Tuesday, February 28, 2006

Only in Turkey



Sadece Türkiye'de vuku bulduklarını düşündüğüm olaylardan birkaçı:

- Erkeklerin tek başlarına sokakta yürürken kafalarını sağa, sola ve arkaya çevirip çevreye karşı maximum hassasiyeti gösterdikleri, buna karşılık kızların tek başlarına sokakta yürürken "Aman erkekler beni rahatsız etmesin" güdüsüyle gözlerini yere diktikleri tek ülkedir Türkiye...

- Herhangi bir yerden bir ambulans veya itfaiye aracı geçtiğinde ve üzerinde bütün bakışların toplandığı tek ülkedir Türkiye...

- ICQ ve MSN gibi sohbet programlarında cinsiyetinizi kız olarak belirtmeniz halinde dakika başı ortalama üç erkeğin sizi listenize eklemeye çalıştığı tek ülkedir Türkiye...

- Her türlü kuyrukta (fatura yatırma kuyruğu, maç kuyruğu vs) herhangi bir sebeple mutlaka bir kavganın yaşandığı tek ülkedir Türkiye....

- 2.Amatör Küme futbol maçlarında bile şiddet olaylarının yaşandığı, hakemlerinin kovalandığı, seyircilerinin sahaya indiği, şike iddaalarının konuşulduğu tek ülkedir Türkiye...

- Minibüslerin, dolmuşların ve taksicilerin yol kenarında duran bütün insanlara korna çalıp onları araçlarına bindirmeye çalıştıkları tek ülkedir Türkiye...

- Cep telefonuyla konuşmanın yasak olduğu otobüslerde mutlaka bir yolcunun telefonla konuştuğu ve ona başka bir yolcunun "Hoop hemşerim kaza yaptıracaksın" şeklinde uyarıda bulunduğu tek ülkedir Türkiye...

- Zengininin solcu, fakirinin sağcı olduğu tek ülkedir Türkiye...

- Bedava herhangi birşey dağıtıldığında insanların birbirini ezdiği, devasa kalabalıklar oluşturduğu tek ülkedir Türkiye...

- İnsanların sokakta çekim yapan bir televizyon kamerası gördüklerinde mutlaka kameraya bir bakış attıkları tek ülkedir Türkiye...(Hatta bazıları bakmakla kalmayıp kameranın çevresine durarak konuşmaları dinlerler. Kimi zaman da kameraya çeşitli el kol hareketleri yaparlar)

- İnsanlarının içki içtikten sonra şiddet eylemlerine giriştiği, içlerinde önceden birikmiş nefretlerini döktüğü ülkedir Türkiye...

Sunday, February 19, 2006

Ne Yapıyorum?

Bu aralar:

- Yeni bütünleme sistemi sayesinde bir aya çıkan ara tatili tüketiyorum. Okula gidip notlarıma bakmayacak, derslerden geçip geçmediğimi arkadaşlarımdan öğrenecek kadar ilgisiz bir öğrenciyim.

- New Star Soccer diye bir oyun oynuyorum. Oyuncuya neredeyse "Kız arkadaşına alacağınız hediyenin parasını peşin mi ödeyeceksiniz yoksa taksit mi yapalım?" diye soracak kadar detaylı bir futbol menejerlik oyunu. Üstelik maç ekranı Sensible'ı hatırlatıyor acayip. O yüzden bayağı sardı..

- Votka içiyorum (Soğuk havalar nedeniyle genellikle Caddebostan Burger King'in ikinci katında)

- Telekoma karşı savaş baltalarımı çıkartıyorum. Her gün MSN'den elli kez düştüğüm, mesajlarımın karşı tarafa ulaşmaması falan yetmiyormuş gibi bir de fiber optik kabloların kopması ve yabancı sitelere erişilememesi alışıldık hale geldi. Böyle internet hizmeti mi sunulur...

- Ülkemin gündemine oturan gelişmeleri takip etmiyorum. Televizyonda Süper Baba dışında hiçbir şey izlemiyorum. Gazete okuma alışkanlığımı da kaybettim. Film izlemeyeli de uzun zaman oldu. Başladığım işleri bir türlü bitiremiyorum. Gittikçe kaos bağımlısı oluyorum..

