Saturday, October 31, 2009

Mechanic Hippie



Albüm:...And Oceans/The Symmetry Of I,The Circle Of O


Nedir bu seslerin kaçtığı zeminden gelen içe işleyen renkler?
Bu, eski boş gelecek mi?
Yoksa heyecan veren kara tabiat mı?

Renkler içimde dolanıyor.
Aklım kuşatılmış, aşırı doz…
Sessizlik bana şırınga edilmiş…

Bu kırmızı teknoloji fırtınası içinde,
Hepimiz elastik solucanlar mıyız?
Bu paradokssal alanda,
Hiç enerjik atomlar var mı?

Spazmların nüksetmesi bu dansın ritmi olabilir mi?
Bu, neo-kültürel uzay gezisi mi?
Yoksa ebedi ipnoz kontrolü mü?

Yankı, var olmanın bir gölgesi mi?
Yoksa var olmamanın film müziği mi?
Sesler orkestral kabuslar mı?
Yoksa siyah ve beyaz yüzlerin eşanlamlısı mı?

Renkler içimde dolanıyor.
Aklım kuşatılmış, aşırı doz…
Ve beraberinde spazmlar geliyor…

Bu kırmızı teknoloji fırtınası içinde,
Hepimiz elastik solucanlar mıyız?
Bu paradokssal alanda,
Hiç enerjik atomlar var mı?

Feeling Guilty of Being Alive

KENDİMİ SUÇLU HİSSEDİYORUM:

- 27 yaşında olup da sanki 77 yaşındaki biri gibi sürekli kendime "Ah nerede o eski günler" diye sorup durduğum, zamanın tadını çıkarmak yerine geçmişe bağlandığım, özlediğim yıllarla ilgili hatıralarımı paylaşacak kimse bulamadığım ve onları içimde yok olmaya mahkum ettiğim için...

- Bir yandan bu dünyadan hiç bir zaman iyi bir yer olmasını beklemezken bir yandan da yaşamın akışı içinde hak ettiğimi sandığım iyiliklerin karşılığını almayı bekleyip kendi içimde ikileme düştüğüm için...

- Daha Cuma günü sona ermeden Pazar gecesini düşünüp durup dururken huzurumu kaçırdığım, anın kıymetini bilmeyip hep ilerisi için endişe duyduğum, herşeyi uzun vadede düşündüğüm, bu günübirlik dünyada kalıcı zevkler aradığım, "Ya tam olsun ya da hiç olmasın" diye zarar verici bir düşünce biçimine sahip olduğum için...

- Etrafımda iğrenilecek bazı insanlar olduğunu bilmeme rağmen sırf gerginlik çıkmasın diye her seferinde kendimi dizginlediğim, bu güne kadar içimi bastırılmış duygular ile iyice doldurduğum için…

- İnsanlara hak etmedikleri değerleri verme konusunda büyük başarı sahibi olduğum, gerçekten değer verilmeyi hak eden azınlığı da bir şekilde kendimden uzaklaşmayı başardığım için...

- Her gün kendi kendime sorduğum sorulara yenilerinin eklenmesine rağmen bu sorulara verilecek yanıtlar konusunda en ufak bir ilerleme kaydedemediğim, sıradan bir işi yaparken bile aklımın bir köşesinde "Ne için?" cinsinden soruların sorulup durmasına engel olamadığım için...

- Normal insanlar gibi olamadığım, yapamadığım, kimseye birşey kanıtlamak ya da hiçbir yoldan kimseyi etkilemek peşinde olamadığım ,hala müziğe ve bilgisayar oyunlarına para verdiğim ama doğru dürüst giyinmesini bile öğrenemediğim için…

- Dünyada her gün masum insanlar ölürken, insanlar açlık çekerken, başlarını sokacak ev ve karınlarını doyuracak para bulamazken, bir yandan doğa yavaş yavaş yok olurken ben tüm bunların ötesinde karamsarlığın pençesine düşüp egoistçe sadece kendimi kurtarmak istediğim için…


Evet Suçlu Hissediyorum!

Saturday, October 03, 2009

Bloodbirds




"The god of man is a failure
Our fortress is burning against the grain of the shattered sky
Charred birds escape from the ruins and return as cascading blood
Dying bloodbirds pooling, feeding the flood
The god of man is a failure
And all of our shadows are ashes against the grain"

Friday, October 02, 2009

Trajediler Mezarlığı

Bu "hayat" denilen, içine ne amaçla dahil olduğumuzu asla bilemediğimiz ve bilemeyeceğimiz döngünün içinde bulunduğumuz mekanlar ve zamanlar ne kadar sınırlı..Gücümüz fazla bir şeye yetmiyor..Zamanın akışını değiştirebiliyor muyuz?Ne kadar zenginliğe sahip olsak, ne kadar süper bir yaşamımız olsa, bize karşı ne kadar, sevgi, saygı duyulsa da de bir gün "büyük uyku" ya dalıp bu evrenden sonsuza kadar kaybolmayacak mıyız?Göz açıp kapayana kadar geçen bu saçma paradokslarla dolu döngünün içinde kim için ne kadar önem taşıyoruz?Önem veren veya önem verilen kişi olmayı hak etmek için neler yapmak gerekir?Birilerini ve/veya birşeyleri nasıl ve ne amaçla önemsediğimizi merak ediyorum..Soyut olan kavramlar üzerinden kesin konuçlara varmak imkansız..Üstelik tanrı bizi "görecelilik" diye bir ayrıştırıcı özellik ile yaratmış...Kendi adıma olay çok basit..Hala öğrenemedim; neden aslında hiçbirşeyi hak etmeyen, bana hiçbir hiçbir anlamda faydası dokunamayacak kişiler için fedakarlıklar göstermeye, durumu idare etmeye devam ediyorum ki?Ya da ucundan kenarından dahi olsa hiçbirşeyi paylaşamayacağımı bildiğim kişilerle neden yakın olmayı deniyorum acaba?İstediğim bu değil..Öyle bir noktadayım ki neyi istemediğimi gayet iyi biliyorken neyi istediğimden ise emin olamıyorum...Bu günlerde sadece bir parça huzurun eksikliğini mi duyuyorum yoksa elimdekilerin kıymetini bilmeyip boş yere sızlanıyor muyum?Neden hiçbirşey gerçek gibi gözükmüyor gözüme ve hiç kimseden tam anlamıyla emin olamıyorum?Yalnız olduğumu, hatta çoğu zaman hemen herşeyden kaçarak, uzaklaşarak benliğimi içe hapsettiğimi, böylelikle de kendime işkence ettiğimi kabul ediyorum..Ama acaba yanlızlığımdan bir tek ben mi sorumluyum yoksa bunda farklı yaşamsal faktörlerin da etkisi var mı?Sorulacak soru şu: "Acaba kendimi herşeyden soyutladığım için mi dünya bu kadar karanlık ve soğuk bir yer olarak görünüyor yoksa bu ruhsuz dünya üzerinde yaşayan abuk subuk insanlar yüzünden mi hissediyorum bu yalnızlığı"?Ayrıca böylesine arabesk edebiyatı yapmak ne ölçüde doğru?...Kendimi bildiğimden beri kendimi yargılıyorum ve eksiklerimin, yapamadıklarımın bilincindeyim..Ya günün birinde gerçekten kendimi kaybetmek isteseydim ve böyle çok uzaklara gidebilseydim..Tek bir kişi sahici bir gözyaşı döker miydi?Trajedilerin yattığı mezarlığa tek başıma uğurlanmayı istemiyorum..Hatta trajedileri boş tabuta yerleştirip o tabutun çivisini çakmak ve güvenli bir yere doğru uzaklaşmak istiyorum..Ne yapmam lazım durumu biraz olsun kurtarmak için?!

Friday, September 25, 2009

Kadın-Erkek İlişkileri Üzerine Harika Bir Yazı

Flying Dutchman'ın blogundan alınmıştır.Son zamanlarda okuduğum en keyifli yazılardan biri.Yazanın ellerine sağlık.


İLİŞKİLERDE TOP 10 İĞRENÇ ERKEK MODELİ:


1-Kereste Adam: "Lumber-man" de diyebilirsiniz bu adama. Hani kız arkadaşı "hayatım David Cronenberg'in son filmine gidebilir miyiz?" diye sorduğunda "ya Dilek şirketten 2 tane Maskeli Beşler bileti verdiler ya ne koronası, Opel Corsa Toyota Corona eheheheh" diye espri yapan öküz adam var ya işte o. Bu tiplerin Mustafa Kemal Atatürk'ün özdeyişine atıf yaparsak hayat damarı yoktur. Sanat anlayışı olabildiğince tekdüze olan bu adamı bir kitapevinde Rus romanlarının önüne götürseniz devreleri istop edebilir. Müzik, sinema, resim, kitap, sosyal hayat onlar için Polat Alemdar'ın bakışında gizlidir.

