Saturday, November 30, 2013
İçki Koleksiyonu - 12 / Ardbeg Islay Single Malt Scotch Whisky
İlk defa Taps Smoke Lager içtiğimde hafifçe damağıma yayılan duman tadı harika gelmişti ve içtiğim en orjinal içkilerden biri olduğuna karar vermiştim..Anca sanırım Ardbeg, isli tatları sevenler için ulaşılabilecek son nokta..Isley adında İskoçya'da zamanında Kelt rahiplerinin kuzeyli barbarlardan korunmak için sığındıkları küçük adaların birinde üretilen viski, bardağa koyduğunuzda şampanya görüntüsü veren rengi ve keskin kokusuyla dikkat çekiyor..Adanın, üzerinde bol miktarda yer kömürü bulunan toprakları viskiye doğal olarak duman tadı katıyor ve bu da Ardbeg'i diğer bütün single maltlardan farklı yapıyor..Leziz ve benzersiz tadının bir diğer sebebi de chill-filtering denen soğutma aşamasından geçirilmemesi (Bu sayede duman tadı kaybolmuyor) ve içindeki alkol oranının %46 olması..Zaten şu aşağıdaki resimdeki gibi bir yerde üretilen bir içkinin kalitesiz olma ihtimali var mı?
Sunday, November 24, 2013
The Warriors (1979)
Sanırım "İsimleri nedeniyle ilk insana ilk başta tırt gibi gelen filmler" diye bir kategori varsa bu filmi oraya yerleştirmek lazım..Gerçekten de adını duyduğunuzda sıradan bir dövüş filmi zannedilebilecek The Warriors, geleceğin New York'unun karanlık sokaklarında geçen ve yumruklarından çok akıllarını kullanan elemanlardan oluşan bir çetenin çılgın bir tempoda ilerleyen hikayesini anlatan futuristik bir kusursuzluk örneği..Loş ışıklarla aydınlatılmış metro istasyonları, her biri değişik kostümlere bürünmüş çeteler, tehlikeli kadınlar ve filmin atmosferiyle mükemmel bir uyum sağlayan müzikler filmi bir oturuşta sonuna kadar izleme ihtiyacı hissettiriyor..Walter Hill'in yönetmenliğini yaptığı; Michael Beck, James Remar, Dorsey Wright, Brian Tyler gibi isimleri pek duyulmamış genç aktörlerin akıllardan çıkmayan oyunculuklar sergiledikleri film, dünya çapında kült statüsüne ulaşmış durumda ve bence bunu sonuna kadar hak ediyor..Karanlıkta izlenmesi tavsiye edilir..
Friday, November 22, 2013
Bunak Adam
Hayatımda aldığım en acayip iltifatlardan birini Last Fm'i ilk açtığım zamanlarda Alper Balkış kişisi tarafından almıştım..
Sunday, November 17, 2013
Wednesday, November 13, 2013
Total Annihilation In Istanbul - 11.11.2013
"Yıl olmuş 2013, sen hala thrash metal mi dinliyorsun?"
Aramızda böyle anlamsız sorular sorabilen, ”zamanında” metal müziğin en gürültülü ve hızlısını dinlemiş olduğuna inanan ama artık bu müziğin kulaklarını tırmalamasından dolayı günümüzün easy listening trend gruplarına yönelen adamlar yaşıyor..
Böyle düşünen insanların mantığından yola çıkacak olursak artık kimsenin progressive rock veya klasik rock da dinlememesi gerekir..Çünkü bu tarzda müzik yapan birçok önemli grubun (Genesis, Rush, Yes, Journey ve Fleetwood Mac ilk aklıma gelen örnekler) özellikle 60’ların sonunda ve 70’lerde altın çağlarını yaşadıktan sonra 80’lerden itibaren dönemin synthesizer ve elektronik etkileşimleri nedeniyle soundlarını değiştirdiklerini ve 90’lardan itibaren de günümüzün modern rock sounduna yöneldiklerini görmekteyiz..”70’ler“ denince müzikal anlamda hemen herkesin aklına ilk olarak klasik rock, progressive rock ve psychodelic rock türleri geldiği gibi 80’lerin sonunda metal müzikte thrash metal hegemonyası yaşanmıştı..Ancak aradan geçen zaman, insanın bütün bu müzik türlerinden ayrı ayrı haz almasına engel olmamalı, en azından bana engel olmuyor..