- Yeni Whitesnake tişörtümle ortalıklarda geziniyorum. Benim gibi antika adama da böyle antika bi tişört yakışırdı zaten.

- Halı sahaya abone olduk sonunda. Her Pazar gecesi kramponlarımızı giyip yağmur çamur demeden sahaya çıkıyoruz.

Friday, February 10, 2006

Bir Halı Saha Maçının Düşündürdükleri (2003 Yılında Yazmışım)

09.10.2003
23:48:40

Başlık bulamadım bu yazıya diye giriş yapacaktım, bunu yazarken bile 3 kere yazım hatası yaptım. Aslında heyecanlıyım, içimde tatlı bi mutluluk var. (Zaten bu hissettiklerim olmasa oturup bu yazıyı yazmazdım heralde, Colin Mc Rae Rally oynardım) Yazıya dökebilecek miyim acaba içimdekileri, döksem kimin umurunda olacak, benden başka kim ilgilenicek merak etmiyorum değil.

Aslına bakarsak fazla zaman olmuş oturup yazmayalı. Formdan düşmüş olduğumu hissedebiliyorum. Ayrıca artık bilgisayarda arşivlemek istiyorum yazılarımı. O meşhur defterdeki yazışmalardan geriye kalan çok az kısmı. (Asla günün birinde yanıp kül olacakları aklıma gelmemişti, neyse) Mr.X ve Cem'in kendi gibi şebekçe yazılarını..Yıllardan beri gıdım gıdım ilerleyen şarkı sözleri arşivimi..Kağıt parçalarındaki eski, unutulmuş anıları..Binbir çabayla uğraşıp kağıda döktüğüm, kimi zaman beğenmeyip silgilerle haşat ettiğim onlarca sayfadaki yazıları bilgisayara geçirmeliyim.

1993 yılı..Böyle mi başlasam? Yok iyi olmadı. Hem zaman periyodunu sadece bir yıl içine sıkıştırmak hoş olmaz. (Bu arada annem "Bir gün de benden önce yattığını göreyim" dedi, o gün ne zaman gelecek ben de merak ediyorum)

Evet, 90'lı yılların başı..Güzel zamanlardı..Tabi hemen akla hemen şu soru geliyor: "O zamanlar daha kaç yaşındaydın ki be adam?" Bu soruya de şöyle bir cevap verebilirim: Yaşım küçüktü belki ama hafızama güvenirim. O dönemdeki gündelik hayatı, evde ve okulda yaşadığım olayların çoğunu gayet net hatırlıyorum. İnsanlar arasındaki ilişkilerin şimdiye göre daha az menfaat ağırlıklı olduğunu kendimden emin bir şekilde söyleyebilirim. İnsan dedik, insan sayısı bakımından metropolumuz İstanbul'un o zamanlar şimdiye göre daha nefes alınabilir bir şehir olduğunu düşünüyorum. Biz o yıllarda mahallede oyun oynayabiliyoduk, inanılmaz zevkli mahalle maçları yapabiliyoduk. Bunları yaparken arabaların oyunumuzu bölmesi nadiren yaşanan bir durumdu. Şimdi acıyorum bizim mahalledeki çocuklara. Hiçbir zaman mahallede bırakın top oynamayı rahat rahat koşturma şansları bile yok arabalar yüzünden.

90'lı yıllardan günümüze doğru gelindiğinde bir başka büyük değişim de güvenlik konusunda yaşandı. Çok iyi hatırlıyorum, o zamanlar gittiğim bütün evlerde kapılar zile basılınca hemen açılırdı. Şimdi ise anket işlerinden edindiğim tecrübelerden öğrendiğim kadarıyla kapılar açılmadan önce soruluyor: "Kimsiniz?" Güven eksikliği had safhada. Neden? Çünkü hırsızlık olayları inanılmaz derecede arttı (Arkadaşlarımın %70 inin en az 1 kere cep telefonu çalınmıştır son yıllarda) Çünkü sadece hırsızlık değil, hırsızlıkla beraber yaralama hatta öldürme vakaları arttı. Arabalar çalınıyor, insanlar gece vakti biryerlerde otururken gasp ediliyor, eve birşeyler satmak amacıyla girenler ev sahiplerini dolandırıyor. Aslında bunların hepsi tek bir şeyi ortadan kaldırıyor: Güven...