2-Hemzemin adam: Hani ortamlara akmak için sürekli arkadaş çevresini kullanan, ama amiyane tabirle sevgili yapınca arkadaşlarını silen ve taviz üstüne taviz veren "satıcı" var ya işte o adam. Bu adam ilişkisi yokken erkek arkadaşlarıyla kanka modundadır. Ne zamanki bir kızla tanışır, adamı bulmak mümkün olmaz. 10 senedir tanıdığın adam birden bir sevgi böceğine dönüşür. Ben yılların heavy metal dinleyicisinin sırf kız arkadaşına yaranmak için Hande Yener konserinde "hataaaayı ben en başındaa yaaaaptım" diye çığırdığını bilirim. Başında yaptın tabi, biz de başında yaptık seni adam bildik. Joe'nun deyimiyle bu adamların genellikle götü de yere yakındır o yüzden adı "hemzemin adam"dır.

3-Canciğer adam: Bu da 2 numaranın tam tersidir işte. Sevgilisi onun hayatında "interim coach" gibidir. Yani geçici kontratla işe alınır. Onun için kız arkadaşıyla yemeğe gitmek, aktiviteye katılmak, vakit geçirmek bir Play Station turnuvasından, bira ve patates eşliğinde maç seyretmekten, arkadaşarıyla masa üstü FRP oynamaktan aldığı tadın onda birini vermez. Bu adamların neden bir sevgilisi olduğunu merak ederim hep. Telefonunda son aranan 10 numaranın ilk 5 tanesi hala Ahmet, Hüseyin, Barış, Talat, Mahmut'sa niye sevgili yaptın arkadaşım. Blog yazarlarından birisinin sevgilisine "senden önce futbol vardı" dediğini de burdan açıklar ismini tahmin etmeyi artık size bırakırım. Baş harfi "tunchay".

4-Faşist adam: Bu adamın faşizmi siyasi anlamda değil, zevkler ve renkler anlamında. Şahsen bunun çok sık rastlamasam da bayan versiyonuna sinir olurum, erkeğin nasıl irrite edebilir olduğunu tahmin ediyorum. Her zevkini partnerine aşılamaya çalışan erkektir bu adam. Dinlediği müziği "al bak şunu dinle" diyerek ve sevgilisinin kulağına kulak pisliği taşlaşmış mp3 kulaklığını takarak, gittiği ve beğendiği Tarantino filmini zorla kız arkadaşına 3 defa izleterek hatta oturup bir de "bak bak çok beğeneceksin, bu da bir şov canım" diye Manchester United-Arsenal maçını izleterek sap olmaya doğru emin adımlarla giden adamdır bu. Arkadaşlar yıllardır anlayamadığınız şeyin artık farkına varın, kadınlar bizim hoşlandığımız şeylerin % 80'inden hoşlanmıyorlar.

5-Re-union adamı: Her zora düştüğünde camianın en simge adamını hocalığa getiren takım gibidir bu adamlar. Yıllar boyu unutamadıkları ve uzun sürmüş bir aşkları olur. Bir türlü unutamazlar ve biten yeni her ilişkisinden sonra telefon defterinden ilk olarak o oturaklı ilk ilişkideki kızı ararlar. Hatta bazıları üçüncü denemeden de sonuç alamayınca "yeter ulan artık siliyorum seni hayattan, bitirdin beni" diyip, telefonundan ilgili kızın numarasını siler ancak 3 ay sonra terkedildiğinde en iyi arkadaşını arayıp "yaaa Nazlı'nın numarayı silmişim Alper neydi ya sende varmı ühühühühü" diye dilenir. Ama futbol tarihinde kaç re-union işlemiştir ki gerçek hayatta da işlesin. Yaa yaaaa


6-Elde var bir adamı: İtiraf edeyim listede en sinir olduğum adam budur. Şu blogu okuyan 2.000 kişiden 1.500 tanesi bunu yapmıştır, "yapmadım" diyenin alnını karışlarım. Bir kız arkadaş vardır. Derken bir başka kızdan elektrik almaya başlanır, derken o elektrik platonik aşka dönüşür. Ama elektrik alınan kıza gidip söylenene ve cevap alınana kadar o anda beraber olunan sevgili elde tutulur. Sebebi, olur da yeni aday bizi refüze ederse eldekini kaybetmeyelim kaygısıdır. Olumlu sonuç alınırsa eski sevgiliye güle güle denir, olumsuz sonuçta ne şiş yanar ne kebap. Ha bahanesi ne olursa olsun büyük aşağılıklıktır belirteyim. Şimdi o 1.500 kişi tek tek kız arkadaşlarının ismini ve telefonunu bıraksın, bir dost olarak arayacağım kendilerini.

7-İlişkilerin Marxisti: Bu güruhun korkulu rüyaları 4 tanedir. 1-Sevgililer günü 2-Evlilik,tanışma vs. yıldönümü 3-Yılbaşı 4-Sevgilinin doğum günü. Bir ay önceden bu özel günler için titreme gelir bu arkadaşlara. Hediye almayı bilmezler, hediye alacak paraları yoktur (zengin fakir farketmez, bir yere harcarlar olsa da), yılların eskitemediği emektar düşünceye başvururlar. "Ya Pınar zaten hediye nedir ki, bunlar hep tüketim toplumunun tuzağı, yani niye illa ben o günde sevgimi belirteyim ki..niye...niye ya....365 günden niye bugün? Pınar? Niye bakmıyosun?". Pınar o sırada Slayer'dan "God Hates Us All"u söylemeye başlamıştır bile..Tanrım neden..neden ben.

8-4S Adamı: Bu 4S'nin açılımını söylemeyeceğim bilen biliyor. Usturuplu çevirisi "kaçan kovalanır"dır. Bu adam kız arkadaşıyla ilgilenmez, arayıp sormaz, SMS'e cevap vermez yani tam anlamıyla umursamaz havadadır. Gidip sorarsın "niye böyle yapıyorsun, bak kız etrafında pervane" diye, cevap klasiktir "soğuk yapıyorum abi, 4S kuralı, kendini çok vermeyeceksin karşı tarafa, üzülen sen olursun". Vay eşek vay. Bu herif aynı zamanda bir kızı elde edene kadar ona değer verip, amacına ulaşınca başka mecralara yelken açan iğrenç adamla da paralellik içerir. 3 ay önceki aşk çocuğu sözüm ona "cool" adama dönüşür ama biz paspas olduğun günleri de biliriz.

9-Polis memuru: İşten çıkarken arayan, 2 dakika sonra "çıktın mı?" diye teyit için tekrar arayan, 4 dakika sonra "servise bindin mi?", 36 dakika sonra "evde misin?" diyerek telekomünikasyona boğulan model. Kazara trafik varsa ve eve gitme biraz geciktiyse aldatılma psikolojisi bünyede tavan yapar ve ortalığı birbirine katarlar. Kardeşim şu kadını bir rahat bırak yahu. Onun için kendisiin olmadığı e içinde erkeklerin de bulunduğu her toplantı, gece, organizasyon sara nöbeti gibidir. Nedir bu telaş hiç anlamam.

10: Üçüncü adam: İşte en sevdiğim adam. Sona bıraktım. Sağ el adamı. Eküri adam. Ne derseniz deyin. Hani çiftin yanında dolaşan üçüncü ve sap adam vardır ya. İşte o. Favorimdir benim. Bu arkadaşın hayatı boyunca kızarkadaşı ya olmamıştır ya da olanı da 2 hafta sürmüştür. Bu yüzden de yaşadığı ambele sonucu ortamlarda sadece kendi anlayacağı espriler yapar. Doğru dürüst bir ilişkisi olmadığı için "ulan ben erken kalkayım şu gençler yalnız kalsın" diye bir alışkanlıkları da yoktur. Çiftin peşinde kuyruk gibi dolaşırlar. Arada "iyi ki berabersiniz ya çok mutlu oldum sizin için" tarzı laflar ederler. Bu arkadaşların yegane dert ortakları Jenna Jameson'dır, Sylvia Saint'tir, Briana Banks'dir. Nedense de isimleri İsa, Hamdi, Hakkı,Necdet gibi düz isimlerdir. Severim ama bu üçüncü adamları, hepimiz de bu kişiliğe bürünmüşüzdür.

Wednesday, August 12, 2009

Bunlara Uyuz Olurum

- Karnını doyurmak için herhangi bir yerde minimum on lira, arkadaşlarıyla veya sevgilisiyle bir gecelik içki için elli lira harcayıp bir müzik CD'sine yirmi lira vermeyenlere, "Müzik için para harcamaya ne gerek var" diye düşünenlere, müziği sadece mp3 formatında dinleyen onlarca yüzlerce insana...

- Kendilerini bulunmaz hint kumaşı sanan, herkesin kendilerinin peşinde koştuğunu düşünen, aslında beyinsiz erkeklerin cinsel ihtiyaçlarını bastırmak için kendilerine aşırı ilgi göstermeleri nedeniyle havalara girmiş olan, genel kültürü sıfırın altında olan ve hiçbirşeyden memnun kalmayan karaktersiz türk kızlarına...

- Para söz konusu olunca babasını bile tanımayan, çıkarı uğruna adam kullanan her türlü şerefsiz insan evladına, çalıştırdığı elemanı köle gibi gören her patrona...

- Dinci sermayeye, halkın manevi duygularını sömürüp din üzerinden politika yapanlara, siyaseti ticaret aracı olarak kullananlara, mevcut hükümete, allahın belası heriflere hala oy verip başımızdan eksik etmeyenlere...

