bir odada Helstar elemanları ısınma hareketleri yapıyorlardı.James Rivera'ya yönelip "Would you please sign this for me?" diyip CD kitapçığında grubun 1986 senesinde çekilmiş bir fotoğrafının yer aldığı sayfayı uzattım.Cevap açık ve netti: "After the show.." Bunun üzerine üstelemeyip dışarı çıktım ve grubu beklemeye başladım.

11 buçuğa doğru Helstar, The Mekan'ın ufacık sahnesine çıktı ve daha ilk şarkıda Rivera'nın mikrofununun sesi kesildi..Ama efsane solist moralini bozmadı, sahnenin yanında bulunan ses ekibine gerekli işeretleri yaparak durumu idare etti.

Hemen hemen bütün metal konserlerinde olduğu gibi ses düzeni berbattı.Bas gitarı duymak imkansızdı.Gitarları ise ancak bildiğimiz şarkılarda kulak aşinalığı sayesinde zar zor ayırt edebiliyorduk.Hayatımda gördüğüm ilk zenci metal davulcusu Michael Lewis ise sanki 40 yıldır grupta çalıyormuş gibiydi.Harika bir performans sergiledi.James Rivera da bu iğrenç ses sisteminde yapabileceğinin en iyisini yaptı.İlerleyen yaşına rağmen sesinden henüz hiçbir şey kaybetmediğini herkese gösterdi..

Helstar, beklediğim gibi konserde son iki albümü The King of Hell ve The Glory of Chaos'a ağırlık verdi..Yeni parçalarını çalarlarken sanki sahnede Helstar değil de bir oldschool thrash metal grubu vardı..Hızlı ve gaz son dönem parçalarından seyirciye bolca ikram ettiler..Ancak benim ve oradaki hemen herkesin beklentilerini boşa çıkarmayıp eskilerden Burning Star, Remnants of War, Conquest, Evil Reign, The King Is Dead, Winds of War, Baptized in Blood, To Sleep Per Chance to Scream gibi klasikleri aralara serpiştirdiler..Özellikle Winds of War benim için konserin en uç noktasıydı..James Rivera, parçayı sanki 26 sene önce albümü kaydederken söylediği gibi söyledi..

Helstar konseri, yaşadığım en değişik konser deneyimlerinden biriydi.Çünkü içeride zaten az kişi olduğundan ve pek çok insan da arkalarda takılmayı tercih ettiğinden dolayı sahne önü neredeyse bomboştu..İlk yarım saat grubu en önün birkaç sıra arkasından takip ettikten sonra "Bir daha nerden bulacağım bu fırsatı?" diye düşünerek en öne geçtim..Grubun gitaristi Larry Barragan, burnumun dibinde çalıyordu.Aynı şekilde elimi uzatsam solist Rivera'ya dokunabileceğim bir yerde izledim konserin büyük bölümünü..Bir daha böyle bir şans yakalayabilirmiyim bilemiyorum..

Grubun en eski elemanlarından basçı Jerry Abarca, konserin en enerjik ismiydi.İlerlemiş yaşına ve seyrelmiş saçlarına rağmen bir saniye yerinde durmadı..

Helstar, sahnede bir buçuk saat kadar kaldı..Bise çıktıklarında sahneye The Order of Chaos'ı da çağırdılar..Kapanışı şarkısı Run With The Pack'i iki grup elemanları birlikte çalıp söylediler..Bu esnada The Order of Chaos elemanlarının ve bazı seyircilerin stage-diving yaptıkları görüldü..Arada pogo yapmaya çalışan bazı hiddetli metalciler de vardı ama allahtan bir sakatlık çıkmadı...

Konserden sonra grup elemanları mekanda dolaşmaya başladılar..Yakaladıklarımdan imza aldım..Ayrıca aşağıda sevgili arkadaşlarım Murat ve Oğuzhan ile birlikte grup elemanlarıyla çektirdiğimiz fotoğraflardan birkaçını da paylaşacağım..Konserin en saçma diyaloğu ise tanımadığım bir metalci hatunla konserden sonra aramızda geçen diyalogdu..Daha önce hiç görmediğim bu kız, grup elemanlarının yanında dolaşıyor ve onlarla bir kaç kelime konuşuyor olmamdan dolayı olsa gerek, yanıma gelip "WHERE ARE YOU GO?" dedi..İlk başta anlamasam da sonradan jeton düştü..Beni ekipten biri zannetmişti..Bozuntuya vermemeye çalışarak "We are going to Do-Rock" dedim..Okey dedi, gitti..

