Thursday, November 25, 2010

Wake Up...Your Rights Are Gone

Sanırım hepimizin kimi zaman üstesinden gelmekte zorluk çektiği sorunları var hatta belki bu sorunlar bazen içinden çıkılmaz gibi görünebiliyorlar.Mesela kimimizin bakmakla yükümlü olduğu aile bireyleri ya da hasta yatağında yatan yakınları var..Bazılarımız kredi kartı ya da kredi borçları yüzünden rahat nefes alamıyor, 1 kilo köftelik kıyma alırken bile düşünüyor..Bazılarımız iş yerinde anlaşamadığı insanlarla çalışmak zorunda ve bu yüzden hem işin getirdiği stresi hem de çatışma halinin yarattığı gerginliği yaşamak zorunda kalıyor..Okul hayatının laylaylom yıllarını geride bırakıp çalışma hayatına atılmış olan insanların büyük kısmı ağır çalışma şartları yüzünden sosyal hayatlarına eskisi kadar zaman ayıramıyorlar..Memleketteki gelişmeleri eskisi kadar yakından takip edemiyorlar ya da eskisi kadar gazete, kitap okuyamıyorlar..Bütün bunları anlayabiliyorum ve hak veriyorum..Ama bu ülkede anlamakta iyice zorluk çekmeye başladığım ve içimde şiddetli bir öfke kasırgası oluşturan şeyler oluyor..Dediğim gibi, hepimizin zamanının büyük kısmını alan kişisel meselelerimiz var ve yoğunluktan dolayı belki ülkedeki gelişmelerden haberdar olamıyoruz.Haberdar olsak da karşı koymak, itiraz etmek için herhangi bir girişimde bulunamıyoruz..Ama nasıl bu kadar uyutulmuş vaziyette yaşadığımıza inanamıyorum..Sabrım zorlanıyor..Sırf dünyanın en pahalı benzinini kullanmak ve dünyanın en pahalı kırmızı etini yemek zorunda kalmak bile sinirlerimi bozuyor..Ülkedeki yaşam şartlarını; örneğin yoğun çalışma temposuna rağmen çalışanlara ödenen düşük maaşları ve çalışanların 60 yaşından önce emekli olmasına izin vermeyecek (Yani mezarda emekli edecek) sosyal güvenlik yasasını, haddinden pahalı olan su, elektrik, doğalgaz kullanım bedellerini, havaya verdiğimiz köprü geçişi ücretlerini düşündükçe deliye dönüyorum..(Bir yandan da ödediğimiz vergilerin kimlerin ceplerine girdiğini merak ediyorum.)Başımızda ülkeyi Atatürk'ün ulaştırmak istediği çağdaşlık seviyesinin tam tersine doğru götüren, medeniyet yoksunu, sevimsiz, sahtekar ve ahlaksız bir insan topluluğu var..Bunlar iktidarı elde tutmanın verdiği güçle kendilerine karşı çıkabilecek, yaptıklarına tepki gösterebilecek bütün mekanizmaları etkisiz hale getiriyorlar.Elleri Anayasa Mahkemesine ve bir zamanlar hepimizin varlığından dolayı güven duyduğu, "Yaparsa bunlar birşey yapar" dediği TSK'ya kadar uzandı..Bir yandan da son KPSS skandalının gösterdiği gibi kadrolaşma yolunda emin adımlarla ilerliyorlar...

Bütün bunlar olurken geçenlerde yapılan "ÖTV" zammı ile sinir katsayım tavana çıktı..Daha on ay önce, 31 Aralık 2009 tarihinde alkole hiç de küçümsenemeyecek bir zam yapılmıştı.Hemen arkasından da yılın ilk günlerinde sigaraya üst üste iki kere zam yapılmıştı ve onu da doğalgaz zammı izlemişti..İnanamıyorum şu özel tüketim vergisi adı altında devlete ödediğimiz paralara..Burada 35 liraya satılan rakının Kıbrıs'taki fiyatının 12.50 lira olduğunu, burdaki tekellerde şişe fiyatı minimum 60 - 65 lira olan viskinin free shoplarda 3 tanesinin 80 liraya falan satıldığını duyduğumda şok geçirmiştim..Gerçekten çok acayip bir ülkede yaşıyoruz.Birileri göz göre göre bizi soyuyor, özgürlüğümüzü kısıtlıyor ve haklarımızı elimizden alıyor.Ama biz hiçbir tepki göstermeden günleri geçirmeye devam ediyoruz..Bir yandan da bize eziyet edenleri her seçimde, her referandumda ödüllendirmeye devam ediyoruz..Ben anlamıyorum acaba insanlarımız çok mu şuursuz yoksa mazoşist eylemlerde bulunmak hoşlarına mı gidiyor?Gün geçtikçe bu ülkeye olan inancım azalıyor...

Monday, October 25, 2010

Favori Albümlerim 1986-2013



Kendimi bildiğimden beri müzik dinliyorum..Bir yandan da eşşek kadar adam olmama rağmen hala metal dinliyor olmanın haklı sevincini (!) yaşıyorum. Ne diyebilirim ki? Bazı albümler vardı, dinlerken içimdeki karanlığın yansımalarını buldum onlarda (Ya da onlar ruhuma karanlık kattı?) Bazı albümler vardı; onlarla çocukluğumun neşeli ve gamsız havasına geri döndüm, hop hop zıplayasım geldi..Bazı albümler vardı; sayelerinde gaza gelip kendimi kaybettim, içimdeki enerjiyi ve öfkeyi dışarı çıkarma ihtiyacı duydum...Dinledim, dinledim..An itibariyle beni en çok etkilemiş olan albümleri yıl bazında şöyle bir hatırlayayım dedim. Başlangıç olarak da 1986 yılını seçtim. Tabi ki daha önceki yıllardan da hastası olduğum birçok albüm var ama 1986 öncesinden her yıl için on tane mükemmel albüm bulabileceğimi sanmıyorum. Başlangıç yılını bu şekilde seçmemin nedeni bu..Bu değerlendirmeyi yaparken umarım bir şeyleri atlamamışımdır. Zaten aklıma bir şeyler gelirse ilerki zamanlarda yazıyı editlerim..Bu arada içinde bulunduğumuz yılı daha sona ermediği için değerlendirmeye almadım (bu konudaki tavsiyesi için Ceren Hanım'a teşekkürler)

EDIT:2010 EKLENDİ
EDIT:2011 EKLENDİ
EDIT:2012 EKLENDİ
EDIT:2013 EKLENDİ

İşte onlar:


1986

1 - IRON MAIDEN - SOMEWHERE IN TIME
2 - JOURNEY - RAISED ON RADIO
3 - EUROPE - THE FINAL COUNTDOWN
4 - ACCEPT - RUSSIAN ROULETTE
5 - METALLICA - MASTER OF PUPPETS
6 - THE SMITHS - THE QUEEN IS DEAD
7 - CANDLEMASS - EPICUS DOOMICUS METALLICUS
8 - GENESIS - INVISIBLE TOUCH
9 - FIFTH ANGEL - FIFTH ANGEL
10 - POISON - LOOK WHAT THE CAT DRAGGED IN


1987

1 - THE SISTERS OF MERCY - FLOODLAND
2 - WHITESNAKE - WHITESNAKE
3 - HELLOWEEN - KEEPER OF THE SEVEN KEYS PART:1
4 - PRETTY MAIDS - FUTURE WORLD
5 - DEF LEPPARD - HYSTERIA
6 - CANDLEMASS - NIGHTFALL
7 - FOREIGNER - INSIDE INFORMATION
8 - RAVEN - LIFE'S A BITCH
9 - MC AULEY SCHENKER GROUP - PERFECT TIMING
10 - FLEETWOOD MAC - TANGO IN THE NIGHT


1988

1 - QUEENSRYCHE - OPERATION:MINDCRIME
2 - METALLICA - …AND JUSTICE FOR ALL
3 - HELLOWEEN - KEEPER OF THE SEVEN KEYS PART:2
4 - KING DIAMOND - THEM
5 - CORONER - PUNISHMENT FOR DECADENCE
6 - POISON - OPEN UP AND SAY...AHH!
7 - MEGADETH - SO FAR SO GOOD…SO WHAT?
8 - RIOT - THUNDERSTEEL
9 - VOIVOD - DIMENSION HATRÖSS
10 - FLOTSAM&JETSAM - NO PLACE FOR DISGRACE


1989

1 - CORONER - NO MORE COLOR
2 - THE CURE - DISINTEGRATION
3 - KINGDOM COME - IN YOUR FACE
4 - NEW ORDER - TECHNIQUE
5 - FIFTH ANGEL - TIME WILL TELL
6 - RUNNING WILD - DEATH OR GLORY
7 - PINK CREAM 69 - PINK CREAM 69
8 - FAITH NO MORE - THE REAL THING
9 - TESTAMENT - PRACTICE WHAT YOU PREACH
10 - NINE INCH NAILS - PRETTY HATE MACHINE


1990

1 - JUDAS PRIEST - PAINKILLER
2 - QUEENSRYCHE - EMPIRE
3 - DEPECHE MODE - VIOLATOR
4 - KREATOR - COMA OF SOULS
5 - KING DIAMOND - THE EYE
6 - WARRANT - CHERRY PIE
7 - COCTEAU TWINS - HEAVEN OR LAS VEGAS
8 - THE SISTERS OF MERCY - VISION THING
9 - SLAYER - SEASONS IN THE ABYSS
10 - SOCIAL DISTORTION - SOCIAL DISTORTION


1991

1 - OVERKILL - HORRORSCOPE
2 - PEARL JAM - TEN
3 - FATES WARNING - PARALLELS
4 - SAVATAGE - STREETS:A ROCK OPERA
5 - DISMEMBER - LIKE AN EVER FLOWING STREAM
6 - ASPHALT BALLET - ASPHALT BALLET
7 - SKID ROW - SLAVE TO THE GRIND
8 - SLOWDIVE - JUST FOR A DAY
9 - DEATH - HUMAN
10 - SOUNDGARDEN - BADMOTORFINGER


1992

1 - THE CURE - WISH
2 - ALICE IN CHAINS - DIRT
3 - WASP - THE CRIMSON IDOL
4 - DREAM THEATER - IMAGES AND WORDS
5 - TESTAMENT - THE RITUAL
6 - TIAMAT - CLOUDS
7 - FAITH NO MORE - ANGEL DUST
8 - FIREHOUSE - HOLD YOUR FIRE
9 - DEMOLITION HAMMER - EPIDEMIC OF VIOLENCE
10 - GIANT - TIME TO BURN



1993

1 - PARADISE LOST - ICON
2 - SAVATAGE - EDGE OF THORNS
3 - DEATH - INDIVIDUAL THOUGHT PATTERNS
4 - KATATONIA - DANCE OF DECEMBER SOULS
5 - MERCYFUL FATE - IN THE SHADOWS
6 - CATHEDRAL - THE ETHEREAL MIRROR
7 - ANNIHILATOR - SET THE WORLD ON FIRE
8 - CARCASS - HEARTWORK
9 - SLOWDIVE - SOUVLAKI
10 - A-HA - MEMORIAL BEACH