- Toplu taşıma araçlarında bir türlü arkalara yürümeyip kargaşaya sebep veren şuursuz yolculara...

- Güçbela yurtdışına transfer olup üç gün geçmeden yuvaya dönen uyumsuz türk futbolcularına…

- Her şeyin altında önce olumsuz bir şeyler arayan, kötüyü iyiden fazla hatırlayan, insanları anında yargılayan yerleşmiş toplum zihniyetimize…

- Yanlarında kimseyi istemeyen, her şeyi baş başa yaşamak isteyen çiftlere…

- Sadece kendilerini yalnız hissettiğinde arayan, araya bir kız veya erkek arkadaş girince insanın yüzüne bile bakmayan sözde arkadaşlara…

- Ali Şen’e, Aziz Yıldırım’a, Mahmut Uslu’ya, Ercan Saatçi’ye, Nihat Özdemir'e, Hakan Ünsal’a, Emre Belözoğlu’na, Selçuk Yula’ya…


UYUZ OLURUM!!!

Thursday, July 30, 2009

ElusiveCure'un Sevdiği Albümlerden Bir Demet

Öncelikle..

Bu yazı "Gelmiş geçmiş en baba albümler" yazısı değildir..Sadece Serhat Kongur adlı şahsiyetin metal ve rock türlerinden sevdiği bazı albümleri topladığı bir derleme yazısı ve uzun süredir haklarında birşeyler yazmak istediği albümleri değerlendirme çabasıdır.

Bu nedenle eğer okuyacak olursanız lütfen "Black metale niye Darkthrone koymamış bu adam, abi Megadeth'in So Far..'dan üçyüz kat daha güzel albümleri var" gibi yorumlar yapmayınız..

Yıllara göre gelmiş geçmiş en baba albümler yazısını ileride yazmayı düşünüyorum bu arada...


THRASH METAL

OVERKILL-HORRORSCOPE (ATLANTIC RECORDS 1991)

Söylenebilecek fazla bir şey yok.Bence bu evrenin gördüğü en sağlam thrash metal albümlerinden biridir bu.The Edgar Winter Group coverı olan “Frankenstein” ın dışındaki tüm parçalarda kafanızı yerinden söküp beyninizi duvarlara fırlatma isteği uyandıracak acayip riffler bulunuyor.Albümün tamamına hakim olan bir enerji, asla düşmeyen bir tempo, Bobby ağabeyimizin önceki albümlerden bariz öne taşıdığı vokal performansı, mükemmel şarkı sözleri..Gerçekten bir acayip albüm bu...

DOKTOR KONGUR’UN FAVORİLERİ: Coma, Infectious, Blood Money, Thanx For Nothing, Horrorscope, Nice Day For A Funeral

SLAYER-SEASONS IN THE ABYSS (DEF AMERICAN 1990)


14.yaşgünümde bir büyüğümüzden hediye gelen bu albümü sanırım 64 yaşına kadar falan dinlerim (O kadar ömrüm olur mu o ayrı tabi)Mükemmel melodiler, hayvan gibi sololar, davulda Dave Lombardo’nun baş döndüren performansı, Tom Araya’nın karanlık hatta “Dead Skin Mask” teki hisli vokali…Tek kelimeyle kusursuz..

DOKTOR KONGUR’UN FAVORİLERİ: Spirit In Black, Expendable Youth, Dead Skin Mask, Skeletons Of Society, Seasons In The Abyss

METALLICA-RIDE THE LIGHTNING (ELEKTRA 1984)

Başlığımız thrash değil de herhangi bir metal türü olsaydı listeye alacağım ilk Metallica albümü kara kapaklı, yılanlı albüm olurdu (Bakınız birkaç satır aşağısı).Ama Metallica'nın eski dönemlerinden favori albümüm Ride The Lightning'dir..Bu arada 30 sene öncesinden bahsediyoruz, nasıl bir yaratacılıktır bu?Hele ki Creeping Death diye bir parça yazmışsınız, yıllarca okul koridorlarında bağırttınız beni “So let it be written” ve “Die by my hand” diye..Şu bir gerçek ki da herkes ömrünün belli bir dönemindeMetallica dinlemiş ve kendilerinden etkilenmiştir..”Abi bence Metallica’nın rock hali daha güzel” diyenleri de tez zamanda bu albümün kapağında bulunan elektrikli sandalyeye bağlarlar işallah…

DOKTOR KONGUR’UN FAVORİLERİ: Fight Fire With Fire, For Whom The Bell Tolls, Trapped Under Ice, Escape,Creeping Death...ee daha ne kaldı ki?

MEGADETH-SO FAR,SO GOOD…SO WHAT? (CAPITAL RECORDS 1988)

Dave Mustaine, Metallica’dan ayrılmamış olsaydı bu dünya böylesine muhteşem bir albümden mahrum kalacaktı..Kalmamalıydı..”Sinirli” Mustaine yaratıcılığını konuşturdu, gitar büyücüsü Friedman yoktu henüz kadroda ama Jeff Young’da bu albümde sıkı bir gitarist olduğunu kanıtladı.Chuck Behler de bir Nick Menza olamazdı ama olduğu kadardı..Giriş parçası “Into The Lungs of Fire” ve Cliff Burton’ın ölümü için yazılan “In My Darkest Hour”'da tüyleriniz diken diken olurken “502” ve “Liar” ise içinizdeki öfkeyi körükleyen ateşten yapılmış parçalardı.Bir de müthiş “Anarchy In The U.K” coverını unutmamak lazım.

DOKTOR KONGUR’UN FAVORİLERİ: Into The Lungs Of Hell, Mary Jane, In My Darkest Hour, Liar

TESTAMENT-PRACTICE WHAT YOU PREACH (MEGAFORCE/ATLANTIC 1989)


Öncelikle bu albümü zamanında bana bulaştırmış olan ustam MAC’e saygılarımı sunuyorum buradan...Bence Testament’i Testament yapan bu albümdür.The Legacy'den sonraki albümlerinde birkaç dikkat çekici parça dışında vasat işler yapan ve cılız bir sounda sahip olan grubun bu nefis albümünde tek bir tane bile boş şarkı yoktur.Baştan sona mükemmel melodilerle dolu olan bu çalışmada (Ee Alex Skolnick olunca kadroda böyle oluyor tabi) bir de “The Ballad” adında gerçekten ballad olmayı hak etmiş bir şarkı bulunmaktadır.Bu arada albümde yer alan “Sins Of Omission” adlı parçayı ülkemizdeki rock barlar çok sevmektedir.Yıllardır barlara giderim ama bu parçadan başka bir Testament parçası çalındığını hatırlamıyorum…

DOKTOR KONGUR’UN FAVORİLERİ: Practice What You Preach, Perilous Nation, Blessed In Contempt, Greenhouse Effect, Sins Of Omission, Nightmare



DEATH METAL


DEATH-SYMBOLIC(ROADRUNNER RECORDS 1995)

Bu müzik kaydına “albüm” diyemiyorum, dilim varmıyor.Hakikaten bir sanat eseri olarak adlandırmak lazım bunu..Daha ilk parçasının ilk saniyelerindeki gitar riffi bile “ohaaa” dedirten, ama o riffin üzerine her geçen saniye değişik varyasyonlar koyan, yeri geldiğinde dinleyiciyi kafa sallamaya mecbur bırakan, yeri geldiğinde de insanı hüzne sürükleyen bir “şey” den bahsediyorum..Bazen bazı şeyleri tarif etmekte kelimeler yetersiz kalıyor, farkındayım…

DİNLEMESİ FARZ OLANLAR: Symbolic, Empty Words, Sacred Serenity, 1000 Eyes, Crystal Mountain

AT THE GATES-SLAUGHTER OF THE SOUL (EERACHE RECORDS 1995)

Birileri Swedish mi dedi?Ben de tam ondan bahsedecektim, lafı ağzımdan aldınız..Tahminimce bu albüm doğrudan veya dolaylı olarak yaklaşık 1500 grubu etkilemiştir..Herhalde her İsveçli death metal grubu en az bir kere ”Keşke bizim de böyle bir albümümüz olsaydı” diye düşünmüştür.Baterist Adrian Erlandsson’un kolları bu albümün kaydı sırasında kopmadıysa bir daha asla kopmaz zaten..Hani derler ya “Bu albüm sırf bilmemne şarkısı için bile alınır”, evet sadece Blinded By Fear için bile alınır, ama geri kalanının da bünyede ağır tahribat yaptığı gerçeğini akıldan çıkarmamak lazım…

DİNLEMESİ FARZ OLANLAR: Blinded By Fear, Cold, Under A Serpent Sun, Suicide Nation, World Of Lies, Nausea


IN FLAMES-WHORACLE (NUCLEAR BLAST 1997)

Bu da İsveç’in modern death metal jenerasyonuna ait harika bir albüm..Her parçası akılda kalıcı, bundan öteye ne söylenebilir ki zaten..”Bir melodik death metal albümü nasıl olmalıdır?” konulu bir tez yazmam gerekse kaleme bile dokunmam, bu albümü doğrudan hocamın masasının üzerine bırakırım..Ah be çocuklar neredeseniz şimdi, neden saçma sapan yollara sapmayı tercih ettiniz?