Konser sonrası gerçekten de Helstar ve The Order of Chaos elemanlarıyla soluğu Do-Rock'da aldık..Yerli bir grubumuz bilindik metal parçalarını coverlıyordu.Ama hakkını vermek lazım, ismini bilmediğim solistlerinin sesi oldukça başarılıydı..

Helstar'ın çukulata renkli davulcusu Mikey Lewis ve solist James Rivera, grup Judas Priest-Painkiller'ı coverlarken sahneye fırlayıp bir canlı performans da orada sergilediler..

Saat 3 civarı yorgun argın ama mutlu bir biçimde evlerimizin yolunu tuttuk..Aklımdan Winds Of War'un sözleri geçerken uykuya daldım:

" On a cold night, in the winter winds
I lift my head, and stare to the stars
To find a path that will lead me out
To a place that will heal the scar
"



Ve fotoğraflar..


Ben, Helstar gitaristi Robert Trevino ve Oğuzhan:




Oğuzhan, Davulcu Mikey Lewis, Ben, Murat ve diğer gitarist Larry Barragan:




Ben, Rivera Baba ve Murat: (Soldaki dev kol kime ait bilmiyorum)




Sunday, September 16, 2012

İzlediğim Gruplar 1998 - ????

KREATOR - 06.06.1998
SAMAEL - 06.06.1998
OVERKILL - 29.05.1999
SENTENCED - 21.10.2000
PENTAGRAM - 18.01.2003
PARADISE LOST - 18.05.2003
OVERKILL - 07.11.2003
ANATHEMA - 20.06.2004
ANATHEMA - 02.10.2004
SEBASTIAN BACH - 07.12.2004
EVERGREY - 09.04.2005
ANATHEMA - 20.05.2005
SLAYER - 03.07.2005
IN FLAMES - 03.07.2005
HELLOWEEN - 01.02.2006
MICHAEL SCHENKER GROUP - 04.05.2006
NECROPHAGIST - 14.09.2006
ORPHANED LAND - 14.09.2006
SAMAEL - 14.09.2006
HOLY MOSES - 25.11.2006
SODOM - 25.11.2006
HAGGARD - 08.12.2006
ROTTING CHRIST - 22.04.2007
MISERY INDEX - 21.07.2007
GAMMA RAY - 21.11.2007
HELLOWEEN - 21.11.2007
SAMAEL - 30.01.2009
KEEP OF KALESSIN - 30.01.2009
POISONBLACK - 20.03.2009
KREATOR - 18.07.2009
PARADISE LOST - 18.07.2009
TESTAMENT - 29.07.2009
W.A.S.P - 19.11.2009
OVERKILL - 02.07.2010
OBITUARY - 02.07.2010
GRAVE DIGGER - 03.07.2010
AMORPHIS - 03.07.2010
NEVERMORE - 04.07.2010
THERION - 11.12.2010
BON JOVI - 08.07.2011
WHITESNAKE - 10.07.2011
JUDAS PRIEST - 10.07.2011
OPETH - 06.03.2012
HELSTAR - 14.09.2012
ONSLAUGHT - 14.10.2012
KATATONIA - 23.02.2013
DARK TRANQUILLITY - 04.05.2013
IRON MAIDEN - 26.07.2013
EUROPE - 28.09.2013
ANNIHILATOR - 11.11.2013

The Story's Over When The Crowds Are Gone




İlk gittiğim metal konseri 1998 yılında eski bir disko olan Andromeda'da düzenlenen Kreator&Samael konseriydi. Her açıdan çok değişik bir deneyimdi benim için .Öncelikle biraz korkmuştum çünkü yaşım küçüktü ve herkes bana ve yanımdaki arkadaşlarıma "ergen metalci velet" gözüyle bakıyor gibiydi. En büyük sorun ise mekanda yüzlerce kişi bulunmasına rağmen havalandırma sisteminin çalışmamasıydı. İçeride her geçen dakikada nefes almak zorlaşıyordu ve konserin sonunda tişörtümü üzerimden çıkartıp sıktığımda terlerin şapır şapır yere aktığını hatırlıyorum. Ben şahit olmadım ama bu konserde bir kişinin aşırı sıcaktan kalbinin durduğu ve hastaneye kaldırıldığı söylenir. Unutulmayacak bir başka hatıra ise o sıralarda elektronik müziğe ilgi duymaya başlayam Samael'in konserin bir bölümünde tamamen sample'lardan oluşan bir bölümü çaldığı sırada seyirciden yükselen "S....miş Samael" tezahuratı idi.."Demek ki davayı satan, metalden uzaklaşan gruplar hep böyle eleştiriliyor" diye düşünmüştüm çocuk kafamla...