1994

1 - MACHINE HEAD - BURN MY EYES
2 - TIAMAT - WILDHONEY
3 - MEGADETH - YOUTHANASIA
4 - BOLT THROWER - ...FOR VICTORY
5 - SAVATAGE - HANDFUL OF RAIN
6 - QUEENSRYCHE - PROMISED LAND
7 - AMORPHIS - TALES FROM THE THOUSAND LAKES
8 - HELLOWEEN - MASTER OF THE RINGS
9 - PORTISHEAD - DUMMY
10 - MERCYFUL FATE - TIME


1995

1 - PARADISE LOST - DRACONIAN TIMES
2 - AT THE GATES - SLAUGHTER OF THE SOUL
3 - DEATH - SYMBOLIC
4 - FLOTSAM AND JETSAM - DRIFT
5 - ICED EARTH - BURNT OFFERINGS
6 - FAITH NO MORE - KING FOR A DAY,FOOL FOR LIFETIME
7 - IRON MAIDEN - THE X FACTOR
8 - ANATHEMA - THE SILENT ENIGMA
9 - BLIND GUARDIAN - IMAGINATIONS FROM THE OTHER SIDE
10 - MAD SEASON - ABOVE


1996

1 - THERION - THELI
2 - AMORPHIS - ELEGY
3 - SAMAEL - PASSAGE
4 - HELLOWEEN - THE TIME OF THE OATH
5 - ICED EARTH - THE DARK SAGA
6 - MERCYFUL FATE - INTO THE UNKNOWN
7 - ANATHEMA - ETERNITY
8 - THIS EMPTY FLOW - MAGENTA SKYCODE
9 - SENTENCED - DOWN
10 - THE CRANBERRIES - TO THE FAITHFUL DEPARTED


1997

1 - ARCTURUS - LA MASQUERADE INFERNALE
2 - IN THE WOODS… - OMNIO
3 - IN FLAMES - WHORACLE
4 - DECORYAH - FALL-DARK WATERS
5 - OCTOBER TIDE - RAIN WITHOUT END
6 - OLD MAN'S CHILD - THE PAGAN PROSPERITY
7 - SAVATAGE - THE WAKE OF MAGELLAN
8 - LAKE OF TEARS - A CRIMSON COSMOS
9 - STRATOVARIUS - VISIONS
10 - THE GATHERING - NIGHTTIME BIRDS


1998

1 - SENTENCED - FROZEN
2 - STRATOVARIOUS - DESTINY
3 - DEATH - THE SOUND OF PERSEVERANCE
4 - ANATHEMA - ALTERNATIVE 4
5 - VIRGIN STEELE - INVICTUS
6 - TRISTANIA - WIDOW'S WEEDS
7 - GRAVE DIGGER - KNIGHTS OF THE CROSS
8 - THERION - VOVIN
9 - …AND OCEANS - THE SYMMETRY OF I,THE CIRCLE OF O
10 - ORANGE GOBLIN - TIME TRAVELLING BLUES


1999

1 - AMORPHIS - TUONELA
2 - NEVERMORE - DREAMING NEON BLACK
3 - CREMATORY - ACT SEVEN
4 - IMMORTAL - AT THE HEART OF WINTER
5 - IN THE WOODS... - STRANGE IN STEREO
6 - PAIN - REBIRTH
7 - BRIMSTONE - CARVING A CRIMSON CAREER
8 - THE TEA PARTY - TRIPTYCH
9 - THE CRANBERRIES - BURY THE HATCHET
10 - SAMAEL - ETERNAL


2000

1 - IRON MAIDEN - BRAVE NEW WORLD
2 - SENTENCED - CRIMSON
3 - THYRFING - URKRAFT
4 - AXEL RUDI PELL - THE MASQUERADE BALL
5 - NEVERMORE - DEAD HEART IN A DEAD WORLD
6 - BORKNAGAR - QUINTESSENCE
7 - A PERFECT CIRCLE - MER DE NOMS
8 - FATES WARNING - DISCONNECTED
9 - ULVER - PERDITION CITY
10 - QUEENS OF THE STONE AGE - RATED R


2001

1 - THERION - SECRET OF THE RUNES
2 - RAMMSTEIN - MUTTER
3 - …AND OCEANS - A.M.G.O.D
4 - GREEN CARNATION - LIGHT OF DAY,DAY OF DARKNESS
5 - NEUROSIS - A SUN THAT NEVER SETS
6 - MOONSORROW - VOIMASTA JA KUNNIASTA
7 - EVERGREY - IN SEARCH OF TRUTH
8 - WINDIR - 1184
9 - TOOL - LATERALUS
10 - ENTOMBED - MORNING STAR


2002

1 - ARCTURUS - THE SHAM MIRRORS
2 - THYRFING - VANNSINNESVISOR
3 - QUEENS OF THE STONE AGE - SONGS FOR THE DEAF
4 - DREDG - EL CIELO
5 - AGALLOCH - THE MANTLE
6 - DARK TRANQUILLITY - DAMAGE DONE
7 - BATHORY - NORDLAND I
8 - SENTENCED - THE COLD WHITE LIGHT
9 - …AND OCEANS - CYPHER
10 - SYMPHONY X - THE ODYSSEY


2003

1 - GREEN CARNATION - A BLESSING IN DISGUISE
2 - KAMELOT - EPICA
3 - A PERFECT CIRCLE - THIRTEENTH STEP
4 - KATATONIA - VIVA EMPTINESS
5 - NEST - WOODSMOKE
6 - ENTOMBED - INFERNO
7 - FALKENBACH - OK NEFNA TYSVAR TY
8 - EDGE OF SANITY - CRIMSON II
9 - MASTERPLAN - MASTERPLAN
10 - MANES - VILOSOPHE


2004

1 - NEUROSIS - THE EYE OF EVERY STORM
2 - DRUDKH - AUTUMN AURORA
3 - SLUMBER - FALLOUT
4 - GRIP INC. - INCORPORATED
5 - TSJUDER - DESERT NORTHERN HELL
6 - EXODUS - TEMPO OF THE DAMNED
7 - AGE OF SILENCE - ACCELERATION
8 - VALI - FORLATT
9 - SAXON - LIONHEART
10 - ALTER BRIDGE - ONE DAY REMAINS


2005

1 - BOLT THROWER - THOSE ONCE ROYAL
2 - DREDG - CATCH WITHOUT ARMS
3 - FALKENBACH - HERALDING-THE FIREBLADE
4 - DRACONIAN - ARCANE RAIN FELL
5 - PRIMORDIAL - THE GATHERING WILDERNESS
6 - FRANZ FERDINAND - YOU COULD HAVE IT SO MUCH BETTER
7 - NEVERMORE - THIS GODLESS ENDEAVOR
8 - RÖYSKOPP - THE UNDERSTANDING
9 - EDITORS - THE BACK ROOM
10 - GREEN CARNATION - THE QUIET OFFSPRING


2006

1 - AGALLOCH - ASHES AGAINST THE GRAIN
2 - CULT OF LUNA - SOMEWHERE ALONG THE HIGHWAY
3 - CELTIC FROST - MONOTHEIST
4 - DRUDKH - BLOOD IN OUR WELLS
5 - MADDER MORTEM - DESIDERATA
6 - IHSAHN - THE ADVERSARY
7 - AMORPHIS - ECLIPSE
8 - AHAB - THE CALL OF THE WRETCHED SEA
9 - THE GATHERING - HOME
10 - MUSE - BLACK HOLES AND REVELATIONS


2007

1 - ALTER BRIDGE - BLACKBIRD
2 - LAKE OF TEARS - MOONS AND MUSHROOMS
3 - PRIMORDIAL - TO THE NAMELESS DEAD
4 - EDITORS - AN END HAS AN START
5 - ROTTING CHRIST - THEOGONIA
6 - PORCUPINE TREE - FEAR OF A BLANK PLANET
7 - SHINING - V - HALMSTAD
8 - INTERPOL - OUR LOVE TO ADMIRE
9 - ALCEST - SOUVENIRS D'UN AUTRE MONDE
10 - SHE WANTS REVENGE - SHE WANTS REVENGE


2008

1 - SEPTIC FLESH - COMMUNION
2 - IN MOURNING - SHROUDED DIVINE
3 - KAMPFAR - HEIMGANG
4 - KEEP OF KALESSIN - KOLOSSUS
5 - SHINEDOWN - THE SOUND OF MADNESS
6 - THYRFING - HELS VITE
7 - OCTOBER FALLS - THE WOMB OF PRIMORDIAL NATURE
8 - OPETH - WATERSHED
9 - DOOM:VS - DEAD WORDS SPEAK
10 - MOONSPELL - NIGHT ETERNAL


2009

1 - ALICE IN CHAINS - BLACK GIVES WAY TO BLUE
2 - BLUT AUS NORD - MEMORIA VETUSTA II - DIALOGUE WITH THE STARS
3 - NOKTURNAL MORTUM - THE VOICE OF STEEL
4 - PARADISE LOST - FAITH DIVIDES US - DEATH UNITES US
5 - AHAB - THE DIVINITY OF OCEANS
6 - ASPHYX - DEATH…THE BRUTAL WAY
7 - DREDG - THE PARIAH, THE PARROT, THE DELUSION
8 - VEKTOR - BLACK FUTURE
9 - THE DEAD WEATHER - HOREHOUND
10 - GRAVE DIGGER - BALLADS OF A HANGMAN

2010

1 - TREAT - COUP DE GRACE
2 - ALCEST - ECAILLES DE LUNE
3 - PRETTY MAIDS - PANDEMONIUM
4 - GHOST - OPUS EPONYMOUS
5 - SOLEFALD - NORRON LIVSKUNST
6 - AGALLOCH - MARROW OF THE SPIRIT
7 - HELLOWEEN - 7 SINNERS
8 - LES DISCRETS - SEPTEMBRE ET SES DERNIERES PENSEES
9 - ROTTING CHRIST - AEALO
10 - ENSLAVED - AXIOMA ETHICA ODINI


2011

1 - MOONSORROW - VARJOINA KULJEMME KUOLLEIDEN MAASSA
2 - IN SOLITUDE - THE WORLD. THE FLESH. THE DEVIL
3 - SEPTIC FLESH - THE GREAT MASS
4 - BLACK STONE CHERRY - BETWEEN THE DEVIL AND THE DEEP BLUE SEA
5 - HELL - HUMAN REMAINS
6 - ORANSSI PAZUZU - KOSMONUMENT
7 - LORD VICAR - SIGNS OF OSIRIS
8 - GRAVEYARD - HISINGEN BLUES
9 - DECEASED - SURREAL OVERDOSE
10 - SOLSTAFIR - SVARTIR SANDAR


2012

1 - AHAB - THE GIANT
2 - ASPHYX - DEATHHAMMER
3 - CANDLEMASS - PSALMS FOR THE DEAD
4 - JESS AND THE ANCIENT ONES - JESS AND THE ANCIENT ONES
5 - TIAMAT - THE SCARRED PEOPLE
6 - IN MOURNING - THE WEIGHT OF OCEANS
7 - PARADISE LOST - TRAGIC IDOL
8 - EVOKEN - ATRA MORS
9 - BARONESS - YELLOW & GREEN
10 - SATURNUS - SATURN IN ASCENSION


2013

1 - SATAN - LIFE SENTENCE
2 - WARLORD - THE HOLY EMPIRE
3 - THE GATHERING - AFTERWORDS
4 - THE OCEAN - PELAGIAL
5 - HELL - CURSE AND CHAPTER
6 - ALICE IN CHAINS - THE DEVIL PUT DINOSAURS HERE
7 - ALTER BRIDGE - FORTRESS
8 - OCTOBER FALLS - THE PLAGUE OF A COMING AGE
9 - QUEENS OF TEH STONE AGE - ...LIKE CLOCKWORK
10 - CATHEDRAL - THE LAST SPIRE

Tuesday, August 10, 2010

Efsane Amiga Oyunları

1993-1997 yılları arasında Amiga 500, 1997-1998 yıllarında da Amiga 1200 kullanmış biri olarak 5-6 yılımı dünyanın en çok akıllara kazınan ev bilgisayarından biri ile geçirmişim...Bu süre zarfında neler oldu peki? Öncelikle sosyal hayatımı kısıtlamış oldum..Zaten ders çalışmayı sevmeyen bir adamdım; Amiga sayesinde okuldan sonraki saatlerimin çoğunu bu bilgisayar başında harcadım. O kadar fazla bilgisayar başında oturuyordum ki bizimkiler bilgisayarı açmayayım diye parçalarını saklamaya başladılar..Kardeşimle oyun sırası yüzünden sonu gelmeyen münakaşalar ettik.(Strateji oyunlarını sevmediği için ben oynamayım diye o oyunların disketlerini bozardı.)Bol miktarda joystick kırdım..Sonuç itibariyle pişman mıyım, hayır..Gene aynı yıllarda doğmuş olsam, gene aynı şekilde deliler gibi oyun oynardım..Güzel zamanlardı..Peki bu kadar Amiga oyunu içinde en fazla bağımlılık yaratanları hangileriydi? Kanımca kararımca bir liste hazırlayım dedim..Tabi ki yine on maddelik..