Annihilator, metal müzik dinlemeye ilk başladığım zamanlardan beri takip ettiğim bir grup.Alice In Hell ve Never Neverland gibi thrash metal için kült kabul edilebilecek iki albüme imza atan Kanadalılar, Set The World On Fire ile daha yumuşak bir sound ile deneysel işlere girince bağnaz metalkafaların tepkisini çekmiş (Benim çok sevdiğim bir albümdür aslında) ve Roadrunner Records gibi zamanının dev plak şirketlerinden biriyle yollarını ayırmak zorunda kalmıştı.90’lı yılların ortalarından itibaren yayınlanan King Of The Kill, Refresh The Demon ve Remains albümleri, Annihilator albümlerinden çok gitarist Jeff Waters’ın solo albümlerine benziyorlardı..Hatta King Of The Kill albümünde Jeff Waters, davullar dahil bütün enstrümanları kendi çalmakla kalmıyor, vokalleri de üstleniyordu..1999 yılında basist Wayne Darley dışında ilk kadrosuyla tekrar toplanan grup, Criteria For A Black Widow albümünü yapacak ancak bu sefer de bazı parçalarda soundu metalden çok hard-core’a benzediği için eleştirilecekti.(Oysa ki bence gayet başarılı ve gaz bir albümdü Criteria For A Black Widow).2001 ve 2002 yıllarında sırasıyla Carnival Diablos ve Waking The Fury uzunçalarlarını yayınlayan grup, thrash metali groove metal ile oldukça başarılı biçimde harmanlamayı başarıyordu..Özellikle Waking The Fury albümü, sahip olduğu elektrikli testere sesine benzeyen gitar soundu ile metal tarihi içinde ayrı bir yere konulması gereken bir albümdür. Bu albümdeki gitar soundunu şu ana kadar dinlediğim başka hiçbir albümde duymuş değilim..
Waking The Fury albümünden sonra grubun çekirdek kadrosu bir kez daha dağılmış, buna sinirlenen frontman Waters, sadece vokalist/gitarist Dave Padden’ı kalıcı eleman olarak grupta tutmaya, bunun dışında sadece turlarda çalacak basist ve davulcular ile çalışmaya karar vermişti..Bu dar kadroyla 2004 yılında kanımca kariyerinin en vasat albümü All For You’yu piyasaya süren Annihilator, hemen ertesi sene çıkan Schizo Deluxe ile kendini affettirmişti..2007’de Angela Gossow, Jeff Loomis, Alexi Laiho, Jesper Strömblad gibi metal camiasının birçok ünlü müzisyeninin konuk sanatçı olarak yer aldığı ve sadece “Metal” gibi iddialı biri isimle yayınlanan albüm ise beklentileri tam olarak karşılamayan bir albümdü..(Hatta albümün ismine aldanılmaması gerektiği, albümdeki soundun thrash metalle alakası olmadığına dair ciddi eleştiriler almıştı..) 3 sene sonra Annihilator’ın thrash köklerine tekrar sıkı sıkıya sarıldığı gupla aynı ismi taşıyan 13.albümleri piyasaya sürüldü..Ve içinde bulunduğumuz yılın yaz aylarında “Feast” isimli albüm raflardaki yerini almıştı ki bir gün Facebook’a girdiğimde bir baktım ki Vera Productions ve Freebird Agency grubu İstanbul’da konsere getiriyormuş!Harika bir haberdi, ancak iptal olma ihtimalini de göz önünde bulundurmak gerekiyordu..Sonunda dualarım kabul oldu, konser iptal olmadı, 11 Kasım 2013 Pazartesi günü iş çıkışı en sevdiğim thrash metal grupları içinde üst sıralarda yer alan Annihilator’ı izlemek üzere Maslak’ın yolunu tuttuk..