90'lı yılların başlarında "Tinercilerin kendilerine para vermeyen adamı vahşice öldürdükleri" başlıklı bir haber okudunuz mu hiç? Ya da "kapkaç" denilen kavram o zamanlar mevcut muydu? Hiç sanmıyorum..

Tabi son iki paragrafta yazdıklarımı okuyacak olan bir insan "E bunlar da durup dururken olmadı. İşsizlik arttı, açlık arttı. İnsanlar bu işleri biraz da karınlarını doyurmak için yapmaya başladılar" diyecektir. Diyebilir de. Bu yazının konusu bu değil. Son yıllarda insanlar arasındaki güvenin azalmaya başlamasının sosyolojik nedenleri hakkında daha fazla yazmak istemiyorum. Ya da neden bireyler arasındaki ilişkilerin büyük kısmı tamamen menfaate dayanıyor, bunu da başka bi yazıya saklamak istiyorum.

Müziksiz bir hayat düşünülebilir mi? Rock müzik gibisi var?

Gerçekten de Rock'ın 90'lı yıllarda, özellikle 90 ların başında tüm dünyada ve Türkiye'de -altın çağını yaşamasa da- inanılmaz rağbet gördüğünü kim inkar edebilir? Muhteşem albümlere tanık oldu o zamanları yaşayanlar. Nasıl kıskanıyorum Metallica-The Black Album'ü çıkar çıkmaz dinleyebilenlere..Veya Guns'n Roses'ın Use Your Illusion klasiklerini çıktığı gün raflardan alıp teybine takabilenlere. Birkaç albüm daha o yıllara damgasını vuran ve benim 90'ların başına müzikal anlamda sevgi ve saygı duymama neden olan:

Judas Priest / Painkiller (1990)
Savatage / Edge Of Thorns (1993)
Annihilator / Set The World On Fire (1993)
Overkill / Horrorscope (1991)
King Diamond / The Eye (1990)
Queensryche / Empire (1990)
Skid Row / Slave To The Grind (1991)


Ve muhteşem grubun muhteşem dönüş albümü:

Mercyful Fate / In The Shadows (1993)

Bütün bunlar benim o dönemin güzellikleri arasından seçtiklerimdi.

Gelelim bu akşama...

Kadıköy Anadolu Lisesi benim gönlümdeki okul olmuştur hep. Oturduğum yere yakın olmasından mıdır, bir kez yıllar önce okulum Üsküdar Anadolu Lisesi'nin onlarla oynayacağı basketbol maçını izlemek için okulun içine girdiğimde görkeminden acayip etkilenmemden midir bilmiyorum ama Kadıköy Anadolu Lisesi'ne her zaman sempati duymuşumdur. İstanbulda okuyamadığım için üzüldüğüm tek lisedir. (Herkes Galatasaray Lisesi veya Robert Kolej için söyler bunu genelde) Ayrıca KAL'de okuyan veya mezun olmuş tanıdıklarımın hepsi şeker gibi, dünya tatlısı insanlardır.

Böylesine sevgi ve saygı duyduğum bir okulun 1993 yılı mezunlarıyla, yani o çok özlediğim 90'ların başındaki dönemde delikanlılıklarını yaşamış insanlarla halı saha maçı yapma şansı buldum bu akşam. Kuzenim Nedim "Serhat bizim KAL tayfasının maçı var akşam, oynar mısın?" dediğinde bayağı heyecanlanmıştım..Hemen kabul ettim. Sevinçliydim, çünkü daha önce kuzenimin yıllığından 1993 yılı mezunları hakkında az da olsa bilgi edinme şansı bulmuştum ve şimdi onlarla yüzyüze tanışma hatta futbol oynama şansı bulmam beni mutlu ediyordu. Yıllıkta kuzenimin sınıfındaki kişiler için yazılmış bütün yazıları okumuştum. Hepsi de çok iyi ve komik insanlara benziyorlardı.