DİNLEMESİ FARZ OLANLAR: Jotun, Gyrascope, Dialogue With The Stars, Jester Script Transfigured, Morphing Into Primal, Episode 666


BOLT THROWER-THOSE ONCE ROYAL (METAL BLADE RECORDS 2005)

Soru: Her albümlerinde bir önceki albümlerinin üzerine bir şeyler koyan ve death metal'den taviz vermeyerek ilerlediği müzikal doğrultudan hiç sapmayan bir grup söyleyiniz…(100 Puan)

Cevap: Ama bu çok kolaydı hocam..Tabi ki de Bolt Thrower!

Açıklama: Şimdilik İngiliz Death Metal’inin ulaştığı son nokta.Tamam sözlerin hep savaşla ilgili olması eleştirilebilir ama bu muhteşem melodiler orada dururken kim takar sözleri hocam!Dinlemeyen bizden değildir!

Sonuç: Tamam otur.100 veriyorum sana..Ama cıvıklaşma hemen..

DİNLEMESİ FARZ OLANLAR:At First Light, The Killchain, Anti Tank(Dead Armour)


KALMAH-SWAMPLORD (SPIKEFARM RECORDS 2000)

Nasıl bir debut albümdür bu.Sanırım Kalmah elemanları albümü çıkarttıkları sırada henüz kıraathaneye girecek yaşta bile değillerdi.Hatta belki de suratlarında sayıları günden güne artmakta olan sivilcelerle uğraşıyorlardı..Ama akıl yaşta değil baştaydı..Elemanlar tek kelimeyle hayvanoğlu hayvan metal icra etmişti..Bana göre Swedish death metaline komşu ülke Finlandiya’dan verilmiş en sert karşılıktır bu albüm…

DİNLEMESİ FARZ OLANLAR:Evil In You, Withering Away, Black Roija, Dance Of The Water, Hades



BLACK METAL

VINTERLAND-WELCOME MY LAST CHAPTER (NO FASHION RECORDS 1996)

Darkthrone, Marduk veya Mayhem black metal tarihnde kült gruplar olarak gösterilebilir.Ama hiçbirisi Vinterland’ın bu ilk ve şu ana kadarki tek albümünü dinlerken hissettirdiklerini hissettiremedi bana…Daha ilk şarkının ilk tınısından itibaren yayılmaya başlayan depresif hava..Var oluşa meydan okuyan scream vokaller..Her yerin karla kaplı olduğunu ve etrafta hiçbir canlının bulunmadığını hayal ettiren bir atmosfer..Kış müziği…Bir Şubat gecesinde deniz kenarında yürürken ve boş boş dalgalara doğru bakarken bu dünyadan bir gün göçüp gideceğinizi aklınıza getiriyorsanız kulaklarınızda bu albüm var demektir…

DİNLEMEYEN NORVEÇ’DE ÇIĞ ALTINDA KALSIN: Our Dawn Of Glory, I’m An Other In The Night, As I Behold The Dying Sun, Still The Night Is Awake


DRUDKH-BLOOD IN OUR WELLS (SUPERNAL MUSIC 2006)


“Black metal yavaş tempoda icra edilemez” tezini çürüten olağanüstü bir albüm.Karanlık ve hiçlik birbirlerine hiç bu kadar güzel karıştırılmamış idi..Albümün konsepti Ukrayna tarihinden hikayeler.Şarkılar uzun ama asla tekdüze değil..Tempo iniş çıkışları, melodi zenginliği, kapkaranlık ortam…Bir black metal sevdalısı daha ne ister ki?

DİNLEMEYEN NORVEÇ’DE ÇIĞ ALTINDA KALSIN: Furrows Of Gods, When The Flame Turns To Ashes, Solitude, Ukranian Insurgent Army


WINDIR-1184 (HEAD NOT FOUND 2001)

Valfar’ın meçhul bir dağda donarak ölmeden önce insanlık tarihine bağışladığı en önemli eser.Her bir melodi üzerinde uğraşılmış ve hiçbir riff öylesine çalınmamış gibi.Araya katılmış olan folk ezgileri de tadından yenmiyor.Windir gibi bir başka grup daha aklıma gelmiyor..Neden olmadığının cevabı da bu CD’nin içinde…R.I.P Valfar

DİNLEMEYEN NORVEÇ’DE ÇIĞ ALTINDA KALSIN: Todeswalzer, 1184, Dance Of Mortal Lust, Journey To The End


OLD MAN’S CHILD-THE PAGAN PROSPERITY (CENTURY MEDIA RECORDS 1997)

Biliyorum şimdi çatlak sesler yükselecek..Yok efendim bu black metal miymiş, bu albümü benim 15 yaşımdaki power metal hayranı oğlum bile sevebilirmiş falan filan..Yıllardan beri bu tür saçma eleştirileri duydum ama inatla bunlara aldırmıyorum ve The Pagan Prosperity’yi hala gelmiş geçmiş en başarılı melodik black metal albümlerinden biri olarak görüyorum..

DİNLEMEYEN NORVEÇ’DE ÇIĞ ALTINDA KALSIN: The Millennium King, Soul Possessed, My Demonic Figures, Return Of The Night Creatures, What Malice Embrace


ULVER-NATTENS MADRIGAL (CENTURY MEDIA RECORDS 1997)

Gelmiş geçmiş en “raw” black metal eseri bu olsa gerek.Dünyanın en garip albüm kayıtlarından birine sahip olan bu albüm için boşuna “ormanda kaydedilmiş” iddiaları atılmıyor bence.Nattens Madrigal'daki gitar tonları sanki yerin dibinden geliyor, davullar sanki baştan sona bir oturuşta hiç ara vermeden çalınmış gibi, vokali ve bas gitarı duymak imkansız…Ama Ulver böyle karambol bir kaydın içine mükemmel melodiler sıkıştırmayı başarmış.Bir müzik eserinde böyle karanlık bir atmosfer kolay kolay yaratılamaz.Tam anlamıyla kült bir black metal albümü.(Bu arada albümü kulaklıkla dinleyince 10.dakikadan sonra kısmi işitme bozukluğuna neden oluyor, tarafımca denenmiştir)

DİNLEMEYEN NORVEÇ’DE ÇIĞ ALTINDA KALSIN: Hymn 1-Wolf And Fear, Hymn 2- Wolf And The Devil, Hymn 4-Wolf And Man, Hymn 6-Wolf And Passion



HEAVY METAL


JUDAS PRIEST-PAINKILLER (COLUMBIA/SONY 1990)



Bir albüme 10 üzerinden 10 verilecekse bunu ilk hak eden albümlerden biri bu albüm olmalı..Tek kelimeyle kusursuz bir heavy metal lezzetidir.İçinde barındırdığı her şarkı akılda kalıcı unsurlar içermekte, isim parçası da yıllarca hatırlanacak olan bir heavy metal marşı olma özelliği taşımaktadır.Rob Halford ne demiş: ”Rock müzik Amerika çıkışlı olabilir ama heavy metal’i İngilizler yaratmıştır” Eh doğru demiş galiba…

AND THE GODS MADE HEAVY METAL: Painkiller, All Guns Blazing, Night Crawler, One Shot At Glory


METALLICA-METALLICA (ELEKTRA 1991)


Modern heavy metal diye kavram olduğunu varsayarsak bunun en başarılı örneklerinden biri bu albüm olurdu.1991 yılında bu kara kapaklı albüm ile beraber tüm dünyada Metallica çağı başlamıştır..Ride The Lighting için yazdıklarımı tekrarlamak istemiyorum..Tek bildiğim öncekilerden farklı bir kategoriye sokmak gerekse de bu yılanlı albümün belki de şu güne kadar toplamda en fazla dinlediğim metal albümü olduğudur..

AND THE GODS MADE HEAVY METAL: Enter Sandman, Sad But True, Holier Than Thou, Wherever I May Roam, My Friend Of Misery



IRON MAIDEN-FEAR OF THE DARK(EMI RECORDS 1992)


“İşte çocukluğumun Iron Maiden albümü” desem doğru olur sanırım.Bu albümün kasetini aldığım günü daha dün gibi hatırlıyorum.Bebeydim daha.O güne kadar Iron Maiden’ın bazı albümlerini dinleyip hepsini sevmiştim ve üstelik kadrosundakilerin isimlerini bile ezberlemeyi başarmıştım.Brus Dikinson, Sitiv Heris diye hava atıyordum ortalıkta.Neyse, yıllar yılı en sevdiğim Iron Maiden albümü olma özelliğini taşıdı bu albüm.(The X-Factor ile tanışana kadar)Be Quick Or Be Dead'de gaza geldim, Wasting Love’da ayrıldığım kızları düşünüp hüzünlendim, Afraid To Shoot Strangers’da da “Abi bundan daha güzel melodiler yaratılır mı yaratılamaz mı?” diye kafa yordum..