Benim için metal konserlerinin farklı bir havası var..Ertesi gün erkenden kalkıp işe gitmem gerektiğini, konserde fazla gaza geldiğim taktirde izleyen günlerde boynumun ve bacaklarımın feci halde ağrıyacağını bildiğim halde sahnede çalan grup die-fard fanı olduğum bir grupsa ve üstüne üstlük setlistte hastası olduğum parçalarına yer veriyorsa kendimi tutamıyorum..Annihilator tam olarak bunu yaptı..İlk albümden Alison Hell ve W.T.Y.D, Neverland’den The Fun Palace, Reduced To Ash ve I Am In Command, Set The World On Fire’dan albümle aynı ismi taşıyan parça, No Zone, Knight Jumps Queen (Ayrıca Phoenix Rising, Sounds Good To Me ve Snake In The Grass’den oluşan akustik bir kombo da yaptılar), King Of The Kill’den Bliss, Second To None, Fiasco ve albümün ismini taşıyan o hayvani parça, Refresh The Demon, Carnival Diablos’un en sevdiğim parçası Time Bomb, Waking The Fury’nin en gaz parçası Ultra-Motion, Grupla aynı ismi taşıyan albümden Ambush ve son albümün ilk 3 parçasından oluşan harika bir setlist sundular..Benim için sonuç ise yapılan headbang neticesinde ertesi gün ağrımaya başlayan bir boyun ve ayakların sürekli yere vurulup tempo tutulması suretiyle oluşan bir bacak ağrısı oldu..Ama İstanbul, turnenin son durağı olmasına rağmen grup sahnede o kadar enerjikti ve o kadar kuvvetli bir sounda sahipti ki insan bütün bu ağrılardan şikayet edemiyor..
Konserin ses sistemi şaşırtıcı biçimde çok iyiydi..Gitarlar çok temiz duyuluyordu..Jeff Waters her Annihilator konserinde olduğu gibi konser boyunca sempatik hareketler sergiledi ve sürekli sırıtarak sahneyi dolaştı..(Gitar çalarken onun kadar eğlenen başka bir adam var mıdır acaba?)Vokalist David Padden çok başarılıydı..Grubun eski ve yeni parçalarını kusursuz biçimde söyledi..Genç davulcu Mike Harshaw ve sonradan Venezuela’lı (!) olduğunu öğrendiğim genç gitarist Alberto Campuzano da iyilerdi..
Konserin yapıldığı Maslak Arena küçük bir mekan..Pazartesi günü olmasına rağmen konsere gelen yaklaşık 500 civarı metal fanı sayesinde içerisi kalabalık gibi gözüküyordu..Gönül ister ki Annihilator gibi bir gruba binlerce kişi gelsin ama Türkiye’de yaşıyor olduğumuz için hafta içi bir gün için bu sayı yüksek sayılır..”Abi konsere gelecektim ama hafta içine denk geldi” diyebilme rezilliğini göstebilen insanlara da konsere İzmir’den gelip ertesi gün işine giden adam olduğunu hatırlatıp allah’a havale ediyorum..
11 Kasım 2013 Annihilator İstanbul konseri için verdiğim 60 lirayı grubu Türkiye’ye getiren Vera Productions ve Freebird Agency’ye sonuna kadar helal ediyorum..İnsan sevdiği grubu sahnede böylesine dehşet bir performansla izledikten sonrası parayı falan umursamıyor zaten..
Not:Bu arada Jeff’in “We are Canadians, we love everyone”sözü ve “Do you like Slayer and Metallica, listen to this” diyip Deadlock’a girişi unutulmazdı…
Tuesday, November 12, 2013
Kötü Gün Dostu Galatasaraylılar
Hazır Fatih Terim'in yok yere klüpten gönderilişini hala kabullenemiyorken, bu sezon şu ana kadar hemen hemen hiçbir maçta güzel futbol oynayamamışken ve ezeli rakibimizin sahasında kazanamama serisini 14 yıla çıkartmışken bu fotoğrafı da paylaşayım dedim..Fotoğraf, 1994-1995 sezonunda kendi sahamızda üst üste Samsun, Antep ve Antalya'ya kaybederek kötü bir rekora imza attığımız dönemde Florya Metin Oktay Tesisleri'nde çekilmiş..Beterin de beteri olduğunu unutmamak lazım..
Subscribe to:
Posts (Atom)