Gerçekten de süper insanlarmış! Hemen hemen hepsi kafa adamlardı..Bir yandan top oynuyorlar, bir yandan da aralarında şakalaşıyorlardı..Bana sıcak davrandılar. Etkilendim..Sadece o insanların karakterleri değildi beni etkileyen. Maçtan sonra şöyle bir düşündüm:"Liseden daha üç sene önce mezun olmama rağmen görüştüğüm iki ya da üç kişi kaldı. Lise yıllarında birlik beraberlikten söz edenler nerde şimdi? Bak şu adamlar 30'lu yaşlara merdiven dayamışlar, hala düzenli olarak bir araya gelip eğlenebiliyorlar. Hala paylaşabilecekleri şeyler var..."

Düşündüğüm zaman durumun vahim olduğuna kanaat getirdim. Cevaplarını aradığım sorular var. 15 Eylül'de, okulların açıldığı gün neden Üsküdar Anadolu Lisesi'nin bahçesinde 2000 mezunlarından ben dahil sadece dört kişi vardı? Lise zamanı "11 TM ruhu hiç kaybolmayacak, birbirimizden kopmayacağız" diyenler o sabah ne yapıyorlardı? (Üstelik daha önce internette 15 Eylül sabahı eski mezunların okulda toplanacağı mesajları geziyodu) Liseden kaç kişi hala birbirleriyle görüşüyor? Yıllığa "Veda etmiyorum, okuldan sonra da görüşeceğiz" yazanların kaç tanesi dediklerini yaptı? O yıllık yazıları sembolik değil miydi o zaman, sadece yer kaplamış olmak için yazılmış olmadılar mı?

Bu güzel insanların arasında birkaç saat geçirince birkaç şeyin farkına vardım. Öncelikle ben ve bizim dönemdekiler lisede sadece aynı ortamda bulunduğumuz için beraber gözükmüşüz. Yani bizde görünüşte bir beraberlik söz konusuymuş. Lise bitince o geçici beraberlik bir daha geri dönmemek üzere ortadan kalkmış.

KAL 93 mezunlarının birlikteliği ise gerçek bir birliktelikmiş. Onlar gerçekten dostlarmış. Göstermelik, yapmacık, günlük arkadaşlıklar kurmamışlar birbirleriyle. Birbirlerini ve içinde yedi senelerini geçirdikleri okullarını bizden çok daha fazla hatırlıyorlarmış. Örneğin okulun Talaş Böreği gününde tüm tayfa orada toplanıyormuş. (Bunu bu gece Emre Abi söledi, nam'ı diğer Yamyam)

Bizler lisede günleri tüketmişiz sadece, onlar günleri yaşamışlar deli dolu, olabildiğince samimi ve eğlenceli şekilde. Birbirlerine verdikleri değer asla azalmamış aradan on yıl geçse de. Bir araya geldiklerinde konuşabilecekleri hala çok şeyler var."Ah biz lisedeyken" ile başlayacak sayısız cümle kurabiliyorlar. Biz ise aradan sadece üç sene geçmesine rağmen tekrar bir araya bile gelemiyoruz...

Konuştuklarımın hemen hemen hepsi o dönemin sıkı rockerlarıydı. Zaten yıllık yazılarından da anlaşılıyordu bu..Kimisi arkadaşına "Özünü inkar etme olum, sen bir rockçısın. Benim Poison'ıma da laf etme" diye takılırken kimisi de yıllıkta kendisine ayrılan sayfanın bir bölümüne Kreator'ın Love Us Or Hate Us'ının sözlerini serpiştiriyordu: We will never be a part of this sick society. Hatta daha da ileri gidip "Rock the School, Roll the Teachers" yazan vardı. Yıllıkta yazısını okuduğum kişilerin çoğunluğu rock ve metal müziğin içindeydi. O güzel yıllarda ortalıkta tekno, hip-hop, nu metal zırvalıkları yoktu. İnsanlar ruhsuz müzikleri dinlemiyorlardı. Kendi lise dönemime baktığımda ise arada dağlar kadar fark olduğunu görüyorum. Koca okulda bizim dönem mezunlarından heavy metal dinleyen sadece iki-üç kişi vardı. Yıllıkta sadece benim sayfamda bir heavy Mmtal grubundan bahsedilmişti. (Helloween) Bunun dışında birkaç kişinin sayfasında Metallica'nın adı geçiyordu o kadar. Herhalde heavy metal yok oluyor bu ülkede yıllar geçtikçe. Dinleyici sayısı azalıyor. Asla 80'lerdeki ve 90'lardaki geniş kitleleri, mekanları, konserleri göremeyeceğiz sanırım. Asla sayıca o kadar kalabalık olamayacağız. Bu müziği dinleyenler toplum tarafından acayip, ucube, marjinal, şeytana tapan insanlar olarak görülmeye devam edilecekler..

