Monday, October 20, 2014

Efsane Oyunlar - 1 / Unreal (Epic Games-1998)


First Person Shooter türünün atası olarak kabul edilen Doom’un ardından 90’lı yılların sonuna doğru bu tarzda çıkan pek çok oyunun içinde Unreal en heyecan verici olanlardan biriydi.Epic Games tarafından yapılan ve 1998 yılında piyasaya sürülen bu kült FPS’nin ilerleyen yıllarda aynı firma tarafından birçok devam versiyonu yapılmış ve Unreal serisi ortaya çıkmıştır.Oyunun programcısı Tim Sweeney’in geliştirdiği yazılım ve fizik motoru, içinde yaşadığımız dönemde Unreal Engine adıyla tescillenmiş durumdadır.

Hikaye, Vortex Rikers adında insan ırkından mahkumları taşıyan bir uzay gemisinin saldırıya uğrayarak Nali isminde dört kollu insansı robotlardan oluşan bir kabilenin ana vatanı olan Na Pali gezegenine düşmesiyle başlar.Yere çakılan gemiden tek kurtulan Prisoner 849 kod adlı, geçmişi hakkında hiçbir bilgi sahibi olmadığımız bir mahkumdur ve oyun boyunca bu gizemli karakteri yönetiriz.Na Pali gezegeni, Skaarj adında teknolojik açıdan gelişmiş, vahşi ve acımasız insansı robot ırkı tarafından zaptedilmiştir.Gezegenin bu çirkin canavarlar tarafından istila edilmesinin en önemli sebebi yüksek miktarda enerji üretebilen Tarydium madenine sahip olmasıdır.

Oyunun başında Skaarj ırkı tarafından inşa edilmiş olan karanlık Tarydium madenlerinde ve enerji üretim tesislerinde ilerlerken gezegenin asıl sahibi olan Nali kabilesinin köleleştirilmiş üyeleri ile karşılaşırız.Madenlerden kurtulup Nali köylerine ulaştığımızda bu dost canlısı yaratıkların çektiği sefalete daha yakından şahit oluruz.

Oyun boyunca gezegende hayatlarını kaybetmiş olan insanların kalıntıları ile karşılaşırız.Üzerlerinden çıkan günlüklerden bu insanların genellikle umutsuz bir şekilde Skaarj’lardan kaçmaya çalıştıklarını ancak bunu başaramadıklarını görürüz.Zaten Na Pali gezegeninde yönettiğimiz karakter dışında yaşayan bir insan görmek mümkün olmayacaktır..

Sayısız canavarla savaştıktan sonra yere çakılmış bir başka uzay gemisi ile karşılaştığımızda heyecanlanırız ancak çevresinde hiçbir yaşam belirtisi görülmez.Skaarj’lar tarafından istila edilmiş Nali tapınaklarını geride bıraktıktan sonra hala hayatta kalmayı başarabilirsek Nali Kalesi'ne varırız.Bu kalenin içine Skaarj'ların ana gemisine ışınlanmamızı sağlayan bir teleport bulunmaktadır.Labirente benzeyen ana geminin içinde bulunan güç reaktörünü patlatmayı başarabilirsek karanlık koridorların içinden geçerek oyunun son bossu olan Skaarj'ların Kraliçesi ile kapışmaya hak kazanırız.Bu ucube yaratığı öldürdüğümüzde gemi parçalanmaya başlar ve Prisoner 849 bir kaçış poduna atlayarak gemiden uzaklaşmayı başarır.Ancak oyunun geneline hakim olan karamsar ve umutsuz hava oyun bittiğinde de devam eder çünkü karakterimizin içinde bulunduğu kaçış podu uzayın derinliklerinde sürüklenmektedir ve birileri tarafından bulunma ihtimali pek yüksek görünmemektedir..

Bilim kurgu filmlerini aratmayan atmosferi, tasarım harikası karakterleri, zamanının ötesinde olan 3 boyutlu grafikleri ve tedirgin edici müzikleri ile adı üstünde gerçekdışı güzellikte bir oyundur Unreal..Koskoca bir gezegende bir yandan hayatta kalmaya çalışırken bir yandan da kendi ırkınızdan birilerine rastlamayı umut edersiniz ancak ilerledikçe umutlarınız azalır.İçinde sadece düşmanlarınızın değil, size yardım etmeye çalışan zavallı Nali'lerin ve sağda solda dolanan ürkütücü hayvanların da bulunduğu bir dünyada bilinmeyene doğru ilerlerken saatlerin nasıl geçtiğini anlamazsınız..Bir FPS oyununda düşmanlarınızla beraber dostlarınızın da aynı harita içinde yer alması, yanılmıyorsam ilk defa bu oyunda denenmiştir..Yakın dönemde piyasaya sürülen FPS oyunlarının tekdüze senaryolarını (Önüne geleni öldür ve ilerle) göz önüne getirdikçe Unreal'ın sıradışı hikayesini yazan Epic Games çalışanlarını ne kadar takdir etsek az..