Metal müzik konserleri Türkiye'de 1990'ların sonunda itibaren sıklaşmaya başladı ancak düzenlenen konser sayısı dünya ülkeleri ile karşılaştırıldığında çok düşüktü. (Bunun sebeplerinden sonraki paragraflarda bahsedeceğim) Yıllardır elimden geldiği kadar sevdiğim grupların konserlerinde bulundum. Bu esnada metal konserleri öncesinde ve sırasında yapılması ve yapılmaması gereken davranışları öğrendim. Örneğin konserin yapılacağı yere saatler öncesinden gidip kapının önünde beklemek bir anlam ifade etmiyordu. Çünkü kapılar açıldığında "grubu yakından görücem" diye en öne gitsen de bir süre sonra arkalardan bir sürü azgın metalci yardıra yardıra gelip en öne geçiyordu. Çoğu zaman yerimi kaybedip arkalara çekilmek zorunda kalıyordum. Ayrıca hiçbir metal konseri zamanında başlamıyordu. (Bazı konserlerde bir, iki saat hatta bundan da uzun süre grupların çıkmasını beklediğimi hatırlıyorum) Bu yüzden artık metal konserlerine mümkün olduğu kadar geç gidiyorum. Erken gelmişsem de kuyrukta beklemektense civarda demlenmeyi tercih ediyorum..Bir de siz siz olun, Maslak Venue'de düzenlenen konserlerde oradaki oto sanayi bölgesinde çalışan heriflerle tartışmaya girmeyin, bir anda toplanıp saldırıya geçebiliyorlar...(Karşılarında pek hoşlanmadıkları tipten adamlar görünce de daha saldırgan oluyorlar)

Türkiye'de düzenlenen metal konserleri ile ilgili öğrendiğim acı gerçek ise hiçbir konserin sold-out olmadığı ve olamayacağı idi. Grupların dünya çapındaki fan kitlelerini ve konserlerine gelen ortalama seyirci sayısını düşündüğümüzde ortaya çok komik rakamlar çıkıyordu. Pek çok yerde stadyum dolduran gruplar Türkiye'de köhne mekanlarda berbat bir ses sistemi ile bir avuç insana çalmak durumunda kalıyorlardı. (Örneğin Türkiye'ye ilk defa gelen Sodom gibi baba bir gruba sadece 600 kişi gidiyor, Paradise Lost gibi metal müzik tarihinde önemli bir yere sahip olan bir grup Kemancı'da 150 kişiye bar konseri veriyordu) Türkiye'de metal konserlerine katılımın bu kadar düşük olmasının en önemli sebebi bilgi eksikliği olmalı..Maalesef birçok önemli grubun değeri Türkiye'de hiçbir zaman bilinemeyecek ve belli tarzlarda hep aynı gruplar ilgi görmeye devam edecek. (Opeth, Blind Guardian, Dream Theater vs..) Dediğim gibi bu ülkede metal müzik dinleyen insanların çoğunun yeterli bilinç ve bilgi birikimi sahibi olduklarına inanmıyorum. Pek çok dinleyici sadece günümüzün trend olmuş gruplarını takip ediyor. Geçmişin iz bırakmış efsane isimlerini ve günümüzün çok bilinmeyen cevherlerini merak eden pek yok..