10 - NORTH&SOUTH



North&South, şu güne kadar eşine benzerine rastlamadığım bir action-strateji oyunuydu. Amerikan iç savaşında kuzey ya da güney tarafından birini seçip karşı tarafı alt etmeye çalışıyoduk. Bir yandan savaşın finansal kısmı için mücadele verirken bir yandan da savaş sahnelerini kontrol ediyorduk. Savaş ekranında atlı süvariler, tüfekli askerlerimiz ve toplarımız olurdu. (Topu iyi kullanmayı başaran büyük ihtimalle savaşları da kazanıyodu zaten) Karşı tarafın ekonomisini çökertmek için altın taşıyan trenleri zapt etme, düşmanın kalesini ele geçirmeye çalışma gibi zamana karşı yarışılan alt bölümler vardı. Kızılderililerin ve Meksikalıların sınırlarına fazla yaklaştığımızda sinirlenip saldırıyolardı. Bunlar gibi daha birçok renkli detaya sahip North&South, kanımca tarihin iki kişiyle karşılıklı oynandığında en çok keyif veren oyunlarından biridir...


9-LEISURE SUIT LARRY - IN THE LAND OF THE LOUNGE LIZARDS



Larry adında çapkınlık peşinde koşan bodur bir hatun avcısını yönettiğimiz serinin bu ilk oyunu, oyuncuya verdiği serbestlik bakımından devrim yaratacak nitelikteydi. Karakterimize yapacağı işleri bizzat klavyeden yazarak iletiyorduk, herhangi bir yere tıklayarak değil. (Text adventure denilen tarzın ilk örneklerindendir bu oyun) Yani örneğin "Call taxi" yazıp enter'a bastığımızda karakterimiz taksi çeviriyor, "Go to the market" dediğimizde ekrandaki markete gidiyordu. Dolayısıyla oyunu oynarken yanımızda sürekli bir sözlük bulunduruyorduk ki 10 - 15 yaşlarındaki insanlar için düzgün İngilizce cümleler kurmak o kadar kolay değildi. Araya serpiştirilmiş muazzam espirileriyle, komik sahneleriyle, (Taxi'ye para vermek yerine yürümeyi tercih ettiğimizde aniden çıkan serserinin Larry'nin ağzını burnunu kırma sahnesi hala gözlerimin önündedir) doğru işler yapıp bulmacaları çözdüğünüzde oyundaki puanınızın artması sistemiyle, tam manita arakladık derken başımıza gelen sürpriz olaylarla kalplerimizi fethetmiş bir oyundur. Larry'nin 6 - 7 oyun kadar devamı da yapılmıştır ama bence hiçbiri ilkinin yerini tutamamıştır..


8 - WORMS



Ufacık solucanların eline çeşit çeşit silahlar verip onları birbirleriyle savaştırmak kimin fikriydi bilmiyorum ama bildiğim birşey var ki Worms oynamak birkaç arkadaşınızla toplandığınızda düzenleyebileceğiniz en keyifli aktivitelerden biridir. Bu eşi benzeri bulunmayan action oyununda kurtçıklarımıza bazuka, el bombası, parça tesirli bomba, mayın, pompalı tüfek, balta, ok gibi silahlar kullandırtabiliyor hatta yakın dövüş sanatlarını bila icra ettirebiliyorduk. Yer şekillerini, yer çekimini (Çünkü bu solucanların yüksek yerlerden düştüklerinde nedense canları yanıyodu) ve rüzgarı de hesaba katarak kıyasıya çatışıyorduk. Her takımın bir süper silahı vardı ve oyundaki en eğlenceli anlar bu silahlar kullanıldığında yaşanırdı. Solucanların o tiz ve çocuksu sesleriyle birbirlerine meydan okumaları ve küfretmeleri oyunu daha da eğlenceli hale getiriyordu. Eşek kadar adam oldum ama şu anda birisi "Var mısın Worms'da kapışmaya?" dese bir saniye bile düşünmem, saatlerce oynayabilirim...Bu arada küçük bir ayrıntı: Worms Amiga-500 de hiç çıkmadı.Serinin ilk oyunu A-1200'de çıktıktan sonra PC'de Worms Armegeddon, Worms World Party, Worms 3D gibi devam oyunları yapıldı ve bence içlerinde en iyisi World Party idi...


7 - MOONSTONE



Başında saatlerin su gibi aktığı bir başka Amiga oyunu: Moonstone..Action/FRP tarzındaki bu şahaser, bilgisayar oyunları tarihinde vahşet ve korkunun yoğun biçimde sergilendiği ilk oyunlardan biridir. Dört farklı şövalyeden birini seçip harita üzerindeki birçok tehlikeli bölgede çeşit çeşit korkunç yaratıklarla savaşıyorduk.(Samanlıkta koşarak gelen yaban domuzları ve bataklıkta bir anda ortaya çıkan iskelet hala arada bir kabuslarıma girerler) Amacımız haritanın ortasında bulunan Stonehenge'deki aytaşına ulaşmak için gereken dört ayrı anahtarı bulmaktı. Bu anahtarlara öldürdüğümüz yaratıkların leşlerinden ulaşıyorduk ama anahtarların yeri her oyunda değişirdi. Oyunda save diye bi sistem olmadığı için saatlerce harita üzerinde gezinip yaratık katletmeye çabalardık. Bir yandan da öldürdüğümüz yaratıkların üzerinden çıkan çeşitli silahlar, zırhlar ve eşyalarla karakterimizi güçlendirirdik. Haritada dolanıp duran kocaman kırmızı bir ejder vardı, ne olursa olsun ona yakalanmamak lazımdı..Ha bir de büyücüyü çok fazla ziyaret ettiğimizde kızıp bizi kurbağaya çeviriyordu. Tek kişiyle oynaması da müthiş keyifli olan Moonstone, yanınıza birkaç arkadaşınızı aldığınızda ve böylece birbirinize dalma imkanı oluştuğunda gerçekten tadından yenmiyordu...


6 - LEMMINGS



Lemmings kesinlikle hayatımda oynadığım en güzel ama en kazık oyunlardan biridir. Oyun, çabuk karar vermeyi gerektiren bir zeka oyunuydu ve bölümler zorlaştıkça resmen ekran karşısında kendimizi IQ testi çözer gibi hissediyorduk. Yeşil kafalı, "yepyepyep" şeklinde sesler çıkartan minik yaratıkları ekranın bir ucundan alıp diğer tarafındaki çıkışa ulaştırmaya çalışıyorduk. Bunu yapmak için de lemminglerimize "şuraya tırman", "burayı kaz", "düşerken paraşüt aç", "orda dur ki sana çarpanlar aksi istikamete gitsin" gibi komutlar veriyorduk. Biz gerekli zamanlarda gerekli yönlendirmeleri yapmazsak bu beyinsiz yaratıklar dümdüz yürüyor ve nihayetinde uçurumdan düşüyor, boğuluyor veya tuzaklara yakalanıyorlardı. Her bölümde belli bir sayı kadar yaratığı telef etme hakkımız vardı, o sayıyı aştığımızda game over oluyodu. Bombayla patlatmak zorunda kaldığımız lemminglerden çıkan "pödöfff" sesini unutmam hala mümkün değil...


5 - PRINCE OF PERSIA



Prensesini kaçıran kötü vezir Cabbar'a karşı mücadele eden İran prensinin macerası..Platform türündeki bu oyunu ilk oynadığımda karakterin koşarak yaptığı uzun atlayışlara, bir yere son anda tutunup aşağıdaki kazıklara düşmekten kurtulabilmesine, yeri geldiğinde temkinli biçimde adım adım yürüyebilmesine hayran kalmıştım. (O zamanlar bir oyunda görmeye alışık olmadığımız türden hareketlerdi bunlar) İlerlediğimiz delhizlerde kılıcımızla hadlerini bildirebileceğimiz birçok düşmanla karşılaşırdık. Hiç beklenmedik anlarda karşımıza çıkan tuzaklar adrenalin seviyemizi artırırdı. Uğraşıldığında bölümleri kolayca geçmeye yarayan kestirme yollar bulunabiliyordu ve oyunda bir saatlik bir zaman kısıtlaması olduğu düşünülürse bu kestirme yolların önemi büyüktü. Bir de iki türlü iksir çıkardı karşımıza; birini içtiğimizde enerji verirdi, ötekini içtiğimizde ise başımıza çeşitli felaketler gelirdi..Mesela ekran tersine dönerdi ve o şekilde ilerlemeye çabalardık. Bu oyunda her an herşey olabilirdi. Yürüdüğümüz yer bir anda kırılınca aşağı düşebilirdik, karşımıza çıkan aynayı geçmek için içinden zıplamamız gerekebiliyordu ve hatta kendi hayaletimiz bize saldırabilirdi (Geçmek için kılıcımızı indirmemiz gerekiyordu). Bambaşka, zamanının ötesinde bir oyundu Prince of Persia...

4 - CANNON FODDER



Süper oynanabilirliği ile beni saatlerce ekran başına çivilemiş ama aşırı zorluğu ile de çoğu zaman sinir katsayımı yükseltmiş efsane oyun Cannon Fodder..Sensible Software tarafından üretildiği için tabi ki minnacık adamları yönetiyoduk. Bu minnacık adamlarla kar kış yağmur çamur demeden düşmanla çarpışarak verilen görevleri yerine getirmeye çalışıyorduk. Oyunun başında askere alınmak için sırada bekleyen gençleri gördüğümüz ekranı hatırlıyorum. Bir de şehit olan gençlerin mezartaşlarının gösterildiği ekran aklıma kazınmıştır. Her bölümün sonunda sağ kalan askerlerin rütbesi artardı ve bunların tecrübeleri arttıkça daha iyi çarpışırlardı, attıklarını vururlardı falan. Bazen savaş alanında vurulanların kolu bacağı kopardı ve bir süre kıvrandıktan sonra ölürlerdi. "War: Never been so much fun" derdi oyunun başında. Bir savaş oyunu olmasına rağmen inanılmaz cici bir oyundu. Bu arada daha sonra serinin ikinci oyunu çıktı ve birincisine göre daha kazık olduğunu hatırlıyorum...