Son olarak merak edenler ya da hatırlamak isteyenler için olağanüstü müziği eşliğinde oyun sonu videosunu paylaşıyorum..


"From where many have died, you have escaped.You laugh to yourself: So much has happened, but little has changed.."





Saturday, October 11, 2014

A Thousand Pieces Of Me

Facebook'da üye olduğum Çılgın Koleksiyoncular Grubu'ndaki ilk paylaşımımla feci ego tatmini yapmış bulunmaktayım..Normalde bu tür şeyleri insanların önüne sunmayı sevmem ama YÜKSEK SADAKAT diskografisini ve birbirinden vasat yerli metal gruplarının albümlerini paylaşan birtakım adamları görünce gaza geldim sanırım..

Sunday, October 05, 2014

Groupie Problemleri



Türk rock-metal müzik tarihinin gelmiş geçmiş en talihsiz açıklamasıdır herhalde..

Wednesday, October 01, 2014

Yaşanmışlıklar - 13 / Evlat (Denizden Her Çıkan Yenmez)

Ondan bu blogda bahsetmemek olmaz..Hayatının bir gününde bile ayık gezmeyen, Bon Jovi ve Iron Maiden dışında black metalden başka hiçbirşey dinlemeyen, en büyük zevki soğuk kış gecelerinde arabasını deniz kenarına çekip demlenmek olan bir adamdı Evlat..Evlat, ICQ ve MIRC'deki takma adıydı. Eski Türk filmlerinde kullanılan "Adın ne senin evlat?" gibi replikleri sevdiği için bu nicki kullandığını söylerdi..

2003-2007 yılları arasında zaman zaman görüştüğümüz bu adamla ilgili hatırladığım şeylerin hemen hepsi alkolizm odaklı. 9-10 kutu Efes üzerine 5 Extra içtikten sonra en yakın arkadaşlarından birini evine çağırdığı ancak kapıda arkadaşını tanımadığı ve "Sen kimsin?" diye sorduğu anlatılırdı. Zaman zaman Caddebostan sahilinde toplanıp çimenlerin üzerinde orta-gol oynadığımızda ya da çift kale maç yaparken elinde mutlaka bira olurdu. Bir gün gelip "Birayı bırakıyorum..Babamla anlaştım, bira içmemem şartıyla bana hergün 1 büyük viski alacak" demişti. O günden sonra Caddebostan sahilinde -başbaşa oturan sevgililerin dibinde- orta-gol oynarken deniz tarafından yaptığım ortaları elinde bir büyük JB şişesiyle gole çevirmeye çalışan Evlat'ın kafasına doğru göndermeye başlamıştım..Dışarıdan bakıldığında komik görünüyordu..

Hayatımda şahit olduğum en absürd olaylardan birinin arkasında da bu adam var. 2005 yazında ailem tatile gittiğinde geçici olarak bizde kalmaya başlayan Alper Balkış kişisi ile mega bir ev partisi organize etmeye ve partiye alakasız birçok insanı çağırmaya karar vermiştik. Davetliler arasında kimler yoktu ki..Daha önce Yaşanmışlıklar serisinde kendisinden bahsetmiş olduğum efsane adam Credo, Küçükyalı Death Metal tayfasından yaklaşık 2 metre boyunda ve bakışlarından herkesin korktuğu gizemli bir eleman, metal camiasıyla hiçbir alakası olmayan hafif tikimsi ergen bir kız, o dönemlerde Avşa Adası'nda bir pansiyon işleten uzun saçlı adam hastası bir hatun, Balkış'ın platonik aşkı olan ancak ancak ilerleyen zamanlarda çocuğun en yakın arkadaşı ile birlikte olarak adamın kalbine bir ok saplayan Japon asıllı kız ve daha birçok değişik karakter...