Türkiye'deki metal konserlerine katılımın düşük olmasının bir başka sebebi de insanların pintiliği kanımca..Gezmeye tozmaya, boğazına, üstüne başına fütursuzca para harcayan adamların nedense bir konser biletine 40 TL verirken elleri titriyor. Mümkünse çevresini kullanıp davetiye bulmaya çalışıyorlar. Bulamazlarda ya "Bu gruba o kadar para çok" diyip, ya da konser mekanının ses sisteminin kötü olduğunu ve bu şartlarda orada konser izlenmeyeceğini falan bahane edip ortada gözükmüyorlar. Oysa ki benim sevdiğim grupların konserine bilet aldığımda içimi bir tatmin duygusu kaplıyor. Gruba bir faydam dokunduğuna, bundan sonra yapılacak yeni konserler için organizatörlere cesaret verdiğime inanıyorum. Bilmiyorum yanlış mı düşünüyorum ama ben gitmezsem, öteki gitmezse, beriki gitmezse yakında organizatörler getirecek hiçbir grup bulamayacaklar gibi geliyor. Ha bir de, "param yok" diyip konsere gelmeyen adam yalan söylüyordur. Gerçekten o grubu izlemek isteyen adam bir şekilde para bulur izler..(Gerekirse konser alanında bekleyen insanlardan bilet parası istenebilir)

Geçen Cuma Helstar'ı izledikten sonra (Bir başka postta konseri ayrıca değerlendirmek niyetindeyim) böyle bir yazı yazasım geldi. Bu vesile ile şu güne kadar izlediğim grupların bir listesini yapma fırsatı buldum. 14 senede toplam 44 grubu izlemişim. Pek az, değil mi? Avrupa'da adam bir büyük festivalde bu kadar grup izliyor zaten..Neyse, Türkiye standartları ile dünya standartlarını karşılaştırmak her yerde olduğu gibi burada da yanlış. Tek elimden gelen, konser vermeye gelen sınırlı sayıda gruba ve zarar ettiği halde hala bir şeyler yapmaya çalışan birkaç organizatöre destek vermeye devam etmek. Belki ileride de Helstar gibi sürpriz isimler ile karşılaşırız, kim bilir...


Sunday, September 09, 2012

Kavga Yaparım...




Fotoğrafı Beşiktaş Çarşısı'nda çektim.Uyarı notu, ne zaman oradan geçsem üzerinin örtülü olduğunu gördüğüm bir eskici tezgahı üzerine yapıştırılmıştı..Öncelikle kadınların erkeklere göre hayvanları daha çok sevdiğini gösteren bir kanıt bu..Ancak şu yazıyı yazan herife sorulması gereken birkaç soru var: Neden takip edeceksin ki bayanları, oracıkta uyarsan olmuyor mu? Takip edip yakaladıktan sonra nasıl rezil edeceksin? Et yerine kedi maması koyan olursa sorun yok mu mesela? En önemlisi de kavga etmek, kavga çıkarmak felan varken neden kavga yaparım?

Dünyanın En Büyük Viski Şişesi

İskoç harmanlanmış viski üreticisi The Famous Grouse (Kendisini The Little Things yazı dizimizde ayrıca ele alacağız), geçtiğimiz günlerde dünyanın en büyük viski şişesini üreterek Guinness Rekorlar Kitabı'na girmeyi başardı. İçinde tam 228 litre viski bulunan şişe, The Famous Grouse'un 107.kuruluş yıldönümü için özel olarak hazırlanmış. Bir buçuk metreden biraz fazla uzunluğa sahip olan şişe, Çek Cumhuriyeti'nin başkenti Prag'da Bomma adlı firma tarafından üretilip 1931 km yol kat edilerek The Famous Grouse'un distilasyon evinin (Glenturret Distillery) bulunduğu İskoçya'nın Crieff bölgesine getirilmiş.

Bu alanda önceki rekor, 184 litrelik viski şişesiyle Jack Daniels'e aitmiş...






Friday, September 07, 2012

The Little Things Vol:4 - Hoş Geldin İddaa


Hani bir oyunu ilk defa oynadığınızda genellikle şans yanınızda olur, biraz tesadüfi galibiyetler alır, sürpriz kazançlar sağlarsınız ya..(Acemi şansı) Ben de İddaa oyununda bu olayı resimdeki maçlardan oluşturduğum 2 kupon ile yaşamıştım..İddaa'nın yeni çıktığı zamanlardı..Birçok ligin son haftası oynanırken biraz fantaziye kaçan yüksek oranlı 2 tane kupon yapayım dedim..Örneğin Belçika'da ligden düşmemek için rakibini mutlaka yenmesi gereken Heusden Zolder(Bu arada bu takımın adını o seneden sonra bir daha duymadım) yerine rakibi Genk'e oynadım..Türkiye liginden düşmesi kesinleşen Adanaspor'nın Denizli'yi yeneceğini tahmin ettim..PSG, o sıralar en iyi zamanlarını yaşayan Lyon'u eli boş gönderir dedim..Sonuç, kazanılan 100 küsür lira ve kuponu tutan her bahis oyuncusunun içinden söylediği "Keşke biraz daha bassaydım o kuponlara" lafı oldu..İddaa, daha sonraları da birçok defa sevindirdi beni ancak bu 2 kuponun yeri her zaman ayrı oldu...