AND THE GODS MADE HEAVY METAL: Be Quick Or Be Dead, Afraid To Shoot Strangers, Wasting Love, The Fugitive, Fear Of The Dark


QUEENSRYCHE-EMPIRE (EMI RECORDS 1990)

Yine “Ne varsa eskilerde var” diyeceğim.Evet Operation: Mindcrime de mükemmel bir albümdü ve daha “heavy” idi belki ama Queensryche’ın en iyisi Empire olmuştur benim için..Mindcrime'dan sonra tarzda hafif bir değişiklik, progressive’e doğru bir kayma söz konusuydu..Beni ağlatmayı başarmış sayılı parçalardan biri olan “Another Rainy Night(Without You)” ve gelmiş geçmiş en hoş rock balladlarından biri olan “Silent Lucidity”'yi içeriyordu albüm..Baştan aşağı nefis ve biraz da karanlık bir çalışma idi..Bu arada 1990 yılında dünyada en fazla satan rock/metal albümünün de bu olduğunu belirtmek gerekir..

AND THE GODS MADE HEAVY METAL: The Thin Line, Jet City Woman ,Another Rainy Night(Without You), Empire, Silent Lucidity, Anybody Listening?


MERCYFUL FATE-INTO THE UNKNOWN(METAL BLADE RECORDS 1996)


İşte cidden underrated olmuş bir albüm.Değeri asla bilinememiş, kimsenin varlığından haberi dahi olmamış, ”Melissa” ile “Don’t Break The Oath”'ın isimlerinin arkasında tozlu bir köşede kalıvermiş bir heavy metal mücevherinden bahsediyorum..King Diamond’un en sevdiğim albümü “The Eye”'ı bile gölgede bırakacak müthiş bir albümdür bu..Hank Shermann adlı hayvanoğlu gitarist belki de altı telden çıkartılabilecek en muazzam heavy metal rifflerini bulup çıkartmıştır.Bunun üzerine King’in o sadece kendisinin çıkartabildiği çığlıklarını da eklersek tadından yenmez..Mercyful Fate Re-Union istiyorum, var mı destek veren?


AND THE GODS MADE HEAVY METAL: The Uninvited Guest, The Ghost Of Change, Into The Unknown, Holy Water, Kutulu(The Mad Arab Part Two)



DOOM&GOTHIC METAL



IN THE WOODS…-OMNIO (MISANTHROPY RECORDS 1997)

1998 senesine ait bir Non Serviam dergisinde “En çok acı veren 10 albüm” diye bir liste vardı ve birinci sırada bu albüm bulunmaktaydı.O zamanlar bu albümü dinleme şansım olmadı ama aklımda hep “Çağlan Tekil’e göre en acı veren albüm“ diye kaldı.Aradan birkaç sene geçti.Bir arkadaşım “Olum benim bir tanıdığım Omnio’yu almak için İtalya’ya gitmişti” deyince artık bir şekilde bu albümü edinmem gerektiğini fark ettim..Açıkçası ilk dinlediğimde pek bir etki bırakmamıştı.Ama sonra yine Çağlan Tekil’in hakkında “İçine girmesi zor, girdikten sonra çıkması daha zor bir albüm” demiş olduğu geldi…Sonuç itibariyle haklıymış…Şu ana kadar bir albümün içine yerleştirilmiş en karanlık atmosfer bu CD'nin içinde yatıyor.Gerçekten çok sakat bir albüm, tarif etmek için psychodelic kelimesi yetersiz kalıyor.Kimse yerin dibine girmiş gibi hissetmek istemez ama olur ya günün birinde hakikaten kaybedecek bir şeyiniz kalmadığına inanırsınız, bir tütsü yakın ve bir şişe şarap açın, CD playerınıza da bu albümü koyun..Dibe ulaşmanın nasıl bir şey olduğunu kavrayacağınıza garanti veririm…

SAĞLIKLI KALPLERDEN UZAK KALASICALAR: 299 796 km/s, I Am Your Flesh, Weeping Willow, Omnio(Pre), Omnio(Post)


SENTENCED-FROZEN (CENTURY MEDIA RECORDS 1998)


Sentenced hiçbir zaman gerçek anlamda bir gothic metal ya da bir doom metal grubu olmadı.Ama açıkçası bu albümü koyacak başka bir kategori bulamadım.Bunun dışında, birçok hatıramın içinde olan ve blogumda daha önce birçok kez yer verdiğim bu albüm hakkında söyleyebilecek fazla bir şey bulamıyorum.Öyle ya da böyle, hayatımın son on küsür senesinde bu albüm hep biryerlerde duruyordu..Gerek hissettirdiği duygusal patlamalar, gerek arada bir uyandırdığı kaçıp gitme dürtüleri gerekse tatmin edilemeyen arzuların ifadesi olarak…R.I.P Miika Tenkula

SAĞLIKLI KALPLERDEN UZAK KALASICALAR: Farewell, Dead Leaves, The Suicider, The Rain Comes Falling Down, Drown Together, Mourn


PARADISE LOST-ICON (MUSIC FOR NATIONS 1993)


Evet belki bu albüm listedeki diğer albümler kadar acı veren bir albüm değil.Ama günümüzde gothic metal diye bir kavramdan söz edebiliyorsak bunun ortaya çıkışında Paradise Lost’un bu albümünün (ve bundan öncekilerinin) payı çok büyüktür.Her grubun ulaştığı bir son nokta olur ya; grup bir daha asla o albüm kadar iyi bir albüm yapamaz, Paradise Lost elemanları bence o noktaya daha 20'li yaşlarının başlarında ulaştılar (Bu arada Draconian Times, muhteşemlik bazında Icon’ı oldukça zorlayan bir albümdür bu, ama O noktaya ulaşamamaktadır) Acaba böyle melankolik grupların genellikle İngiltere'den çıkması bu ülkenin havası yüzünden midir?

SAĞLIKLI KALPLERDEN UZAK KALASICALAR: Embers Fire, Remembrance, Joys Of The Emptiness, Dying Freedom, Widow, Colossal Rains, True Belief


TIAMAT-WILDHONEY (CENTURY MEDIA RECORDS 1994)


Psychodelic poetry
..Bu albümü en iyi anlatan tanımlama bu galiba..Tiamat’ın death metal grubu olma sevdasından vazgeçip atmosferik platformlara zıplamasının ilk adımı olan bu albüm içinde eşsiz güzellikte parçalar barındırmaktadır.Aynı zamanda zamanında Century Media’ya The Gathering’in Nighttime Birds albümü ile beraber en çok parayı kazandırmış albümdür.İddia ediyorum ki dünya üzerindeki en kalpsiz kişiyi bulup getirseniz, Gaia adlı parçadan etkilenmeme ihtimali yoktur.En azından şarkıdaki soloyu dinlerken varoluşumuzun anlamını bir kere olsun merak eder?

SAĞLIKLI KALPLERDEN UZAK KALASICALAR: Whatever That Hurts, The Ar, Gaia, Do You Dream Of Me?


DECORYAH-FALL-DARK WATERS (METAL BLADE RECORDS 1996)


Decoryah, Allah’ın unuttuğu gruplardan..Finlandiya’lı üçlü, Metal Blade ile yedi albümlük anlaşma imzalamalarına rağmen sadece iki albüm ve bir EP çıkartıp dağıldı.Dağılmadan önce de böyle bir şahesere imza atmışlar.Kariyerlerine doom metal çizgisinde başlayan grup bu albümde gothic metal ve atmosferik rock’ın sınırlarını zorlamış.İçinde birbirinden karanlık dokuz parça bulunan albümde müthiş duygusal vokaller (hem bayan hem bay)dokunaklı gitar ve keman melodileri ve çok sakat şarkı sözleri mevcut…Neden iyiler hep genç ölmek zorunda peki?

SAĞLIKLI KALPLERDEN UZAK KALASICALAR: Fall-Dark Waters, Envisioned(-Waters?), Endless Is The Stream, She Came To Me In The Form Of Water




80’S HARD&HEAVY



EUROPE-THE FINAL COUNTDOWN (EPIC 1986)


Bu albümün 80’ler denince ilk aklıma gelen albüm olmasının nedeni sadece o malum pop-metal klasiği değil..Bir albümdeki her şarkının akılda kalıcı olmasını nasıl açıklayabiliriz?Europe bunu nasıl başarmış bilemiyorum ama kelimenin tek anlamıyla albümde boş yok.Duyduğunuz her melodi, işittiğiniz her Joey Tempest vokali öyle ya da böyle etkiliyor sizi.Müziğin müzik olduğu zamanlarından kalma, hala parlayan bir elmastır bu albüm benim için..Çok özlüyoruz…..

OLDSCHOOL BÜNYELERİN İLAÇLARI: The Final Countdown, Rock The Night, Carrie, Ninja, Cherokee, Heart Of Stone, Love Chaser


POISON-OPEN UP AND SAY…AHH! (CAPITOL RECORDS 1988)

Kızlar, soğuk bira, deniz, güneş, eğlence…Bu albümü dinlerken aklıma hep bunlar gelmiştir.Keyifli müzik aynen böyle yapılır işte!Zaten 2.parça bütün albümü (hatta belki de bütün seksenli yılları) özetliyor: Nothin’ But A Good Time..Bu arada ülkemizdeki rock barlara birilerinin bir hatırlatma yapması lazım, Poison’un yaptığı tek güzel şarkı Every Rose Has It’s Thorn değildir….