3 - SUPERFROG



Sağa sola zıplayan, altın toplayan, arada bir görünmez olan, karşısına çıkan canavarlara tekme tokat dalan pelerinli bir kurbağayı yönettiğimiz Superfrog, herhalde şu güne kadar gördüğüm en renkli atmosfere sahip oyundur. Arka plan grafikleri ve müzikleri kelimenin tam anlamıyla "aşmış" idi. Ormanlarda, piramitlerde, şatolarda ve hatta uzayda zıplayıp duruyorduk. Her bölümde bize extra avantajlar kazandıracak gizli geçitler bulunurdu o ve gizli geçitleri bulduğumuzda içimizi acayip bir tatmin duygusu sarardı. Her bölümden sonra aynı yerleri baştan oynamamak için kumar oynayarak bölüm kodlarını öğrenmeye çalışırdık. Binbir çabayla bulduğumuz bölüm kodlarını bir kenara yazıp arkadaşlarımızla paylaşırdık. Hey gidi günler...


2 - THE SETTLERS



Açık ara başında en fazla zaman geçirdiğim real-time strateji oyunudur bu..Küçücük sevimli adamları yöneterek önce köyümüzün ihtiyaçlarını karşılamaya sonra da askerlerimizle düşman kalelerine saldırarak sınırlarımızı genişletmeye çalışıyorduk. Ancak oyunun savaş kısmı ekonomi kısmına göre geri plandaydı. Şirin adamcıklarımıza ağaçları kestirterek tahta; madenleri işleterek taş ve demir elde ediyorduk. Oyunun en keyif veren yanlarından birisi bina yapımıydı. Bina yapımına gönderdiğimiz adamların binayı yavaş yavaş inşa edişini zevkle izlerdik. Zaten oyunu oynarken hiçbirşey yapmadan köyümüzde neler olup bittiğini izlemek bile çok keyifliydi.Settlers'da herşey aheste aheste gerçekleşirdi ama bu yavaş akış oyuncuyu asla sıkmazdı, hatta tam tersine oyuna bir cazibe katardı. Bu yüzden "Yarım saat oynayayım" diye girdiğiniz oyundan 2-3 saat oynamadan çıkamazdınız. İki adet mouse'unuz varsa bağlayıp arkadaşınıza karşı mücadele verebiliyordunuz. Settlers'ın birçok devam oyunu çıktı ama hiçbirinin ilk oyunun yarattığı karşı koyulamaz bağımlılığı yaratabildiğini sanmıyorum..


1 - SENSIBLE WORLD OF SOCCER 1996 - 97



İşte 90'lı yıllarda uykusuz gecelerimin, kırık notlarımın, bozulan sosyal hayatımın bir numaralı nedeni: SWOS..Serinin önceki oyunları da müthişti ama oyunun bu versiyonu bence bütün dünyada Sensible çılgınlığının zirve yapmasına neden olmuştur. O yıllarda bu oyunun disketinin girmediği bir Amiga sürücüsü düşünemiyorum. Bu oyun için evlerimizde günlerimizi harcadığımız yetmediği gibi okulu kırdığımızda da ilk adresimiz Kadıköy'de saati 1 milyona Sensible oynatan dükkanlar olurdu. Bazen birsürü adam Amiga'sı olan bir arkadaşın evinde toplanır ve turnuvalar düzenlerdik.(Tabi tek bilgisayar olduğu için turnuva on saatte falan anca biterdi) Oyunun müthiş geniş bir veritabanı vardı. Türkiye ligini oynamak, hatta Zeytinburnuspor'u bile seçebilmek mümkündü. Kariyer moduna girip istediğimiz takımı yönetebiliyorduk, bütçemize göre istediğimiz transferleri yapabiliyorduk ve oyuncularımızın gelişimlerini veya çöküşlerini takip edebiliyorduk. Hızlı ve bitirici vuruşları iyi olan adamların değerleri daha çabuk artıyordu. Oyunun en iyi adamı o zaman Milan'da oynayan Weah'dı. Bir de oyundaki falsolu şutları unutmak mümkün değil..Kaleyi karşıdan gören bir yerden sağ köşeye doğru çektiğiniz şuta falso vererek sol köşeden gol atabilmek mümkündü. En zevkli gol atma şekli ise kaleciyi yatırıp boş kaleye pas tuşuyla topu göndermekti...

Thursday, August 05, 2010

Yeni Taze Başlangıç

Bundan dört buçuk sene kadar önce, 23 Ocak 2006 Pazartesi günü "Start From The Dark" başlıklı post ile açılışını yapmışım bu blogun...

İlk yazıda "Bakalım hayatımızın hangi kirlilikleri, güzellikleri, heyecanları,kalp kırıklıkları, donuk kucaklaşmaları yansıyacak bu sayfalara?" diye sormuşum.

24 Ocak 2006'daki ikinci yazımda "Sınavların ertelenmesi" diye bir ifade geçiyor.Bir zamanlar öğrenciymişim, oysa şimdi öğrencilik yıllarım 200 ışık yılı kadar uzaktaymış gibi geliyor..Geçen zaman içinde öğrendiğim en basit ama önemli şeylerden birisi şu oldu: Zaman ve mekan koşullarına bağlı olarak karşımıza çıkan ve aşılması çok zor gözüken engeller, üstesinden gelinemeyeceği düşünülen dertler zaman ile birlikte koşulların da değişmesi ile bir süre sonra dert olmaktan çıkıyorlar.(Yerlerini yeni engeller ve dertler alıyor).Hatta insan bir zamanlar bunları sorun olarak gördüğüne inanamıyor.Gülünç geliyor..O dönemlerde ertesi gün iki tane finalim olduğu için kaygılandığım, ders çalışmak gerekliliğini hayatımın en büyük derdi olarak gördüğüm, haftanın dört günü okulda bulunmak zoruma gittiği için kendime kızıyorum..Bunların hiçbiri gerçek anlamda dert değilmiş..

Dört buçuk sene önce nerdeydim ve şimdi nerdeyim?Bu iki uç nokta arasında belirgin farklar yok galiba.Bu süre içersinde olduğum yerde saydığımı düşünmüyorum ama hayatımı etkileyecek radikal kararlar alıp uygulamaya koyduğum da olmadı..Steve Harris'in Iron Maiden'ın yapacağı muhtemelen son albümden önce söylediği gibi: "Belki daha bilge bir adam oldum ama aynı zamanda daha yaşlı bir adam oldum"

Hareket berekettir parolasıyla yola çıkıp 4.5 senenin sonunda görsellik anlamında bazı değişiklikler yapayım dedim.Blogumun yeni isminde ve tasarımında Decoryah'ın Breathing the Blue parçası ilham kaynağım oldu.

Friday, July 30, 2010

Eski Güzel Galatasaray Formaları

Galatasaray; 2010 - 11 sezonu formalarını tanıttı, hatta bir tanesini dün ikinci Tromso faciasının sinyallerini veren OFK Belgrad maçında giydi.(Bunların yanında ligin 2.yarısı için çubuklu forma hazırlanacak diyorlar)Çok kısa birkaç yorum yapmak istiyorum, zira bu post'un asıl konusu yeni formalar olmayacak.Öncelikle parçalı forma geçen senenin aynısı ve benim hala hoşuma gitmiyor..Tasarım açısından göze hoş gelmeyen birşeyler var bu formada.Bir kere tam parçalı bir forma değil.Formanın yaka kısmına baktığınızda tümüyle kırmızı olduğunu görüyoruz, oysa ki tam parçalı formada yakanın kırmızı şerite gelen kısmı sarı, sarı şerite gelen kısmı da kırmızıdır (Aşağıda Bülent ve Saunders'ın üzerinde yer alan formalar tam parçalı formaya örnektir).Bir de altına ısrarla beyaz şort giyiyoruz ve formanın sırtındaki yazılar da beyaz..Klasik parçalı formanın altında oldum olası kırmızı veya sarı şortu sevmişimdir..Bir türlü ısınamadım bu kombinasyona.Üstelik bu formayla çıktığımız her önemli maçı kaybettik..Beyaz (ya da krem rengi) forma idare eder..Mercan renkli forma ise göze hoş görünüyor ancak benim anlamadığım birşey var.Home formamız parçalı olan, Away forması beyaz ve üçüncü formamız - yani deplasmanda rakiple forma renklerinin benzer olması durumunda giyilmek üzere tasarlanan- formamız da mercan rengi olan değil mi?O zaman neden kendi sahamızda oynadığımız sezonun ilk resmi maçına üçüncü formamızla çıkıyoruz ki?Pazarlama stratejisi olabilir ama bence çok saçma..Ayrıca şu güne kadar hiç kendi sahasında oynadığı maça üçüncü formasıyla çıkan bir futbol takımı hatırlamıyorum..(Geçen sene mor forma ile de aynı haltı yemiştik)

Aşağıda bir zamanlar Galatasaray'ın giydiği güzel formalardan bir derleme yaptım.Benim gibi 90'ların başından itibaren bu takıma bağlanmış herkesin kolayca hatırlayacağı formalar bunlar..Resimlerdeki futbolcular da şu anda hem yetenek hem de karakter anlamında özlemini çektiğimiz eski futbolcularımız..(Arif Erdem dışındakiler tabi ki)























Wednesday, July 21, 2010

Top 10 Acayip İsimli Grup ve Albümler

Geçenlerde elime geçen bir müzik kataloğuna bakarken son derece ilginç isimli bazı grup ve albümlere rastladım.Aralarından bir derleme yapayım dedim:


10 - ABDULLAH - Graveyard Poetry



Huzurlarımızda Amerikalı doom metal grubu Abdullah..Grup, doğu kültürüne ilgi duymuş, orası kesin de bu Graveyard Poetry ne ola ki?Adamların Karacaahmet Mezarlığındaki mezar taşlarından ilham alıp şiirsel şarkı sözleri falan yazdığını hayal ettim bir an için..Tövbe tövbe..

9 - BERRI TXARRAK - Payola



İspanyolca alternatif rock yapan bir grupmuş.Grubun adının ikinci kelimesinin İspanyolcada nasıl okunduğunu merak etmiyor değilim..

8 - NENIA C´ALLADHAN - Nenia C´alladhan



Şükretmeyi bilen folk/medieval grubu..Ne varsa allahtan gerçekten..Bu arada grup elemanlarından biri aynı zamanda SOPOR AETERNUS diye bir grupta takılıyormuş!

7 - DEVIL ATE MY SON - The Eyes Of A Dead Man



Şeytan aldı götürdü satamadan getirdi ama sonra dayanamadı yedi...Alman death metal/metalcore grubuymuş...