Keyifli başlayan gece, ilerleyen saatlerde Evlat'ın rakı şişesinin dibini görmesiyle tatsızlaşacaktı..Arka odada birtakım insanlarla muhabbet ederken, kendisini son gördüğümde odamdaki yatağın üzerinde Evlat'ın yanında oturmakta olan pansiyoncu kız bir anda yanıma gelip şöyle demişti:

- Serhat sana birşey söylemem lazım..Arkadaşlarından biri beni rahatsız ediyor..

- (BEN) Hangisi?

- Evlat..

- (BEN) Hadi ya naaptı gene?

- AYAKLARIMI MINCIKLADI

- (BEN) Hö?Nasıl yani?

- Yatağın üzerinde oturuyorduk.Birden hiçbirşey söylemeden ayaklarını ayaklarıma sürtmeye başladı. Biraz kenera çekildim ama sürtmeye devam etti. Ben de kalktım yanından


Odaya gittiğimde Evlat'ı elinde rakı kadehiyle boş gözlerle etrafına bakarken bulmuştum. "İyi misin?" dedim..."Phhş..kıza bak ya" gibi birşeyler mırıldandı sonra oturduğu yerde sızdı. Ertesi sabah 12 gibi kalkıp lahmacun siparişi verdi. Kalan rakısını da lahmacunla beraber içti..

*****

Evlat'ı tanımak için sanırım yukarıdaki paragraflar yeterli ancak beni hayretler içerisinde bırakmış olan bir başka hikayesini aşağıda anlatmaya çalışacağım...

14 Mayıs 2004 günü Fenerbahçe, şampiyonluğunu zaten ilan etmişken sezonun son maçında Kadıköy'de Malatyaspor ile oynayacaktı. Cadde; şampiyonluk kutlamaları nedeniyle gelin gibi süslenmiş, ellerinde sarı-lacivertli bayraklarıyla yüzlerce insan Kadıköy sokaklarında dolanmaktaydı.. O gün bulutlu ve sıkıntılı bir hava vardı. Yağmur yağma ihtimalinin kuvvetli olmasına rağmen ben, Evlat ve birkaç arkadaş Caddebostan sahilinde buluşup futbol oynamaya karar verdik. Belki şampiyonluk kutlamaları nedeniyle sahil tenha olurdu ve rahat rahat topumuzu oynayabilirdik.. Öğle saatlerinde sahilde tahmin ettiğim gibi fazla insan yoktu. Uzaktan şut turnuvası yaptık, orta-gol oynadık. Evlat; elinde viski şişesiyle koşturuyor, gelen ortalara etkili kafa vuruşları yapıyordu.. Biraz dinlenmek için çimlere uzanmıştık ki bizim kalecinin arkadaşları oldukları söylenen 5-6 kişi ellerinde biralarla yanımıza geldiler. Heriflerin kılık kıyafetleri bir tuhaftı. Bir tanesinin üzerinde siyah atlet gibi birşey vardı ve göğsünden kıllar fışkırıyordu. İçlerinde pembe pantolon giyen birisini hatırlıyorum. Havalı tiplerdi, hemen hepsi küpeliydi ve acayip saç-sakal kesimleri vardı.. Bir süre çimlerde oturduktan sonra futbol topunu alıp tekrar oynamaya başladık. Elemanlardan biri yanımıza gelip "Hadi maç yapalım" dedi. Evlat bu fikri beğenmemişti."Boşver böyle iyi" diye cevap verdi. Orta-gol'e devam ettik. 10 dakika sonra aynı eleman tekrar maç teklifinde bulundu. Evlat yine reddetti.. Aradan biraz zaman geçti.Aynı eleman gelip "Abi hadi maç yapalım, kalabalığız ya zevkli olur" deyince Evlat sinirlenerek adama"Abi sen kimsin ya ben seni tanımıyorum" diye cevap verdi..

Eleman da sinirli bir şekilde: "Laflarına dikkat et" diye karşılık verdi..

Evlat ısrarla "Ben seni tanımıyorum" diyip duruyordu..Elemanın arkadaşları toplandı. Bizim çocuklar da Evlat'ın yanına geldi. Münakaşa, kısa sürede küfürleşmeye dönüştü. Hayatımda göreceğim en saçma kavganın başlamak üzere olduğunu hissettim...

Çok geçmeden Evlat tartıştığı adama bir yumruk salladı. Bunun üzerine elemanlar Evlat'a saldırdı. Bizim kaleci ve diğer arkadaşlar da karşılık verdi. Kenara çekilip hiç yokten yere kavga etmeye başlayan bu acayip insanları izlemeye başladım. Bağırış çağırış derken doğal olarak sahilde oturan insanların ilgi odağı olmuştuk..