OLDSCHOOL BÜNYELERİN İLAÇLARI: Love On The Rocks, Nothin’ But A Good Time, Back To The Rocking Horse, Look But You Can’t Touch, Fallen Angel, Every Rose Has It’s Thorn


KINGDOM COME-IN YOUR FACE (POLYDOR 1989)


Evet, Kingdom Come’ın debut albümü de oldukça başarılıydı.Ama bu albümle onun bayağı bir ilerisine geçmeyi başardılar..Lenny Wolf, tanrı sana nasıl bir ses vermiş?En rock n’ roll parçaya bile sesiyle melankoli katıyor adam..Bu arada yıllar önce Stargazer adlı büyülü parçayı çalarak Kingdom Come ile tanışmamı sağlayan Volkan adlı Şebek Dergisi yazarına teşekkür ediyorum buradan.(Soyadını unuttum be adam!)

OLDSCHOOL BÜNYELERİN İLAÇLARI: Do You Like It, Who Do You Love, Just Like A Wild Rose, Overrated, Mean Dirty Joe, Stargazer


SURVIVOR-VITAL SIGNS (SCOTTI BROTHERS 1984)


İğrenç bir kapak ve plak şirketinin altında saklı gelmiş geçmiş en baba AOR albümlerinden biri..Hani diyorlar ya 80’ler müziğin kalpten yapıldığı yıllardı diye..Bu lafı ne zaman duysam aklıma ilk önce bu albüm geliyor.Çıkalı çeyrek asır kadar olsa da zamana meydan okuyor.Sanırım ömrüm yeterse böyle 50'li yaşlara falan geldiğimde hala arada bir bu albümü dinliyor olacağım.Bu arada Eye Of The Tiger da neymiş?Vital Signs'da çok daha iyileri var..

OLDSCHOOL BÜNYELERİN İLAÇLARI: I Can’t Hold Back, High On You, First Night, The Search Is Over, Popular Girl, It’s The Singer Not The Song


FOREIGNER-INSIDE INFORMATION (ATLANTIC RECORDS 1987)


Elemanları Atlantik’in iki ayrı ucunda bulunduğu için Foreigner adını seçen grup 70’ler sonunda ve 80’ler başında dünya müzik piyasasında önemli bir yere sahipti.I Want To Know What Love Is, grubun soundunu tam olarak yansıtmasa da en bilinen parçalarıydı.Grubun orijinal kadrosuyla yaptığı son albüm olan Inside Information, leziz balladlarla ve cidden sıkı hard rock parçalarıyla dolu mükemmel bir albüm.Şu eski güzide grupların sadece tek parçalarını bilmekle kalmasak ne güzel olur..

OLDSCHOOL BÜNYELERİN İLAÇLARI: Heart Turns To Stone, Say You Will, Counting Every Minute, Inside Information, Face To Face, A Night To Remember



POP&ROCK&OTHERS



NEW ORDER-LOW-LIFE (FACTORY RECORDS 1985)

Ülkemizde Joy Division ne kadar popüler ise de, Ian Curtis’in ölümünden sonra yola New Order adı altında devam etmeye karar veren bu İngiliz çocuklar o kadar az biliniyor.New Order, pop ile rock müziği en muazzam şekilde harmanlamayı başarmış gruplardan biri..Low-Life da grubun çok eskilere dayanan tarihinde yaptıkları en başarılı işlerden biri..80’lerin karanlık yüzünü merak ediyorsanız bu albüme kulak verin..

GREATEST HITS: The Perfect Kiss, This Time Of Night, Sunrise, Sooner Than You Think, Sub-Culture


KILLING JOKE-NIGHT TIME (FG RECORDS 1985)


Killing Joke; 80’li yıllarda kendine özgü post punk soundunu oturtarak kalplerimizde özel bir yer edinen, 90’lı yıllarda ise endüstriyel müziğe yönelen bir İngiliz grubu..(O halini de beğeniyle takip ediyoruz gerçi)Ama bu albüm baştan aşağı vurucu parçalarla dolu.Muhtemelen Killing Joke’un en bilinen şarkılarının toplanmış olduğu albüm.Belki de “gece vakti”nin ne anlama geldiğini en iyi anlatan albümlerden biri….

GREATEST HITS: Night Time, Darkness Before Dawn, Love Like Blood, Tabazan, Eighties


CAMOUFLAGE-VOICES&IMAGES (ATLANTIC RECORDS 1988)

Almanların Depeche Mode’u olarak görülen Camouflage, daha bu ilk albümünden bu övgüyü neden hak ettiğini kanıtlıyor.Melankolik vokaller, ürpertici synth-pop melodileri, insanı merakta bırakan şarkı sözleri..Hepsi bu şahane albümün içinde gizli..

GREATEST HITS: That Smiling Face, Helpless Helpless, Neighbours, The Great Commandment, Strangers Thoughts, Where Has The Childhood Gone


A-HA-HUNTING HIGH AND LOW (WARNER BROS 1985)


Bu kategoride hep birbirinden karanlık albümlere yer vermişim.Bu da onlardan biri, yine bir debut albüm..Tek farkı grup elemanlarının Norveç’li olmaları..Norveç orjinli bir müzik grubunun neşeli bir albüm yapmasını bekleyemeyiz değil mi?Onlar da aynen beklentilerimize uygun davranmışlar…Bu albüm yıllar yılı dinlenebilecek bir dark pop klasiği..

GREATEST HITS: Take On Me, Hunting High And Low, Blue Sky, Living A Boy’s Adventure Tale, The Sun Always Shines On T.V, I Dream Myself Alive, Here I Stand And Face The Rain

PET SHOP BOYS-ACTUALLY (EMI 1987)


It’s A Sin'i hepimiz ne kadar çok severiz değil mi?İnsanın ruhunu okşayan bir parçadır.Ama bu İngiliz ikili bununla yetinmeyip hit üzerine hit eklemişler bu albüme..Toplam on şarkıdan altısının single olarak çıktığı bir albümden bahsediyoruz, kolay mı?

GREATEST HITS: What Have I Done To Deserve This?, Shopping, Rent, It’s A Sin, Heart, King’s Cross

Monday, June 29, 2009

Pozisyon İcabı

Geçenlerde PES oynarken Become A Legend modunda değişik bir tecrübe yaşadım..Sahada bütün futbolcuların gözü önünde takım arkadaşımla itiş kakış işlerine girerek gerçek bir efsane olmayı hak etttim.İşte o görüntüler:

(Not:Sahada yapılan sahada kalır,takım arkadaşımla saha dışında gerçek birer dostuz)




Monday, May 18, 2009

2009 Model Türkiye

2009 yılının Türkiye'si denince benim aklıma bunlar geliyor:


HOŞGÖRÜSÜZLÜK Yapılan hatalara tahammül edememek..Her zaman herşeyin doğrusunu kendinin bildiğini sanmak..Asla "Bir de karşı tarafı dinleyelim" dememek.Diğer insanları zerre kadar umursamamak, olayları hep kendi perspektifinden görmek ve değerlendirmek..Acımasızca eleştirmek; insanları sadece dış görünüşleri, hayat felsefeleri, müzik zevkleri ya da siyasi görüşleri yüzünden anında yargılamak, bunların üzerinden genellemeler yapmak...Kendi gibi olmayan ya da düşünmeyen insanlara bir gram saygı göstermemek...İyiyi değil de hep kötüyü öne çıkarmak, hatırlamak..Çabucak sinirlenmek, sudan sebepler uğruna kavga çıkarmak..Bilip bilmeden her şeye muhalefet olmak..Her lafın altında bir fesatlık aramak..Güvensizlik denizinde boğulmak..


BENCİLLİK Ne olursa olsun mutlaka önce kendi çıkarını kollamak..Paraya tapmak, dünyada paradan daha önemli hiçbirşey olmadığınına inanmak..Kazancını arttırmak uğruna başkalarının hakkını yemek..Sahip olduklarınla yetinmemek, herşeye ve hepsine sahip olmadan rahat edememek..Kişisel menfaatler uğruna adam kullanmak, arkadan iş çevirmek ama bundan en ufak bir utanç duymamak.."Düzen bu şekilde kurulmuş, büyük balık küçük balığı yutar" diyebilmek..Hiç vicdan azabı duymadan adam satmak..İşi olana kadar "aramak" sonra yüzüne bakmamak..İşler yolunda giderken ayrı, gelir azaldığında ayrı davranmak..Menfaat için zamanında yüzüne bile bakmadığın kişilerle muhabbet kurmak..