6 - KISMET - Hiatus



Bunu ilk gördüğümde aklıma eski kova kalecimiz Hayrettin Demirbaş geldi."Hayrettin bugün takımınız kaybetti sen de şanssız goller yedin, neler düşünüyorsun?" şeklinde kendisine yöneltilen sorulara tek kelimeyle: "KISFHMET" cevabını verirdi..Yapma Hayrettin, yapmayın çocuklar...(Hollandalı bir post rock grubuymuş bu arada)

5 - SYLVESTER STALINE - Gonna Spread Hard Drugs to Your Stupid Kids With the Royalties Generated By This Cd



En sevdiğim film Rambo, en sevdiğim lider Stalin..Bir grup kuracak olsam ilk albümümüzün ismi ne olurdu bir düşeneyim..Hm buldum: BU ALBÜMDEN ESER SAHİBİNE VERİLECEK PAYLA GERİZEKALI ÇOCUKLARINIZA AĞIR UYUŞTURUCULAR YAYACAĞIM..Ama olamaz, bir Fransız thrashcore grubu aynı ismi kullanmış daha önce..Bu olmamalıydı, başka bir isim düşüneyim..

4 - I SET MY FRIENDS ON FIRE - You Can´t Spell Slaughter Without Laughter



Pazar günleri piknikte mangal ateşini ben yakarım..Kritik yerlerde yaptığım hatalarla takımımı yakarım..Buralarda en hızlı çakmağı ben yakarım..Bir de sinirlendiğimde arkadaşlarımı ateşe verir yakarım..Ha bir de gülmeden "katliam" diyemiyorum bunun adına, öyle değişik bir insanım işte...(Amerikan post hardcore grubuymuş)

3 - PELE - A Scuttled Bender In A Watery Closet



Maradona en son "Bu adamı artık müzeye kaldırmanın zamanı gelmedi mi?" demişti Pele için.Amerikalı bazı gençler de "Maradona mı Pele mi?" tartışmasına kurdukları grupla katkıda bulunmayı düşünmüşler sanırım.Bir de utanmadan enstrümantal post rock yapmaya kalkışmışlar.Bu arada ben de "Gerd Müller" adında atmosferik post nu-metal grubu kurmak istiyorum, ilk albümümüzün adı da "Gerdekte Bütün Mumları Üfler" olmalı...

2 - BANANE METALIK - Nice To Meat You



İşte hem grup hem de albüm ismi konusunda oldukça sıradışı bir örnek..Grupta Türk olabilir mi diye araştırdım ama karşıma tamamen Fransızlardan oluşan bir gore n'roll grubu (O nasıl oluyo lan?)çıktı.Albüm ismine bakılırsa yamyam bunlar galiba..

1 - FUCK YOUR SHADOW FROM BEHIND - Freigeist



İşte kesinlikle olay budur.Bu Alman, death-core yaptığı söylenen elemanlar bu grup ismini hangi ruh hali içinde ve kaçıncı kadehten sonra seçmişlerdir; nasıl bir felsefeleri vardır, gerçekten bilmek isterdim..Bu arada grubun plak şirketinin isminin BASTARDIZED RECORDINGS olduğuna da şaşmamak lazım!

Wednesday, July 14, 2010

Kurak Afrika 2010




İzlediğim ilk dünya kupası İtalya 90'dı.Ben de birçok kişi gibi açılış maçında dokuz kişiyle Arjantin'i yenen; kadrosunda Roger Milla, Omam Bıyık (Kana Bıyık diye kardeşi vardı bunun bir de), Makanaky, Tataw ve daha birçok garip isimli futbolcu bulunduran Kamerun'u destekliyordum.Çeyrek finalde İngiltere'ye öne geçtikleri maçta 3-2 yenilip elendiklerinde bayağı üzülmüştüm..Kupanın bir başka tuhaf isimli futbolcusu da İtalyan Schilacci'ydi.Adam neredeyse girdiği her poziyonda golünü çakıyordu, zaten o turnuvanın gol kralı olmuştu..Bunun dışında yari finalde oynanan müthiş bir İngiltere-Almanya maçı hatırlıyorum, 1-1 biten maçın sonunda Almanya İngiltere'yi penaltılarla elemişti.İngiliz Gary Lineker'in tarihe geçecek "Futbol basit bir oyundur, 90 dakika boyunca 22 oyuncu topu kovalar ve sonunda hep Almanlar kazanır" yorumunu yapmasında bu maçın etkisinin büyük olduğunu düşünüyorum..

İtalya 90 Dünya Kupası zamanında televizyondaki ve gazetelerdeki abilerden kupa ile ilgili çeşitli yorumlar duyuyorduk ve okuyorduk.Bu kupanın o güne kadarki en sıkıcı kupa olduğunu, bütün takımların defansif oynadığını ve aşırı sertlik yüzünden maçların temposunun sürekli düştüğünü falan anlatıyorlardı..Şu anda gerçekten merak ediyorum, eğer hala hayattalarsa Güney Afrika 2010'da oynanan bu rezalet futbol için neler düşünüyorlar acaba?Aradan yirmi sene geçmesine rağmen sahada oynanan futbol neredeyse hiç heyecan uyandırmıyor..Bu kupa; tek forvetle sahaya çıkan, sürekli yan pas yapıp rakibi yormaya çalışan, önce gol yememeyi hedefleyen takımlarla doluydu.Doğru dürüst atak organizasyonu göremediğimiz, ayağına topu alanın 25-30 metreden kaleye şut çektiği maçlar izledik..Ronaldo, Rooney, Ribery, Torres, Cannavaro gibi yıldız futbolcuların bitik hallerine şahit olduk..Bir yandan da şu aşağıda resmi yer alan nesnenin kulaklarımıza tecavüz etmesiyle tam bir işkence yaşadık:



Bu arada ortada tartışılmayacak bir gerçek var.İspanya her ne kadar sadece 9 gol atıp şampiyon olsa, son 4 maçını 1-0 kazanabilse de kadro olarak diğer tüm takımlardan güçlüydü.(Hatta bir blog sitesi, kısmen doğruluk payı olan bir tespitte bulunarak İspanya kupayı kazandığında Vee Barcelona Şampiyon diye başlık atmıştı)İspanya oynadığı bütün maçlarda rakiplerinden ağır basıyordu.Karşılarında Arjantin ve İngiltere'yi dörtleyen Almanya bile ezik hallere düştü..Kısaca birçok kötü futbol oynayan takımın yer aldığı, iyi takımların yıldız oyuncularının ise hiç parlamadığı bu kupada "kötünün iyisi" olmayı başararak şampiyonluğa ulaştılar..

Ömrüm yeter mi bilinmez ama eğer 2030 yılına gelirsek ve "Ya 2010 Güney Afrika ile ilgili hatırladığın güzel şeyler var mı Serhat amca?" diye soran olursa onlara şu aşağıdakilerden daha fazlasını anlatamam heralde:


1 - Hollanda-Uruguay maçında Van Bronckhorst'un attığı gol..Abi sen ne yaptın öyle?
2 - Alman Müller...Keyifliydi bu adamı izlemek.
3 - Almanya-İngiltere maçının ilk yarısı..Adrenalinin tavana vurduğu anlardı.
4 - Diego Forlan..Bir oyuncu bu kadar mı ateşleyebilir takımını..
5 - Japonya-Danimarka maçında Japonların attıkları müthiş frikik golleri..Hele Honda'nınki...

Friday, July 09, 2010

My Pretty Rose Tree



Bana bir gün bir çiçek sundu biri.
Mayıs güllerinden bile güzeldi.
Benim güzel bir gül ağacım var dedim,
Ve geri çevirdim bu tatlı çiçeği.

Sonra gittim güzel gül ağacıma.
Gece gündüz yanında olmaktı niyetim.
Ama gülüm kıskanıp sırt çevirdi bana.
Sırf dikenleri oldu elde ettiğim...


William Blake / Songs Of Innocence And Of Experience (1794)

Wednesday, May 26, 2010

Yearn For Change




Bir sessizlik, bir belirsiz çöküş yaklaşıyor…
“Zaman bütün dertleri iyileştirebilir”, bütün öğrenmiş olduğum bu mu?
Ölümün yalnız kefeni gelene kadar zevk her şeyi ayartır, baştan çıkartır.
Fakat biliyorum ki bu her zaman sürecek…

Bir değişiklik için dua ediyorum
Yaşamlarımız ileriye doğru ilerliyor, özümüz ise daha kuvvetli

Hayatın hatıraları çok ilerilere sürükleniyor…
“Nerede arzu varsa orada bir yol vardır”, bundan şüphe duyuyorum
Fakat biliyorum ki bu her zaman sürecek…

Hayat, çabalayıp yarattığımız bütün acılardan ibaret…

Friday, May 14, 2010

Alcest - Écailles de Lune (2010)

Mutlaka üzerinde durulması gereken karanlık, agresif ama bir o kadar da şiirsel ve romantik bir albüm... Müzikte özgünlük böyle birşey olmalı sanırım. Ortalıkta "Nasıl daha teknik çalarım?", "Deneyselliğin sınırlarını daha nasıl zorlarım?" gibi gereksiz arayışlara giren sayısız grup varken; Fransa çıkışlı, gerçekten orjinal işlere imza atan müzik grupları kervanına Alcest de katıldı. (Bu hususta Blut Aus Nord ve Deathspell Omega hemen akıllara gelen diğer isimler) Alcest; aslında Neige ve Winterhalter isimli iki kişiden oluşuyor ve tarzı için Shoegaze ile Black Metal'in karışımı deniyor. Neige'nin gitarından duyulan neredeyse her tını dinleyenlere hüzün ikram ediyor. Hatta bu albümde melankolinin ve hiddetin değişik formlarına rastlıyorsunuz. Örneğin 2. ve 3. parçalarda (Écailles de Lune-Part 2 ve Percées de Lumière) brutalliğin sınırları zorlanırken aynı anda nasıl damar müzik yapılabildiğine şahit olurken, akustik son parça Sur L'Océan Couleur De Fer ile gözyaşlarına boğuluyorsunuz. Yaşasın duygusal Fransızlar, aşk şehri Paris, skandal varis Hilton ve kendi kalesine gol atan Raymond Domenech...

Monday, May 03, 2010

Vay Anam Vay Neler Dönmüş Serhat

(Başlıktan da anlaşılacağı üzere) boşlamışım seni blog.4 senelik kader arkadaşım, elim bir klavyeye uzanabilse ne harikalar yaratacaktım belki de.Bir başlayabilseydim ne yazılar döktürecektim..demek isterdim, ama öyle olmadığını ikimiz de biliyoruz değil mi blog?Seni kandıramam sevgili dostum..Bu arada seninle konuşmaya çalışırken aklıma Mental Central Dialog geldi blog:

- I can't find any answers?
- Are there any answers?
- I can't find any answers?
- Are there any answers?
- I can't find any answers?
- Are there any answers?
- .........

Yok henüz delirmedim blog..Hayat aşığıyım ve aynı zamanda hayat savaşçısıyım.Her gün ikisinin dengeli bir karışımını yaşamaktayım..Aklım negatiften pozitife ve / veya pozitiften negatife doğru çift yönlü hiç bitmeyen düzensiz akışlara şaşar oldu.Yoksa boş akışlar mı bunlar blog?Eninde sonunda sona ermeyecek mi bu oyalayıcı koşuşturmaca?Akarsudan hızla akan görkemli sular en sonunda denizlere ulaşıp sessizce ortadan kaybolmayacaklar mı?Hayır çok fazla Decoryah dinlemiyorum bu aralar ama az önceki pastoral benzetmelerimi sular vasıtası ile yapmış bulundum..Bu arada şarkı sözleri temalarından biri Sular olan bir grup sırf bu yüzden bile ilgi çekmiyor mu blog?Cevabını bildiğim sorular sorma huyumdan vazgeçemiyorum blog..Dakikalarca devam edebilirim..Ha, dakika demişken bakalım sizinle birlikte olamadığımız dakikalarda neler olmuş İzmir Alsancak Stadında ee şey "Melankomik" hayat sahnemde:

- Birkaç *!!*^! organizatörün ve sayıları azımsanamayacak hırbo metalcilerin katkılarıyla günlerce hayalini kurduğum Flosam&Jetsam konseri iptal oldu.Aşağılarda bi yerlerde bir yazı vardı konuyla ilgili. Daha da söyliyecek bir şeyim yok.