Kavganın başlamasının ardından bir dakika kadar geçmişti..2 grup da birbirine yumruklar, tekmeler sallıyordu. Olayı uzaktan izlemeye devam ederken birden Caddebostan Sahili'nin deniz tarafından gelen bir bağırış duydum. Kafamı o tarafa doğru çevirdiğimde gördüklerim şu an bile gözlerimin önünde...

Önce ses şiddetlendi...Birtakım küfürler duydum...Sonra üstü çıplak ve üzerinden sular damlayan bir adamın kavganın olduğu yere doğru koştuğunu gördüm..."Z....erim uleaan" diye bağırdı ve önüne gelene vurmaya başladı...

Gözlerime inanamıyordum..Denizden gelip kavgaya karışan adamın amacının ne olduğunu anlamak mümkün değildi..Görünüşe göre kavga edenlerin hiçbirini tanımıyordu..

4-5 dakika kadar süren kavga benim ve ortamdaki birkaç sağduyulu insanın çabalarıyla sona erdi. İki grup da birbirleriyle bir süre daha küfürleştikten sonra Evlat'ın kavga ettiği tipler oradan uzaklaştı. Denizden gelen adam "O bıçağı kim çekti lan!" diye bağırarak kanayan kolunu gösterdi ve bir süre daha küfür ettikten sonra ortadan kayboldu. Nerden gelmişti, kavgaya neden karışmıştı, Caddebostan Plajı'nın henüz açılmadığı o yıllarda koli basili ve mantar dolu denizin içinde ne yapıyordu hala bilmiyorum...

Sahilde ben, kaleci ve Evlat kalmıştık. Birer bira açıp olayı tartışmaya başladık. Evlat hala "Ben tanımıyorum bu adamları, sen nerden tanıyosun, neden çağırıyorsun?" diyip kaleciye yükleniyordu. Meğerse kaleci de içlerinden sadece birini tanıyormuş ve o da çok samimi olduğu bir adam değilmiş..

Akşam olmak üzereydi. Rüzgar soğuk esmeye, yağmur hafiften çiselemeye başlamıştı. Evlere dağılmak üzere yürümeye koyulduk..

Caddebostan Migros'un otoparkında Evlat'ın kavga ettiği tipleri gördük. Bizi beklemişlerdi..

O an oradan kaçıp gidebilirdik ancak adamlar sakin görünüyorlardı. Bir tanesi "Tamam sorun yok" anlamında bir el işareti yaptı..

Evlat'ın en başta tartıştığı ve kavganın başlamasına neden olan adam yanımıza geldi."Özür dilemek istiyorum" diyerek elini Evlat'a doğru uzattı. Kimsenin beklemediği bir hareketti bu..

Evlat da şaşırmıştı. Elini uzatıp uzatmamakta tereddüt etti. Sonra yavaşça uzatıp adamın elini sıktı. Ardından yine kimsenin beklemediği bir şekilde eleman şimşek hızıyla Evlat'ın suratının ortasına bir kafa attı. Şaşkın bir şekilde kalakalan Evlat'ın kaşı açıldı ve yüzünden kan akmaya başladı..

Kafayı atan adam "Sen bunu hakettin" dedi ve elemanlar otoparktan ayrıldılar..

"Ben kaçıyorum abi yeter bu kadar kavga dövüş" diyerek caddeden Kadıköy tarafına doğru yürümeye başladım. İçim sıkılmıştı..

Bağdat Caddesi, Fenerbahçe'nin şampiyonluk kutlamaları nedeniyle trafiğe kapatılmıştı. Yol üzerindeki bir tekelden Efes Dark alıp Fenerbahçelilerin arasından yürümeye devam ettim..

Tam Fenerbahçe Stadı'na varmıştım ki kavgaya karışan elemanlardan birisi karşıma çıkmasın mı...Gerçi benim olaylarla bir alakam yoktu ama temkinli olmak lazımdı..

"Nerden tanışıyosun bu herifle, ne yaptığını bilmiyor ayyaş" dedi bana..

"Ben de yeni tanışmıştım zaten pek gözüm tutmamıştı" diye cevap verdim..

Birbirimize "İyi akşamlar" diyerek bir daha hiç görüşmemek üzere ayrıldık..

Gerçekten de enteresan olayların yaşandığı süper saçma bir gündü...