ADALETSİZLİK Emek harcayanın, dürüstçe çalışarak belli mevkilere gelmek isteyenin engellemelerle karşılaşması, hatta aç kalması..Hatır uğruna işten hiçbir şey anlamayan insanların göreve getirilmeleri..Her yerde torpilin iş bitirmesi, hatta herkes torpilli olduğundan daha yüksek yerden torpili olanın diğerlerine üstünlük sağlaması..Gelir dağılımındaki eşitsizlik..Sonu gelmeyen haksız çıkarlar, hortumlamalar, rüşvetten elde edilen gelirler, yolsuzluklar..Devlete nerdeyse sıçtığımız bok için bile vergi ödememiz, ancak ödediğimiz bu vergilerin karşılığında hangi hizmeti aldığımızı asla bilemememiz..Zenginin illegal yollardan gittikçe daha da zenginleşmesi, fakirin emek harcadığı halde gittikçe daha zor koşullarda yaşamını sürdürmeye çalışması..İşverenlerin çalışanlarını köle gibi çalıştırmaları, onlara zerre kadar değer vermemeleri..Acımasızca düzenlenen mesai saatleri..Sigortasız adam çalıştırmak ve bundan vicdan azabı duymamak..”Bu olmazsa nasıl olsa bir başkası aynı paraya aynı işi yapar, isterse defolup gitsin” mantığı..


TOPLUMSAL ÇARPIKLIK Ülke gittikçe kan ağlıyorken, işsizlik oranı sürekli artıyorken, üretimde kendi kaynaklarımızı kullanamıyorken, ekonomide dışa bağımlı bir hale gelmişken, kendi siyasetimizi oluşturmak adına hiçbir çaba göstermiyorken ve dış ülkelerin her dediğini yapar duruma gelmişken iktidar partisinin yedi yıldır ülkenin başında olması..İnsanların hala seçimlerde bu patlak ampule oy vermeleri..Terörün hala devam etmesi, PKK ile mücadelenin sadece dağdaki teröristi öldürmek olmaması gerektiğinin bir türlü anlaşılamaması..PKK’ya yapılan yardımların ve doğudaki uyuşturucu trafiğinin önüne geçilememesi.Hala DTP gibi bir partinin mecliste bulunabilmesi ve göya demokratik olarak varlık gösterebilmesi..Milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kalkmaması..Kendilerini müslüman olarak ifade eden insanların aslında müslümanlığa en büyük zararı vermeleri..Dini araç olarak kullanarak maddi çıkar etmek ve bunun günahından rahatsızlık duymamak..Dini aynı zamanda bir baskı aracı olarak kullanmak..Korkutarak insanların inançlarına şekil vermeye çalışmak..Medyanın halk üzerindeki inanılmaz etkileyici gücü..İnsanların soru sormak, araştırmak yerine sağdan soldan duydukları şeylere inanmaları..Aklın ve bilimin yerini gittikçe boş inançların ve söylentilerin alması..Adeta uyutulmuş bir şekilde yaşamaya alışmış olmak..

Friday, May 15, 2009

Destructive Signs



Oldu da kendinize zarar vermek istediniz:



1 - Öncelikle Temmuz ayının 15’ini falan bekleyin.Hava sıcaklığı gölgede 30 derece civarı olsun.Bir sabah yataktan kalkar kalkmaz Burzum’un "Rundgang um die transzendentale Säule der Singularität" adlı yirmibeş dakikalık toplam iki melodiden oluşan parçasını açın ve repeat’a alın.Tahminimce onbeş-yirmi dinlemeden sonra beyniniz büzüşmüş, çevrenizde olan bitenlere tepki veremez hale gelmiş olacaksanız..

2 - Üzerinde “İ…ne kanarya olamazsın şampiyon” yazan bir tişört bastırın ve üzerinizde o tişört varken Fenerbahçe Stadı’nın hemen altında bulunan Fenerium mağazasına gidin.Ordaki görevlilere “Hocam hatırlar mısın onbeş sene önce Ulubatlı Souness bayrak dikmişti bu stadın tam ortasına” deyin ve ardından “Doksanıncı dakikaaada nasıl koydu Madidaa,ulan i..e kanaryaa” bestesini söylemeye başlayın…..Muhtemelen sizi anında paketleyip o bayrağın dikildiği santra yuvarlağının içine gömeceklerdir..o:p>



3 - Bir sabah biraz geç uyanın (Şöyle 12'ye doğru) ve sabah kahvaltısı için Kadıköy'de Karaköy İskelesi'nin önünde bulunan Cem Büfe’nin yolunu tutun.Oradan iki tane hardallı amerikanlı sosisli ve yarım ekmek tavuk (martı) döner yiyin.Yanında da sıcak oralet için.4-5 saat sonra öğlen yemeği için Fikirtepe’deki Onikiler Kebap ve Lahmacun Salonu'na uğrayın.Tanesi bir milyon lira olan lahmacunlardan iki tanesini yanında şalgam suyuyla midenize indirin.Sonra dışarı çıkıp hemen karşıda bulunan pideciye uğrayıp 750 bin liralık kır pidelerinden iki tane götürün(Ama kıymalı, daha doğrusu soğanlı olsun)Akşam yemeği için seçimi size bırakıyorum.Zaten bu yediklerinizden sonra mide fesadı geçirmezseniz şanslı sayın kendinizi..

o:p>

Friday, March 13, 2009

Arnold Civardagezer

Arkadaşım BIF...Bu doğrudan sana yazılmış bir posttur.Üzerine alınabilirsin.


"Güle güle git, gülerek geçir zamanını orda ve gülerek geri gel..Seni özleyeceğiz..Siz de bizi özleyin anacığım..Rock Pub'ı hatırla, yüksek promilli geceleri hatırla, ıslak sokakları hatırla..Her zaman yanında olan ve olacak olan bu gençleri bir kalemde silip atma..Çünkü biz silip don giymiyoruz..Heh Heh..Gelirken Avusturya'nın yerel içkilerinden getirmezsen de yerel seçimlerde oyumu Arnold Civardagezer'e veririm ha!Ona göre!"

Lower The Flags, A Good Man Has Passed

On sene önce falandı..

Bu blog sitesi daha hayata gözlerini açmamıştı. İnternet henüz emekleme dönemini yaşıyordu. Zamane gençleri bu teknoloji nimetini sohbet programlarına takılıp kızlarla tanışmak amacıyla kullanıyordu..

İnsanlar müzik dinlemek için Kaset ve CD gibi elle tutulur cisimlerden faydalanıyordu. Şimdiki gibi bilgisayarın başına oturup rastgele albümler indirip kalitesiz dijital müzik dinlemiyorduk..

Şebek Heavy Metal Fanzin diye haftalık yayımlanan bir dergi vardı. Her Pazartesi sabahı, beni yıllarca okuluma taşıyan 12A otobüsüne binmeden önce Kadıköy'deki Karaköy vapur iskelesinin önündeki gazete bayilerinden bir adet Şebek dergisi alırdım..Onbeş yirmi dakikalık otobüs yolculuğu sırasında dergiye aç kurtlar gibi saldırırdım..Hayatımda doğru dürüst hiçbir sorumluluk almam gerekmeyen bir yaştaydım..Ama cins insanım ya işte..Kardeşim kızlarla falan takılsana..Gez toz, değişik yerler gör, yeni insanlar tanı...Hayır, bunları pek yapmıyordum.Belki de nedensiz yere bunalım takılan içine kapanık bir varlıktım..Sosyal eylemlerde bulunmak, delikanlılık çağımı dolu dolu yaşamak yerine kabuğumdan pek çıkmamayı tercih ettim. Kendimi en çok kaptırdığım şey "Müzik" oldu..Müzik, bana hiçbir zaman arkasını dönmeyecek sıkı bir arkadaş gibi geliyordu..Hissettiğim veya hissedemediğim birçok duygunun kusursuz biçimde ifade ediliş şekli oluyordu müzik..

Şebek Heavy Metal Fanzin, birçok rock ve metal grubundan haberdar olmamı sağlamıştır. Dergide iyi puanlar verilen albümleri -Genellikle çekme kaset olarak, paramız olduğunda da orjinal kaset ve CD formatında- edinmek için hafta sonları Kadıköy Akmar Pasajı'nın yolunu tutardık...

1998'in Ekim ayıydı..Sonbahar yaprakları yavaş yavaş düşmeye, okuldaki notlarım S.O.S vermeye başlamıştı. Hayatıma kısa bir süre önce girmiş olan -ismi lazım değil- kişi ve müzik beni hayata bağlıyordu..Yine bir Pazartesi sabahı Şebek'i elime aldığımda önünde gözleri kapalı, donmuş bir insan resmi olan gri kapaklı bir albüm ile karşılaştım. Sentenced'ın Frozen albümüydü bu ve albüme verilen notlar oldukça yüksekti. Alışılmışın çok dışında bir metal albümü olduğu, kalp rahatsızlığı olanların uzak durması gerektiği falan yazıyordu..

Nasıl olduysa o zaman cebimde para vardı..Gittim bugünün parasıyla 25 lira falan vererek albümün orjinal CD'sini aldım..Meğerse bu, hayatımda verdiğim en doğru kararlardan biriymiş..