Kısaca özetleyecek olursam, içinde bulunduğumuz zaman, çıkar ilişkilerinin zamanı maalesef..90'lardan 2000'lere geçtiğimizde etrafımızı yoğun bir ruhsuzluk ve güvensizlik ve kaplamaya başladı. Ne yazık ki o yıllardan günümüze doğru geldikçe müzikte de yobazlık yaşandı. Belki de o dönemde duygular daha saf, ilişkiler daha samimi, arkadaşlar daha gerçekti.


O yıllara dönmeyi ve herşeye baştan başlamayı isterdim...

Wednesday, February 08, 2006

Yaran Resimler



İ.Ü Vezneciler Kampüsünden Fatih Belediyesine doğru yürürken bir giyim mağazında görüp resmini çektiğimiz bu iş ilanı hakkında ne desek boş...Doğu bloku (Bloğu yazması gerekmez miydi?) dillerinin bilinmesinin şart koşulması civardaki Rus potansiyeline dikkat çekiyor. Bunun yanında aranılan temizlik görevlisinin temizlik aletleri kullana bilmesi şartı gerçekten çok zekice düşünülmüş..Hepsini geçiniz bu işin denizle ve yüzmeyle ne alakası olabilir? Dükkan sahiplerine şu linke bir bakmalarını öneriyoruz:

http://www.google.com.tr/search?q=ak%C4%B1l+fikir&ie=utf-8&oe=utf-8&aq=t&rls=org.mozilla:tr:official&client=firefox-a

Tuesday, February 07, 2006

Persistence of Time

Hiç neden yapayalnız bırakıldığınıza şaştığınız oldu mu? Yoksa kendinizi yanlız hissettiğinizde bu duruma yol açmış olan sebepleri bir kenara atıp sadece bir önce bu kasvetli duygudan kurtulmaya mı çalışırsınız? Sahip olduğumuz hemen herşeyin değerini onları kaybedince anladığımız gibi çoğu zaman yanımızda olduklarını düşündüğümüz insanların sıcaklıklarına aldanıp kendimizi güçlü hissediyoruz. Ama aslında bilmiyoruz ki bu geçici bir durum, hatta dış dünyamızda gördüğümüz hemen herşey geçici aslında. Tek bir gerçek var o da içimizde ve biz çoğu zaman ona aldırış etmeyerek kendimizi kandırmış oluyoruz. İçimizdeki gerçeği göz ardı ediyoruz, saplantılarımızın veya bir başka ifadeyle tutkularımızın bizi farklı yollara sürüklemesine izin veriyoruz. Bu yolun sonunda elimize hiçbir şey geçmeyeceğini bile bile (Gerekirse tırnaklarımızla kazıyarak ve kişiliğimizden bolca ödün vererek) ilerlemeye devam ediyoruz. Çoğu zaman insanlarla "takılıyoruz". Yanımızda bulunan kişilerin bundan bir süre sonra nerede olabileceklerini asla aklımıza getirmiyoruz. Kendimizi anın sıcaklığına kaptırıyoruz. Muhabbetler ediliyor, karşı cinse karşı ismini net biçimde koyamadığımız duygular hissediliyor. (Aşk var ise nedir, nasıl açıklanır?) Sonra yeni bir gün doğuyor ve yaşamlarımızdaki kahrolası kısır döngüler kusursuz bir monotonluk içinde sürmeye devam ediyor. Bu sırada bazıları "doğru kişi" diye bir kavramdan söz ediyor, acaba karşımıza bizi bu gidişattan çekip alacak, yeniden doğmuş gibi hissettirecek, herşeyiyle güvenip bağlanabileceğimiz bir insan çıkacak mı? Bu, yıllar geçtikçe umut olmaktan çıkıp endişeye dönüşüyor ve biz de öylece bakakalıyoruz...