- Altı ay boyunca eğitim danışmanlığı görevini yürüteceğim ey blog.Görev tanımım değişti.Sürpriz oldu..

- Bir zamanlar çok yakın olduğum ama uzun süredir hiç konuşmadığım bir insanın doğum günü mesajı gönderdim ama cevap gelmedi blog..Vicdansızlaştı mı bu insan yoksa cidden kalbini çok fena kırmış olabilir miyim?Eğer öyleyse ne yapabilirim durumu düzeltmek için?En iyisi bir mesaj daha atıp "Artık benimle konuşacak hiçbirşeyin kalmadı sanırım?" tarzı bişeyler yazayım..Yine cevap gelmezse kabulleneceğiz artık durumu..

- Fenerbahçe doğru düzgün birşey oynamadan şampiyon mu olacak be blog?Cidden Bursaspor çok daha fazla hak etti bunu..Ne olur bir sefer de daha zayıf olan kazansa..

- Ben neden hep beş maddelik listeler yapıyorum be blog?

Thursday, February 11, 2010

Lost In The Nine Worlds



İçinde biriktirdiği büyük nefreti kusarken aniden hayatta hala ruhuna dokunabilecek tanımsız duygular olduğunu fark eden ancak bütün umutların sonsuza kadar kaybolduğuna inanmaktan kendini alıkoyamayan adamın;

Üzerine adım attığı her yerin, içinde nefes aldığı her boşluğun ona buz gibi soğuk geldiği uğursuz insan evladının hiç beklemediği bir anda kuzey ormanlarının ortasında üzerinde sonsuza kadar uzanabileceği küçük, güvenli bir yer bulmasının;

Hiddet dalgalarının fırtınanın etkisiyle gittikçe büyümelerinin ancak kıyıya ulaştıklarında sessizce ortadan kaybolmalarının;

Geçmişi özlerken sessizce isyan etmenin, kısa bir süre için aydınlanan en karanlık saatlerin, karmakarışık isimsiz duyguların, doğadan gelen ve hiçlik ile karışan geçici huzurun;

2010 Kış mevsiminin albümü bu kesinlikle:

Blut Aus Nord - Memoria Vetusta II:Dialogue With The Stars

Tuesday, February 09, 2010

Top 5 Türk Metalcisi Klişesi



Büyük bir keyifle takip ettiğim Uçan Hollandalı’nın bloğunda o kadar hoş listeler var ki imrendim, ben de bir liste hazırlayım dedim. Konumuz “Türk Metal Müzik Dinleyicisi Klişeleri”. Bakalım yerli metalkafaların olmazsa olmazları nelermiş...

1-Internet Sömürüsü:

Abi manyak mısın orjinal albüme para mı verilir, ben torrent’den bir grubun full diskografisini bir saatte indiriyorum” ya da “Müziği niye CD’den dinliyim ki usta, bilgisayarımda yirmibin tane mp3 var, açıyorum istediğimi dinliyorum” diyen birsürü lavuk metalci tanıdım. Bu insanlar neden işin beleşine kaçarlar, neden sevdikleri gruplara ve müzisyenlere destek olmayı akıllarına getirmezler anlamıyorum. Şahsen sevdiğim bir grubun albümünü satın aldığımda mutlu olurum. Grup için bir faydam dokunduğuna, grubun ayakta kalması ve yoluna devam etmesi için katkıda bulunduğuma inanırım. Gel gör ki ülkemiz metal dinleyicisi için (Tabi ki istisnalar var) sanırım albüm almak birşey ifade etmiyor. Ayrıca bir de her fırsatta “Ya param olsa alırdım, toplardım bütün sevdiğim grupların albümlerini” diye konuşan bir kesim vardır. Bu kişileri azıcık yakından takip ettiğinizde bir gecede sırf içki için rahatça 40 lira falan harcadıklarını görüp hayrete düşersiniz…Patates baskı grup tişörtlerine para verirler, gezmeye tozmaya para harcarlar, abuk subuk alışveriş yaparlar, sevgililerine hediyeler alırlar ama nedense 10-15 liralık ikinci el bir albüme bile elleri uzanmaz. Hatta Türkiye’de müzik albümleri nerelerde satılıyor, albümleri kimler nasıl getirmeye çalışıyor falan diye bir gün bile merak etmezler…

2-“Benim Metalim Seninkini Döver” Güdüsü

1995 yılından beri metal müziğin içinde olan biri olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki bu ülkede metal dinleyen insanlar sevdikleri grupların dışındaki hiçbir gruba ve onların dinleyicilerine saygı duymazlar. Saygı duymamakla kalmayıp acımasızca eleştirir hatta küfrederler. (Bir arkadaş grubu içinde black metale laf attığı için dayak yiyen death metalci bir çocuk tanıyorum) Kendi adıma düşünüyorum da zaman içinde metalin farklı türlerine yoğunlaştığım oldu ama hiçbir zaman kendimi “tireşçi, detçi, hard rakçı” falan olarak görmedim. Neden insanlar metal müzik içinde keşfedilebilecek o kadar zenginlik varken bir iki türe bağlı kalmayı tercih eder, anlam veremiyorum. Üstelik bu adamların ruh halleri hiç mi değişiklik göstermez ki sürekli benzer şeyleri dinleyip dururlar? Ha bir de bu memlekette bırakın metalin türlerini, dinlediği grup sayısı 4-5 taneden öteye geçmeyen, "Benzer tarzda başka hangi gruplar var?" diye hiç merak etmeyen bir kitle var. Bu hıyartolar yüzünden yıllardır aynı grupların aynı parçaları dönüp duruyor rock barlarda, aynı gruplar konsere geliyor...


3-İstikrarsızlık Abideleri


Bu madde yukarıdakiyle ilintili aslında..Böyle üzerine siyah atlet, deri ceket falan giyen, ter ve bira kokusundan yanlarına yaklaşılmayan, Manowar, Metallica, Megadeth, Pantera gibi grupları dinleyip kendilerini heavy metalin yıkılmaz kalelerinden sanan tipler vardır. Ya da ortalıkta logolarından isimlerini anlamanın imkansız olan grupların tişörtlerini giyen, sokaklarda içip bağıran çağıran, sağa sola sataşan, Immortal, Dimmu Borgir gibi grupları black metalden saymayan, ağır EVIL gözüken leş kara metalcileri görebilirsiniz..Örnekler çoğaltılabilir ama işin özü bu balta insanların ortak özelliği bundan birkaç sene sonra bu işleri tamamen bırakacak olmalarıdır. Zaten ne müziksel olarak ne de hayat felsefesi anlamında dinledikleri onlar için hiçbirşey ifade etmemektedir. Ama çeşitli nedenlerle (Mesela ortamlara girip manita araklamak amacıyla) metal müzik dinler gibi gözükmektedirler. Zamanla bu müzik beyinlerinin kapasitelerini aşmaya başlar. Takıldıkları ortamları, giyim kuşamlarını falan değiştirirler. Hele bir de metal müzik ile alakası olmayan bir sevgili bulurlarsa bu değişim süreci daha hızlı yaşanır. Sokaklarda içip duvarlara işeyen bu bıçkın çocukları artık Rock'n Coke gibi festivallerde zıplarken görmeye başlarsınız..Ha, bir de konu açıldığında söyleyecekleri şey aynıdır: “Zamanında biz de dinledik abi

4-Maksimum Libido


On tane metalci oğlana ortalama bir metalci dişinin düştüğü güzide memleketimizde kendilerine ekmek çıkarmaya çalışan tipler sürekli birbirleriyle rekabet halindedirler. Azınlıkta olan hatun metalcilerle yakınlık kurmak için her türlü takla atılır. İşin en komik tarafı, metal felsefesinden taviz vermeyecek gibi gözüken, müziğin en sertini dinlediğini iddaa eden uzun saçlı heriflerin mesela 80’lerin hard rock’ını seven bir hatunla tanıştıktan sonra takındıkları tavırlardır.”Niye bara gidip bi biraya 5 lira vereyim lan, sokakta takılırım oh mis” diyen Amon Amarth tişörtlü adam, ortama bir hatun metalcinin katılmasıyla beraber kimlik bunalımı yaşamaya başlar. Hatunu kafalamak uğruna abuk subuk espiriler yapar, agresifleşir, kavga eder. Olur da hatunla baş başa kalabilmeyi başarırsa alakasız ortamlara girmeye başlar. İki gün önceye kadar Marduk tişörtünü üstünden çıkarmayan adam kız arkadaşıyla W.A.S.P konserine gider.."Tabi canım bu gruplar olmasaydı metal de olmayacaktı şimdi, long live rock n’ roll” diye kıvırarak av peşinde koşmaya devam eder..

5-Speak Turkish Or Die


Tamam hiçbirimizin İngilizce telaffuzu o kadar iyi değil. Bizlerden dilbilgisi kurallarına tamamen uygun bir şekilde konuşmamız ya da yazmamız beklenmiyor. Ama iddia ediyorum, dünyada İngilizceyi en kötü konuşan ve yazan uluslardan biriyiz. Youtube videolarının altına yazılan iğrenç küfürlü yorumları bir kenara atıyorum..Hadi onları yazan cahil herifler diyip geçelim. Üç seneden beri Last FM adında insanların müzik bilgisine katkıda bulunan, yeni gruplar keşfetmelerine olanak veren bir siteye üyeyim. Gruplar, şarkılar hakkında yazılan yorumları takip ediyorum, hatta ben de kendi yorumlarımı ekliyorum. Bu sitede türkler tarafından yapılmış bir tane adam akıllı yorum görmedim arkadaş..Last FM'e ve internetteki metal forumlarına üye olan bütün denyo türk metalciler, topicleri sevmedikleri grupları kötüleyerek dolduruyorlar. Bunu da olmayan İngilizceleriyle yapmaya çalışıyolar, hatta çoğu zaman herkesin İngilizce yazdığı ortamlarda türkçe abuk subuk cümleler yazıyorlar..İki tanesine geçenlerde tanık oldum. Social Distortion grubunun Last FM sayfasına girmiştim. Yorumları okuyorum, herkes grubun punk-rock tarihindeki önemimden falan bahsetmiş, altlarda bir tane türkçe yazılmış yorum: ”KARI İÇİN MÜZİK”…Sonra Asphyx’in son albümündeki ultra gaz parçası Scorbutics için neler dendiğini okumaya başladım..İnsanlar “Pres play and headbang“ diye hoş yorumlar yazmış, altta agonysatan adlı türk kullanıcıdan büyük harflerle türkçe yazılmış yorum: ”AĞLATIR”..Bu nedir ya? Bu arada Last FM Flag Counter’ı olan ecnebi metalci hatunların sayfalarına bakın, tıklanma sayısında hep uzak arayla Türkiye önde gidiyor…Peki nasıl oluyor bu işler? İki tane İngilizce kelimeyi yan yana getiremeyen taşkafa metalciler acaba elin kızının profiline bakmaktan veya özel mesaj yollamaktan nasıl bir zevk alıyolar? ”MSN?” yazıp cam açtırmanın peşinde koşmuyorlarsa ben de adam değilim…Bir de ülkemizdeki metal konserlerinde şarkı sözlerine eşlik etmesi için kendilerine uzatılan mikrofonlara mal mal bakan seyirci zaten bu maddenin oluşumunda büyük pay sahibi, yahu hiç mi merak etmez insan sevdiği grubun şarkı sözlerini arkadaş?