Eve gider gitmez CD'yi müzik setine koydum. Albüm, daha ilk saniyelerinden itibaren yoğun, kasvetli bir atmosfere sahipti..Acayip bir hüzün duygusu doldurdu odamı bir anda..Nasıl bir müzikti bu? Bunalım metal desen değil, gothic metal hayatta olamaz, doom'la uzaktan yakından ilgisi yok..Albüm, her an ölecekmiş gibi duran bir insanın son anlarında paylaşmak istediklerinin notalara dökülmüş haliydi sanki..Parçalar insanı farklı diyarlara götürüyordu..Eğer ilk şarkıyı insanın doğumu olarak düşünürsek son şarkıya kadar geçen süre içinde binlerce kere ölüp diriliyor ve son şarkıda ebedi huzura kavuşuyordunuz..Farewell, Dead Leaves, The Suicider, The Rain Comes Falling Down, Drown Together ve hele hele Mourn gibi baştan aşağı yok edici parçalarla doluydu albüm..

O dönemlerde metal müzikte Sentenced öncesi ve Sentenced sonrası vardı benim için...

Zamanlar değişti..Bir anda die-hard fanı olduğum Sentenced "Crimson" adında bir albüm daha çıkardı, hatta bardaktan boşanırcasına yağmur yağan bir Ekim günü İstanbul'a geldi, eskiden düğün salonu olan acayip bir mekanda birkaçyüz fanıyla buluştu..Ben de oradaydım, Almanya'dan sipariş etmiş olduğum Frozen tişörtümü gururla üzerimde taşıdım..Tarih 21 Ekim 2000 idi, karşımdaki ufacık sahnede sarı saçlı şirin bir adam duruyordu..Miika Tenkula olmalıydu bu..Grubun gitaristi, bütün o hüzünlü nağmeleri enstrümanından çıkarmayı başaran aşmış insan...

Yıllar geçti..Sentenced,"The Cold White Light" gibi fena olmayan ama eskileri aratan ve "The Funeral Album" gibi vasat bir albüm çıkarttıktan sonra dağıldığını açıkladı..O sırada Rock the Nations müzik festivali için bir kez daha ülkemize gelmişlerdi.

Miika Tenkula şişmişti...Geçen birkaç sene içinde duba gibi olmuştu..King Alcohol diyorlardı onun için...Bir yandan içiyor, bir yandan da kortizon tedavisi görüyordu..Zaten Finlandiyalıların nasıl içtiklerini belirtmeye gerek var mı?

Grubun yazdığı ölümcül ve intiharsal şarkı sözlerinden bu adam sorumluydu..Maalesef kendi ölümünden de sorumlu oldu..

Geçen gün Facebook'a girdiğimde elemanın birinin "What are you doing right now?" penceresine "R.I.P Miika Tenkula" yazmış olduğunu gördüm..Google'da arattırdım.."34 yaşındaki Finlandiyalı müzisyen evinde ölü bulundu" yazan bir sayfa çıktı. Hemen kapattım sayfayı. Fazlasını öğrenmeye ihtiyacım yoktu..

Zaten sen bu dünyada yaşamıyordun ki?

Tuesday, February 10, 2009

That Smiling Face

Bütün bu sözler benim gözümde bir kurtuluş değil
Hiçbir zaman gülümseyişinin dibindeki aşktan emin olamadım
Hiçbir zaman haklı mı haksız mı olduğumdan emin olamadım
Hiçbir zaman olup bitenlerden emin olamadım
Sadece yanımda durduğunda hissettiğim bütün bu aşktan...

Hiçbir zaman benimle geçirdiğin zamandan emin olamadım
Hiçbir zaman aşkın sadece bir zaman kaybı olup olmadığından emin olamadım
Bütün bu sana söylemeye çalıştığım sözlerden...

Yanımda durduğunu,kollarıma doğru geldiğini hayal ediyorum,
Ama hayır, binlerce kere hayalini kurmaya katlanamam...


Camouflage/That Smiling Face(1988)

Tuesday, January 06, 2009

Son Durumlar

2000'lerin ilk on yılını deviriyoruz yavaş yavaş..Aslında içinde bulunduğumuz yılları sayıyla ifade etme zorluğu yaşıyoruz.Mesela 80'li yıllar veya 90'lar falan demek kolay da, 00'lı yıllar demez kimse..İkibinli yıllar desek o zaman da mesela 2019 da ikibinli bir yıl oluyor.Ortaya anlam karmaşası çıkıyor.Yetkili merciler düşünmemişler mi hiç bu konuda?

- Geçen gün Bif ile şunu konuşmuştuk..Şu anda adım başı 80'ler, 90'lar partileri yapılıyor..(Ayrıca ne ilginçtir ki bu partilere gidenlerin yüzde sekseni o yıllarda doğmamış olanlar)Acaba biz evlenip çoluk çocuğa karıştığımızda, köprünün altından çok sular akmış olduğunda mesela 10'lar 20'ler partileri falan yapılacak mı?Hiç zannetmiyorum..Çünkü ortada bir parti varsa orada ilk sırada olması gereken şey müziktir.Şöyle bir hafızanızı yoklayın..Genel anlamda müzik denince ilk aklınıza gelen parçalar hangi yıllardandı?Benim aklıma 60 ve 70'lerden klasikler, 80'lerden bolca synth pop şarkısı, 90'lardan da pop-rock tarzında bazı unutulmaz parçalar geliyor..Sonrası yok..2000'li yıllardan aklıma kazınmış olan, yıllara meydan okuyacak on tane bile şarkı hatırlamıyorum..İlerisi için de ümitli değilim..Galiba ölümün çaresinin bulunacağı, Mars'ta kolonilerin kurulacağı zamanlarda insanlar hala 80'ler partileri yapıyor olacaklar...

- İnsan işsiz olunca ne yapıyor?Aslında pek çok şeyi yapamıyor ama tembelliğe alıştığı kesin..Örneğin gece yarıları ayakta olup öğlen uyanmaya alışıyor..İşte böyle gecelerin birinde "Yaşasın yarın iş yok bu iki filmi tekrar izleyebileceğim" diye kendi kendime sevindim, utanmadan aylak aylak gezmenin tadını çıkardım..İlk filmimiz Cine 5'te yayınlanmasına şaşırdığım The 25'th Hour idi..Edward Norton nasıl oynuyor bu filmde (Zilleri takıp şiki şiki yapmıyor tabi)Filmin başdöndürücü bir senaryosu var.Hikaye sondan başa doğru ilerlerken bir anda vites değiştiriliyor ve tam gaz ileri gitmeye başlıyor.Daha ne olduğunu anlayamadan araya duygusal sahneler giriyor ve sonra bir anda filme şiddet hakim olmaya başlıyor.Böyle ustaca bir senaryo ve kurgu görmedim desem yeridir..Bir de Mulholland Drive vardı buna benzer ama o filmden birşey anlamak için dahi olmanız gerekiyordu...

İkinci filmimiz ise TNT ekranlarında tekrar izleme şansı bulduğum, 90'lı yılların unutulmazlarından Speed idi..İnsan o olağanüstü action sahnelerini, Dennis Hopper'ın canlandırdığı süper kaçık bombacı karakteri, bomba yüklü otobüsteki insanların hallerini, araya sıkıştırılmış ince Amerikan espirilerini izlemeye doyamıyor.Galiba "Bir action filmi nasıl olmalı?" sorusuna verilebilecek en güzel yanıtlardan biri bu film..Filme tek eleştirim ise şu: "Koskoca ABD'de bu kadar tamamlanmamış otoyol ve demiryolu olur mu üstat?"

- Buraya iç dünyamla ilgili şeyleri aktarıyorum genelde.Ama şu İsrail-Hamas kapışması hakkında kendimi birkaç şey yazmak zorunda hissediyorum.Öncelikle İsrail ile Filistin arasında değil, İsrail ile Hamas arasında olan bir çatışma bu.Ve bir insan olarak Filistin'in sivil halkı için üzülüyorum.Gazze halkı dehşeti yaşıyor, sürekli korku içinde.Bu bizim de başımıza gelebilirdi, barış içinde geçirdiğimiz her günün kıymetini bilmeliyiz..Birileri ordaki masum insanlara yardım etmeli..Ancak şunları da unutmamak gerekir:

Hamas çok barışsever bir örgüt mü?Saçma ideolojileri uğruna İsrail halkının üzerine roket göndermekten çekinmiyorlar.Geçmiş yıllarda İsrail'de sayısız bomba patlatıp yüzlerce kişiyi katlettiler.O zaman neden tepkisiz kaldı herkes?Türkiye'nin sırf müslüman ülke diye Filistin için kendini parçalamasına anlam veremiyorum.Filistin'in bize şu güne kadar ne faydası olmuş ki?Üstelik Hamas'ın ilerde şartlar değiştiği taktirde Türkiye'de de terör eylemleri düzenleme ihtimali var.Onlar; müslüman geçinen, islam uğruna savaş verdiğini zanneden ama islam'ı bütün dünyaya kötülemekten başka bir işe yaramayan tehlikeli bir cahiller ordusu.Kesinlikle yok edilmesi gereken bir örgüt ve zaten İsrail'in çabası da bu yönde.Kim durup dururken komşu ülkesini işgal eder?Bir de bu AKP hükümetine söyleyecek söz bulamıyorum.Ağır biçimde eleştirdikleri İsrail, Türkiye'nin en çok silah satın aldığı ülkelerden biri..Madem bu kadar karşısınız onlara, o halde hiçbir ticari ilişki içine girmemeniz lazım..