Iron Maiden - The X Factor (1995)



Bu yazıda Iron Maiden fanlarının adını duymaktan pek haz almadığı, grubun 30 seneyi aşmış tarihçesinde bir kenarda kalmış ve üvey evlat muamelesi görmüş The X-Factor albümü hakkında kendi çerçevemden birkaç değerlendirmede bulunacağım…

The X Factor, Iron Maiden'ın çok eleştirilen, grubun birçok sadık fanı tarafından yerden yere vurulan 1995 çıkışlı albümüdür.Bruce Dickinson’un gruptan ayrılmasından sonra vokallerde Blaze Bayley ile kaydedilen ilk Iron Maiden albümüdür.Kötü bir prodüksiyonu vardır, özellikle gitar kayıtları çok boğuktur ve zor duyulmaktadır..Albüm, karanlık ve karamsar bir atmosfere sahip olması ve içinde yer alan parçaların genellikle ağır tempoda ilerlemesi sebebiyle o güne kadar yapılmış bütün Iron Maiden albümlerinden biraz farklıdır..

Bunlar albüm hakkında hemen herkes tarafından söylenen ve yıllar yılı kulaktan kulağa yayıılmış yorumlardır.Benim için ise biraz özel bir yere sahip olan, hatırlattığı güzel anılar nedeniyle özel bir yere koyduğum ve hala keyifle dinleyebildiğim bir albümdür The X Factor…Ayrıca söylenilenlerin aksine hiç de vasat bir albüm değildir, tek şanssızlığı o dönemde Iron Maiden fanlarının Blaze Bayley’den fazla bir beklenti içinde olmaları ve onun aynı Bruce gibi söylemesini beklemeleridir..Bir de klasik Iron Maiden çizgisinden uzak, daha progressive ve karanlık bir altyapısı olmasından dolayı hemen kabullenmesi, içine girmesi zor bir albümdür…Bu sebeplerden dolayı grubun diskografisi içinde değeri hiçbir zaman anlaşılamayan bir başyapıt olarak kalmıştır ve kalacaktır..

Anılara dönelim..1995 yılında Orta 3’e giderken metal müzik dinlemeye yeni başlamıştım.Metallica, Megadeth, Testament, Slayer kasetleri teybimde dönüp duruyordu.O zamanlar en yakın arkadaşım olan Umut'tan bir kaset almıştım bir gün.Grubu daha önce duymuştum: Iron Maiden.Albümü ise hiç duymamıştım.(Hatta bir süre isminin The X-Factory olduğunu sanmıştım).Kaseti teybime koyduğumda ufak bir şok geçirmiştim.Çünkü bir albümden hem de ilk dinleyişte böylesine etkilenmeyi beklemiyordum..Albüm sihirli gelmişti bana.Açılış parçası Sign Of The Cross'taki sonradan adının Blaze Bayley olduğunu öğrendiğim adamın güçlü ve ritmik vokali dikkatimi çekmişti hemen..Albümde, beni dinlerken başka dünyalara götüren pek çok riff vardı..Hele Judgement Of Heaven'daki gaza getirici hızlanma bölümü harikaydı...Bu albümdeki gitar melodileri gerçekten olağanüstüydü..(Şu ana kadar dinlediğim sayısız metal albümü arasında içinde en muazzam melodilerini barındıran albümlerden biridir)

Sonra ufaktan "Acaba neler anlatılıyor bu şarkılarda?" diye merak etmeye başlamıştım.Kısıtlı İngilizcemle kaset kapağında yer alan şarkı sözlerinden anlam çıkarmaya çalışıyordum.