Friday, January 01, 2010

Bir 90'lar Rüyası

...Gözlerimi kapatıyorum ve kendimi mavi okul önlüklü çocuklarının oyun oynadığı bir ilkokul bahçesinde buluyorum. Bulduğum her fırsatta futbol oynuyorum. Yağmurlu havalarda bile okul binasının içinde meyve suyu veya kola kutusundan yapılmış toplarımızla top oynuyoruz. Bazen birisi plastik top getiriyor, ender olarak da hakiki futbol topuyla oynama fırsatı bulabiliyoruz. Oyun oynadığımız tek yer okulun bahçesi değil. Okuldan evimize döndükten sonra hemen üstümüzü değiştiriyoruz ve kendimizi mahalleye atıyoruz. Hala mahalle arkadaşlığının yaşandığı zamanlar. Sokaklardan geçen araba sayısı o kadar az ki aralıksız mahalle maçları yapabiliyoruz. Sokak ortasında sadece futbol değil; saklambaç, yakar top, yerden yüksek, dokuz taş ve benzeri oyunları da oynayabiliyoruz..Karanlık bastığında annelerimiz camlardan evlere dönmemiz için sesleniyor, istemeye istemeye evlerimizin yolunu tutuyoruz. Güneşli bir Kasım günü okulda Galatasarayımızın Avrupa Kupa Galipleri Kupası'nda Eintracht Frankfurt'u 1-0 yenerek tur atladığı haberini alıyoruz. Sevinçten en sevdiğim arkadaşımın üzerine atlıyorum ve yerlerde debeleniyoruz. Bizi yerde görenler de üzerimize atlıyor. Altta kalanın canı çıkıyor. O an için dünyada benden daha mutlu bir insan yok... Annem "İstikbal"'in öneminden bahsediyor ve ilkokul 4'üncü sınıfta dershaneye gitmeye başlıyorum. Anadolu Liseleri dönemin en klas okulları kabul ediliyor, ne yapıp edip onlardan birini kazanmak zorunda olduğum anlatılıyor. Ama ders çalışmayı sevemiyorum. Okulda sadece anlatılanları dinliyorum, ev ödevlerimi bile yapmıyorum. Dershanede de sadece tarih, coğrafya gibi sevdiğim dersleri dinliyorum. Geri kalan derslerde sürekli saate bakıp duruyorum ve uyukluyorum. Bir gün haber geliyor: Bahariye Caddesi yeniden düzenlenmiş ve araç trafiğine kapatılmış. Bir dershane çıkışına babam geliyor ve Bahariye Caddesi'ni ilk defa gece görme fırsatını yakalıyorum. Her yerde ışıklar dans ediyor. Genç insanlar cadde boyunca yürüyüp sohbet ediyorlar. Havai fişekler atılıyor."Biraz daha büyüyünce ben de arkadaşlarımla burada yürümeliyim" diye içimden geçiriyorum. Fenerbahçe ters geliyor bize. Onlara karşı 4-3, 5-1 ve 5-2 kaybettiğimiz maçlar içimde ukte olarak kalmış. Bir hafta sonu öğlen saatlerinde dershaneye gitmek için babamla birlikte evden çıkarken aynı saatlerde Kadıköy'de Fenerbahçe-Galatasaray maçı başlıyor ve televizyondan canlı yayınlanıyor."Neden maçı izlemek yerine dersanaye gitmek zorundayım?" diye üzülürken daha evden çıkar çıkmaz gol sesi geliyor. Bulunduğumuz yer Kadıköy olduğuna ve bu kadar ses çıktığına göre "Kesin Fener attı" derken daha 5.dakikada Doğu Alman asıllı oyuncumuz Torsten Gütschowun Fenerbahçe ağlarını sarstığını görüyorum. Dersanaye vardığımda maç 2-0 oluyor. Rahatlıyorum.Bir yandan da aklıma 3-0 dan 4-3 kaybettiğimiz ve benim televizyon karşısında ağladığım maç geliyor. Ama hayır, öyle birşey yaşanmıyor. Tugay enfes bir frikik golü atıyor, takımın çiçeği burnunda golcüsü Hakan Şükür kafayla çakıyor. 4-1 alıyoruz maçı. Dersane çıkışı Kadıköy sokaklarında gururla yürüyorum ve ertesi gün okulda Fenerli arkadaşlarımın karşısına geçip sırıtıyorum. Anadolu Lisesi sınavı zamanı yaklaşıyor. Üç tercih yapma hakkım var ve tercihler sınavdan önce yapılıyor. Büyüklerimin yönlendirmeleriyle Hüseyin Avni Sözen, Kadıköy Anadolu ve Üsküdar Anadolu Lisesi’ni yazıyorum. Sınavdan sonra 100 soru üzerinden 81 netim olduğunu hesaplıyorum. Biraz düşük. Bizimkiler bundan memnun kalmıyor. Sonuçlar açıklanıyor. Asıl listeden hiçbir okula giremiyorum. Kadıköy Anadolu’nun 250 küsürüncü, Üsküdar Anadolu’nun da 16.yedeğini kazanıyorum. Kadıköy Anadolu’dan umudu kesiyoruz ama Üsküdar için umutlar var. 1993 yılının Eylül başında annemle Fıstıkağacı’na doğru yola çıkıyoruz. Üsküdar Anadolu’nun Müdür Yardımcısı bizi karşılıyor. Biz “Yedekten girme şansımız nedir?” diye sorunca hiç beklemediğimiz şekilde “Kazandınız zaten, isterseniz şimdi ön kaydını yapayım çocuğun“ cevabını alıyoruz. Böylece yedi senelik, iniş çıkışlarla dolu yeni bir döneme adım atmış oluyorum. Okul başlıyor. İlk yabancı dilin Almanca olması ilk başlarda biraz ters geliyor. Almanca’da zorlanıyorum. Üstelik hazırlık sınıfıyız diye haftada 30 saat falan Almanca dersi koymuşlar. Zach adında Alman disiplinini bize tam anlamıyla yansıtan bir hocamız var. Kadının yüzü, sinirlendiği zaman hayatımda gördüğün en koyu mor renge dönüyor. Ne kadar ufak olduğumuza aldırmadan bize bağırıyor, çağırıyor, ceza ödevleri veriyor. İlk dönemin bitmesine az bir süre kala çocuğun biri yanlışlıkla bu kadının ayağının üzerine oturduğu sırayı düşürüyor. Kadın önce 6 hafta falan rapor alıyor. Daha sonra da durumu ciddileşmiş olacak ki ülkesine dönüyor ve bir daha okulumuz sınırları içine girmiyor. Bu büyük beladan bu şekilde kurtuluyoruz. Zach’ın yerine derslerimize Mayer adında daha insancıl bir Alman girmeye başlıyor. Almancayı biraz toparlıyorum. UEFA, Şampiyonlar Ligi diye bir uygulamayı devreye sokuyor. Ama turnuvaya ilk sezonda sadece 8 takımın katılacağı açıklanıyor. Yani katılmak mucize gibi bir şey. Önce Cork City diye adını hiç kimsenin duymadığı bir İrlanda takımını biraz zor da olsa eliyoruz. Sonra karşımıza Manchester United çıkıyor. Buraya kadarmış diyoruz. İlk maç İngiltere’de. Maç başlar başlamaz adamlar deli gibi saldırıp arka arkaya 2 tane gol atıyorlar.Babam “Oğlum kalk yat sen, fark yiyişimizi görme. Hem yarın okulun var” diyerek ömründeki en talihsiz baba tavsiyesini veriyor. Babamın sözüne uyuyorum ve gidip yatıyorum. Sabah kalktığımda “Bugün arkadaşlarımın yüzüne nasıl bakacağım?” diye düşünürken babam müjdeyi verip kendini affettiriyor: "3-3 bitti oğlumİnanılacak gibi bir şey değil gerçekten. Rövanş maçı da İstanbul’da 0-0 bitiyor ve Şampiyonlar Ligi’ne kalıyoruz. Elimizden geldiği kadar mücadele ediyoruz ama grupta 2 beraberlik alıp gol atamadan sonuncu oluyoruz. Yine de o sene Galatasaray’a olan sevgim 100 kat artıyor. 1994’ün ilkbahar ayları. O zamana kadar yaklaşık 2-3 sene Commodere 64+Dataset kullanan ve kafa ayarından illallah demiş bir çocuğum. Emlyn Hughes Soccer, Boulderdash, Impossible Mission, Rick Dangerous, Summer Games, River Raid, Microprose Soccer, Great Giana Sisters ve daha ismini hatırlayamadığım birçok süper oyunu oynama şansını bulmuşum. Ama kasette oyun oynamanın zorluğu canımı sıkıyor. O zamanlar Commodore'un 5¼ Inch ebadında disklere uyumlu (Bildiğimiz disketlerin 2 katı kadar) bir disk sürücüsü var. Bu Disk Driver’ın çok daha geniş bir oyun çeşitliliğine sahip olduğunu ve oyunlarının çok daha basit bir şekilde yüklendiğini, çalıştırıldığını falan öğreniyorum Sınıfta babası para maddi bakımdan sıkıntı yaşamayan bir çocuk var. Çocuğun kısa zaman önce Amiga’ya geçtiğini, elindeki Commodore’u ve Disk Driver’ı artık hiç kullanmadığını duyuyorum. Fırsatı kaçırmak istemiyorum ve çocuğa:”Ee kullanmıyorsan Driver’ını bana satar mısın?” diye soruyorum.”Satarım” diyor. Anlaşıyoruz ama harçlığım o sıralar anca yiyip içmeme yettiği için çocuğa parayı taksitle ödemeye başlıyorum ve borcum aylar yıllar sonra bitiyor. Ama hiç önemi yok çünkü artık simsiyah bir Commodore 1541 Disk Driver sahibiyim. Disket sürücüme muhteşem oyunlar girmeye başlıyor: Double Dragon, The Last Ninja serisi, Usagi Yojimbo, Shinobi, Robocop serisi, Midnight Resistance, Terminator, Speedball, Defender Of The Crown, Sleepwalker, One On One, Turrican... Haziran 1995. Hayatımın her dönemimde yanımda olacağını henüz bilmediğim bir dost ile tanışıyorum: Müzik. O güne kadar 90’ların akla zarar şarkılarıyla (8:15 Vapuru, Hey Corc Versene Borç, Hadi Yine İyisin, Haydi Şimdi Bütün Eller Havaya, Ateşteyim, Ortada Kuyu Var Yandan Geç, Harç Bitti Yapı Paydos vs) büyümüş bir insanken günün birinde bir arkadaşım “Olum adam gibi bir şeyler dinle artık” diyor ve bana 2 adet çekme kaset veriyor. Biri Metallica’nın kara kapaklı albümü öbürü de Pentagram-Trailblazer Dinliyorum, acayip hoşuma gidiyor. Kuzenden Guns n’ Roses’ın Spaghetti Incident kasetini, babamın müdürünün kızından da Megadeth’in Peace Sells’ini ve Testament-The Ritual çekme kasetlerini ödünç alıyorum. Kısa bir zaman sonra para biriktirip Megadeth’in Countdown To Extinction kasetini satın alıyorum. Bu, aynı zamanda aldığım ilk orijinal müzik albümü oluyor. Gerisi için ise şunu söyleyebilirim: Şu güne kadar müziğe harcadığım parayla rahat bir araba almıştım! Zaman geçiyor ve ilgi alanlarıma bilgisayar oyunlarından ve müzikten farklı şeyler girmeye başlıyor. Karşı cinse ilgi duyuluyor.Birkaç başarısız yakınlaşma deneyiminden sonra hayatımda ilk defa bir kız arkadaşım oluyor. Onla beraberken ortalığa tamamen masumiyet ve saflık hakim. Bilmiyorum nasıl davranacağımı, ne söyleyeceğimi. O da bilmiyor. Ama sorun yok. İkimiz de gamsızız. Dünya mükemmel bir yer gibi görünüyor, güneş sanki hiç batmayacakmış gibi geliyor. Sanki Beat kuşağına katılmış gibiyiz. Kız arkadaşımla birlikte olamadığım hafta sonlarını basket oynayarak geçiriyorum. Arkadaşlarla basket oynamak için Cumartesileri öğlene doğru buluşuyoruz. İlk durağımız genellikle Kalamış Streetball sahası oluyor. Oradan çıkıp Yoğurtçu Parkı, Kadıköy Meslek Lisesi, İstek Vakfı, Kadıköy Sahili (Şimdi arıtma tesisi falan yaptılar oraya, eskiden kocaman yemyeşil bir araziydi) ve Kadıköy ilçe sınırları içerisindeki hemen hemen her potaya uğrayıp basketbol oynuyoruz. Aynı program Pazar günleri de yaşanıyor. Emektar Commodore 64'üme elvada diyorum ve Amiga’ya geçiyorum. Boş zamanlarımın çoğu oyun oynamakla geçiyor. O kadar fazla oynuyorum ki babam bilgisayarın başına oturmamam için arada bir bilgisayarın parçalarını saklıyor. Yüzlerce saatimi Sensible World Of Soccer için kurban ediyorum. Worms, Gunship 2000, Indiana Jones The Last Crusade, Larry’ler, The Settlers, Cannon Fodder, Lemmings, Genesia, Utopia, Super Frog, Silk Worm ve aklıma şu an gelmeyen birsürü harika oyun ile tanışıyorum. Liseye başladığımda notlarımda acayip istikrarsızlıklar görülüyor. Karnemde Lise 1 ve 2'de yıl sonunda 2, Lise 3’te 1 adet zayıf geliyor. Günlerin geçmesi ve bir an önce özgürlüğe kavuşmak için dua ediyorum. Hayatıma şu anda ismi lazım olmayan bir insan giriyor. Yaklaşık 2,5 senemi onunla birlikte geçiriyorum. Tam anlamıyla beni hayatta tutuyor. Herşeyden daral geldiği, ÖSS’nin kabus gibi üzerime çöktüğü, çevremdeki kişilerin çoğunun kolpa olduğunu düşündüğüm, üstüne üstelik bir sürü kişinin öldüğü bir deprem atlattığımız zor dönemlerde hep onu düşünerek hayata bağlanıyorum. Birlikte dönülmesi en zor virajları dönüyoruz. Birlikte uçurumların kenarlarına yaklaşıp düşmek üzereyken kendimizi oralardan geriye doğru çekiyoruz. Nasıl olduğunu bilmiyorum ama hayatıma o yön veriyor. Rüya gibi geçen 2,5 senenin sonunda beni uykudan uyandıracak tokatı yüzüme vursa da ona kızamıyorum. Ayrıldıktan sonra “Bir daha hiçbirşey eskisi gibi olmayacak” lafı daha anlamlı gelmeye başlıyor. Haziran 1998. Henüz birkaç senelik, özentilik döneminden tam olarak kurtulamamış bir metalciyim. Yaşım ile orantılı olarak metalcilik hayatımızın en gaz zamanlarını yaşıyorum.Teybime en sık koyduğum kasetler Overkill, Slayer, Testament, Flotsam & Jetsam, Annihilator, Kreator, Megadeth, Iced Earth, Helloween ve Stratovarious kasetleri oluyor. Ancak bir yandan da İskandinavya taraflarından hızla yayılan gothic metal akımından etkileniyorum ve moralimin bozuk olduğu zamanlarda hiçbir grubun müziği Sentenced'ınki kadar bana yakın gelmiyor. Akmar Pasajı'ndan geçmek bile heyecan veriyor. Hele oradaki müzik dükkanlarına girip albüm bakmak; kaset, cd veya tişört almak kadar keyifli bir iş yok. O esnada Kreator ve Samael'in İstanbul'a konsere gelecekleri haberi duyuluyor. Lisede alt sınıftan 2 gaz metalci arkadaşımla anlaşıyorum. Ne yapıp edip bu konsere gidicez. (18 Yaş sınırı koysalar bile en azından şansımızı deneyeceğiz) Hayatımda gideceğim ilk konser olacak bu. Oldukça sıcak bir Haziran günü eskiden bir disko olan Andromeda adlı konser mekanına varıyoruz Dışardaki görüntü acayip derecede heyecan verici. Hiç bu kadar metalciyi bir arada görmüş değilim. Kızlı erkekli yüzlerce kişi konser mekanının hemen dışındaki alanda içki içiyor, muabbet ediyor, şarkılar söylüyor. Arada bir alkolün etkisiyle sapıtanlar oluyor ama zararsızlar. Bazıları bize "Ulan veletlere bak" der gibi bakıyorlar ama umurumuzda değil. Kapılar açılıyor ve herkes içeriye hücum ediyor. Yaş sınırı falan da yokmuş. Ancak içerde bir sorun var, klimalar çalışmıyor. Kan ter içinde önce Samael'i izliyoruz. O zamanlar grubu takip ediyor değilim, zaten ses düzeni de berbat, ne çaldıkları anlaşılmıyor. Bir ara Samael gitarları falan tamamen kısarak tekno çalmaya başlıyor. O an seyirci acayip sinirleniyor: "S...miş Samael" diye bağırmaya başlıyor. (Şimdi düşününce çok komik geliyor bu) Samael'i yuhalıyor insanlar ve Kreator sahneye çıkıyor. Daha anlaşılır bir ses sistemi ile Outcast albümlerine ağırlık vererek iyi bir performans sergiliyorlar. Hayatımda ilk defa arkadaşlarımla kol kola girip kafa sallıyoruz. Bunun sonucu olarak ertesi gün hayatımdaki ilk şiddetli boyun ağrısını yaşıyorum. Ertesi sene aynı mekanda bir başka efsane thrash grubu Overkill'i izleme fırsatını buluyorum. 90’lı yılların son dönemlerine ait hatırladığım bir gün de yine futbolla alakalı. Tarihi dün gibi hatırlıyorum: 22 Aralık 1999 Çarşamba. Hava inanılmaz derecede rüzgarlı ve soğuk. Okuldan çıkıp kız arkadaşımın yanına gitmek üzere Kadıköy-Bostancı dolmuşlarına biniyorum. Fenerbahçe-Galatasaray derbisi Galatasarayımızın Şampiyonlar Ligi maçı nedeniyle o güne ertelenmiş. Stadın önünden geçiyoruz. Berbat havaya rağmen Fenerbahçe taraftarları dışarıda bekliyor. Fenerbahçe, 1 hafta önce kupada Pendikspor faciası yaşamış, Galatasaray’ın ise önüne geleni yendiği bir dönem. "Ulan bu Fener en kötü zamanında bile bizi yeniyor, acaba gene aynısı mı olacak?" diye endişe etmiyor değilim. Kız arkadaşımı okuldan alıp evine bırakıyorum. Maçın başlamasına çok az bir süre kala Kadıköy sokaklarında boynumda Galatasaray atkısıyla eve doğru yürüyorum. Sokaktaki ve araçlardaki insanlar bana tip tip bakıyorlar. Allahtan hava çok kötü de dışarıda fazla insan yok. Maça süper başlıyoruz ve ilk yarıda Hasan Şaş ve Marcio ile 2-0 öne geçiyoruz. Tam rahatlamışken Moldovan’ın ortaladığı top esen hayvani rüzgarın etkisiyle kalemize yöneliyor ve kaleci Mehmet'in buyur etmesiyle fark 1'e iniyor. Ancak başka gol olmuyor ve milenyumun son derbisini kazanıyoruz. …Gözlerimi tekrar açtığımda tarihler 1 Ocak 2010’u gösteriyor. 90’lı yılların bitişinin ardından 10 sene daha geçmiş. O yılları benim için özel yapan neydi, bunu tam olarak bilemiyorum. Belki çocukluktan ergenliğe geçişte yaşadığım gamsız ve eğlenceli zamanların o dönemlere denk gelmesi olabilir. Ya da o yıllarda henüz tam olarak kirlenmemiş, teknolojinin insan hayatında bu kadar yer kaplamadığı bir dünyada yaşamamız. Özlüyorum... TEŞEKKÜR LİSTESİ