Albümün etkisinden çıkmak zordu..Çok sık dinlediğimi hatırlıyorum…

O zamanlar samimi olduğum Emrah adında bir vatandaş vardı okulda.O da benim gibi acemi metalciydi o aralar, hatta bayağı deneyimsizdi.Bir gün kendisiyle The X-Factor hakkında konuşurken bir anda sınıftan Yaman adında bir arkadaşımız da ortak olmuştu muhabbete.Konu aynıydı, paylaşılan duygular aynıydı, ikimizin de içinde metal müzik heyecanı vardı.The X Factor albümü, Yaman ile güzel bir arkadaşlık kurmamı sağlayarak hayatıma bir başka atraksiyon katmıştır..

Daha sonraları Yaman'la süper eğlenmiştik.FIFA turnuvaları, soluksuz geçen basket maçları, birlikte müzik dinlemeler falan.Yaman'ın kankası Kerem'le de iyi arkadaş olmuştuk..İlk defa doğru dürüst bir arkadaş grubunun içine girmiştim.Okuldan sonra da çoğu zaman birlikteydik ve süper vakit geçiriyoduk.İkisi de çok iyi ve komik çocuklardı.

Hafızamı biraz daha zorluyorum..

1997 yılına gelmiştik.Orta sonun son zamanlarıydı.Okul bitiyor diye saçlarımı uzatabildiğim kadar uzatmıştım..Bir bahar günü Cuma sabahı okula gitmek için kalkmıştım.Ama efsanevi müzik programı Rock Market'i izlemek için normalden biraz erken uyanmıştım.(Rock Market, o zamanlar TRT 1’de Çarşamba geceleri geç saatte yayınlanıyor, Cuma sabahları saat 7'de de tekrar ediliyordu.Ben de Cuma sabahları biraz erken kalkıp programı izliyordum ve sonra servise yetişiyordum..)

TV’yi açtığımda Rock Market’in sunucusu Dr.Şener Yıldız’ın anonsunu duymuştum:

''Evet, Iron Maiden'ın son albümünden bir klip yayınlıyoruz şimdi.Klip elimize yeni geçti vee..''

Amanın Lord of the Flies giriyordu gümbür gümbür..

Muhteşem bir parçadır gerçekten.Yine de klibiyle beraber dinleyince kulağıma daha bir hoş gelmişti.Gaz olmuştum…

Parçanın nakaratı aklımdan çıkmıyordu,sürekli içimden söylüyorum.Okula gittiğimde heyecanlı bir biçimde Yaman'a anlatmıştım..”Abi bugün Rock Markette Iron Maiden’ın son albümünden Lord of the Flies’in klibini yayınladılar”..(Şimdi düşününce komik geliyor tabi..Ne de olsa internet sayesinde artık her video klibe, her albüme, her şarkı sözüne ulaşabiliyoruz)

Maiden aşkı tavana vurmuştu birden.Sınıfta ''Fortunes of war...fortunes of war...no pain anymore'' diye haykırmaya başladığımızı hatırlıyorum..

Zaman geçtikçe X Factor'ün sözleri iyice ilgimi çeker olmuştu: İnançların sorgulanması..İnandığımız ilahi kuvvetin var olup olmadığını bilemememiz sorunu..Hayatın tekdüzeliği..Savaş sonrası psikolojisi..Savaşın insanın içinde oluşturduğu zihinsel yaralar…Albümün şarkı sözleri de müzik kadar karamsar idi…

Son olarak şöyle bir anım vardır albümle ilgili.Okul servisinde Tümay adında, hayatında Heavy Metal dinlememiş bir kız vardı.Bir gün bir arkadaşımla servisin teybine zorla bu kaseti koydurmuştuk.(Teybin bozuk olmadığı ender zamanlardandı)Daha ilk şarkı bitmeden Tümay'dan ''Tamam ben bu kaseti alıyorum sonra getiririm'' sözünü duymuştuk..

Tuesday, September 04, 2012

İçki Koleksiyonu - 10 / Glenfiddich Single Malt Scotch Whisky (12 Years Old)



Yazı dizimizin bu bölümünü dünyanın en çok satan malt viskisine ayırıyoruz.Bilindiği üzere malt viskiler, harmanlanmış viskilerin aksine aynı cins tahıldan, yani %100 malt arpasından üretilir.Bu bakımdan 12 yıllık Glenfiddich'in beni biraz şaşırttığını belirtmem lazım çünkü tadı harmanlanmış viskilere biraz benziyor.Taze ve hafif bir aroması var.Kokusu ise malt viskilere özgü biçimde oldukça keskin ve hoş..Glenfiddich'in diğer bütün malt viskilere gibi buz eklemeden içilmesi gerektiğini, ancak kokusunu daha da açığa çıkartmak için bardağına çok az miktarda su ilave edilebileceğini söyleyelim...