(Bu yazıda ismi geçen insan-nesne-mekanların dışında kalanlar)


Inter Star
Magic Box
Yıldo
Bülent Karpat
Levent Özçelik
Rüstem Batum
Roman Kosecki
Yusuf Altuntaş
Tugay Kerimoğlu
Falco Götz
Reinhard Stumpf
Karl Heinz Feldkamp
Dean Sounders
Greame Souness
Spor Stüdyosu
Teenege Mutant Ninja Turtles
Transformers
Show Tv Kırmızı Nokta Kuşağı
Playboy
Tinto Brass
Ümit Aktan
Meteor Oyun Salonu
Yazıcıoğlu İş Hanı
Joy Bilgisayar
Street Fighter II
Mortal Kombat Serisi
Final Fight
Captain Commando
Al Lowe
George Lucas
Lucas Arts
BlueByte
Sierra
Infogrames
Midway
Psygnosis
TRT Salı Akşamları Yabancı Sinema Kuşağı
Running Man
Robocop(Film)
Rocky IV
Home Alone
Terminator 1&2
Rock Market
Kara Leke
Amorphis
Tiamat
Machine Head
Süper Baba
Olacak O Kadar
Güner Ümit İle Süper Turnike
Bir Kelime Bir İşlem
Haydi Bastır
Aileler Yarışıyor
A Takımı
Mc Gvyer
Cinayet Dosyası
Kalamış Parkı
Fenerbahçe Parkı
Göztepe Özgürlük Parkı
Fenerbahçe Piramit Eğlence Merkezi
Caddebostan Sahili
Akmar Pasajı
Akmar Çevresinde Çekme Kaset Satan İnsanlar
Atlantis Müzik
Saadeth Müzik
Küçük(Bitli)Kemancı
Non Serviam
Şebek Heavy Metal Fanzin
Century Media Records
64'ler
Commodore Dergisi
Meg Amiga
Amiga Dünyası
Game Show
Yüzbaşı Tommiks
Texas
Tenten
Red Kit
Mister No
Zagor
Topitop
Lolipop
Sulugöz
Probis
Capri Sun