Glenfiddich, İskoçya'nın Speyside bölgesinde üretilen bir viski markası.Aynı bölgede üretilen Glenlivet ve Macallan ile rakebet halinde.Glenlivet'i henüz tatma fırsatım olmadı.Ancak Macallan ile karşılaştırdığımızda aromalarının ve kokularının farklı olduğunu söyleyebiliriz.Macallan'ın içimi sert ve aroması baharatlı olduğu halde Glenfiddich'in tadının daha yumuşak ve içiminin daha rahat olduğu görülür.Bu bakımdan ilk defa malt viski deneyecekler için iyi bir seçim olabilir..

Glenfiddich, geyik vadisi anlamına gelmektedir ve üzerinde yana doğru bakan geyik figürü göze çarpar.Üçgenimsi bir şekle sahip şişesi, tasarım bakımından mükemmeldir..12 yıllık Glenfiddich'in şişesi yeşildir (15 yıllığı açık sarı, 18 yıllığı ise kırmızı renktedir..(Henüz bunları görme şansına erişemedim)

Sonuç olarak paraya kıyıp aldığım için hiç pişmanlık duymadığım bir marka oldu Glenfiddich..Kabul ediyorum, her zaman içilecek bir içki değil (Başka bir ülkede yaşasaydık bu mümkün olabilirdi) ancak özel günlerde bir şişe açabilirsiniz, kimseyi hayal kırıklığına uğratmayacağını garanti ediyorum...

Monday, September 03, 2012

The Little Things Vol:3 Sosyolog - Tezgahtar

2006 yılında üniversitenin son sınıfındayken Akmar Pasajı'nda yer alan Atlantis Müzik'te çalışıyordum. Önce part-time olarak çalışmaya başlamıştım, okul bittikten sonra da askere gidene kadar full time devam ettim. Bu dönemde pek çok dumur olay yaşanmıştı. Abuk subuk şeyler soran müşteriler (Korsan bayrağı, ilahi mp3'leri, Amerikan bayrağı baskılı külot, futbolcu dizliği, ESKİ İTALYA tişörtleri..ve daha niceleri), Misery Index konserine gittiğim gece tişörtleri dükkanın dışında unutmamız, efsane ve skandal konser maceraları (Haggard, Necrophagist, Sodom...) ve iş arkadaşlarım ile sürekli çevirdiğimiz geyikler ile genellikle iyi anılar ile hatırladığım bir iş yeridir Atlantis Müzik...

O günlerden birinde içeriye elinde fotoğraf makinesiyle bir kız girmişti. Etrafa bir süre bakındıktan sonra Roll dergisinden geldiğini, Akmar'da dolaşan insanlarla röpörtaj yaptığını, bana da birkaç soru sormak istediğini söylemişti..Kızla yaptığımız röpörtaj yaklaşık 20 dakika sürdüğü halde aşağıdaki resimde görülebildiği gibi yayınlanan kısmı sadece birkaç satır..Söylediklerimi o kadar makaslamışlar ki ortaya tuhaf ve eksik cümleler çıkmış..Örneğin birinci soruda (Akmar'da işler nasıl gidiyor?") Internetten müzik indirmenin albüm satışlarına zarar verdiğini ancak yine de belli bir kesimin CD almaya devam ettiğini, CD fiyatlarının belli kesimler için yüksek olduğunu, ancak müziğe destek vermek isteyen herkesin en azından 2.el albümleri satın alabileceğini söylemeye çalışmıştım...Bu sözler röpörtajda "Artık kimse orjinal CD almak istemiyor, insanlar haklı, CD fiyatları çok yüksek"şeklinde yayınlanmış..

"Neler dinliyorsun?" sorusuna "Genellikle rock ve metal dinlerim ama her müziği dinlemeye çalışıyorum. Bu ara 80'lere özel ilgim var" şeklinde cevap vermiş olmama rağmen beni yazıda sadece 80'ler dinleyen bir idiot gibi göstermişler..

Ayrıca üstü tarafta adımın yanında yer alan "Sosyolog - Tezgahtar" ifadesini gördükçe tebessüm etmeden duramıyorum...