Friday, March 31, 2006

Sen Gittiğinden Beri...

Yazan:Aylin Asım
Non Serviam Dergisi Yıl 1998-Sayı 6


Sen gittiğinden beri böyleyim. Her sabah bir tokatla uyanıyorum; gerçek olmayan, yalnızca gerçeği suratımın ortasına patlatan bi tokatla...Zaten ondan sonra bütün gün dayanmaya, toparlanmaya çalışmakla geçiyor...

Gündüzler bir şekilde geçiyor, biliyorsun. Bir kaç anlamsız telefon konuşması, aslında hiç işin olmayacak adamlarla zaman geçirmeler...(Sen belki "Yine sarhoş olup bir herife vermiştir diye düşünürken ben onların konuştuklarını bile dinlemiyorum) Acının en yoğunlaştığı anlara yolda yürürken yakalanıyorum bazen. İnlemeye benzer bir ses çıkarıyorum, isteğim dışında...Ben de şaşırıyorum. Sırf biraz daha oyalanayım diye okula bile gidiyorum; daralıyorum, daha da daralıyorum, ama en azından 1-2 saatim yokluğunu, acıyı daha az düşünerek geçiyor...Okulda geçirdiğim anlamsız saatlerin, tamamen alakasız yüzler görmenin sıkıntısına katlanabiliyorum...Ne de olsa biliyorum, akşama beni çok daha kötüsü bekliyor...

Eve gelir gelmez repeat'e basıp Björk'ün Play Dead'ini arka arkaya 10-15 kere falan dinliyorum. Gece yaklaştıkça paniklemeye başlıyorum. Kafamda bir sürü ses aynı anda konuşmaya başlıyor, delirtici birşey bu...

"Herşey düzelecek,zaman meselesi, sağlam kalırsam herşey düzelicek, iyi düşünürsem iyi olur..." diye umut ederken, "Yok oluyorum, giderek yok oluyorum!" korkusu o umutlu sesi gırtlağımdan sıkıp boğuyor; leşini bi kenara atıp kumandaya geçiyor. "Hiçbirşey düzelmeyecek, kaybediyorsun, başarısızsın, beceremeyeceksin...O hiç geri gelmeyecek, ömrünün sonuna kadar...O yeni bir hayat kuracak, sen geçmişinle yaşayıp bir köşede kaybolacaksın, azalacaksın. Ağlamalar hiç bitmeyecek, insanlar bıkacak umutsuzluğundan, sana acımaktan bıkacaklar...Debelendikçe tek kalacaksın..."

Kimseyi aramak istemiyorum, etrafımda kalan birkaç kişiyi de "beynimdeki sesler" ile gecenin bu saatinde baymak istemiyorum...Kimse bilsin istemiyorum, bu halde biriyle kim ne yapmak ister ki...

Yatağımda derin nefesler alıyorum. "Panik yok ,bunların hepsi senin kafanın içinde, gerçek değil...işler düzelecek, para durumları falan...iyi olacaksın"

Bir yarım saat daha kıvrandıktan sonra teslim oluyorum. Bomboşum, anlamsızım. Zaman, mekan kayboluyor...Herşey biraz daha kötüye gidene kadar bekleyip, daha ne kadar kötüleşebilir görmek istiyorum. Galata Kulesi'nden atlayıp bu olayı kapatmayı düşünüyorum (Bu görüntü sık sık gidip geliyor, beğeniyorum, merak ediyorum) Ancak ölümde huzur bulabileceğimi biliyorum, hep biliyordum. Ama bir parça huzuru da sende buluyordum, zaten bütün bu acı, bu kıvranış ondan...Bu yalnızlık ondan...Bu şehrin, bu gezegenin, bu galaksinin dışına fırlatılmış gibiyim. Eksiğim,bomboşum,anlamsızım...

Beynim ışık hızında paranoyak düşünceler üretmekten, bir tavana bir yere çarpmaktan bitkin düşmeye başlayınca gizli gizli seviniyorum."Hah,tamam" diyorum, "Bu geceyi de böyle geçirdim galiba, sabaha daha var!"...

Thursday, March 30, 2006

İlk Acı Tecrübelerimden Biri

Şöyle bir geçmişe dönüp çocukluğunu yeniden yaşamayı kim istemez? Peki ya çocukluktan çıkarak yavaş yavaş gözlerimizi açmaya başladığınız zamanları hatırlar mısınız? Dertsiz, tasasız, cıvıl cıvıl zamanlardır. Sizi kanatları altına almış olan ailenizin sıcaklığını hissedersiniz. Önünüzde keşfedilmek üzere duran bir dünya bekliyordur. Anne-babanızdan genetik yollardan kolay kolay değiştirilemeyecek huyları kapmışınızdır. Aileniz size topluma adapte olma sürecinde belli ölçülerde yol göstermiş durumdadır.

Ebeveynlerinden eğitim denilen şeyin E'sini görmemiş olan çocuklar bile içinde bulunduğu aile ortamından belli bir davranış ve düşünüş biçimi, dış dünyayı algılama yeteneği kazanır. Genetik özellikler ve içinde bulunulan aile ortamı, insanların karakteristik özelliklerinin ve dünya görüşlerinin oluşumlarında herşeyden çok belirleyicilerdir.

Bunları düşünürken aklıma birden çocukken yaşadığım bir olay geldi..

Yaşım 12'ydi. Aile tarafından "Bu çocuk okuyacak, işi sıkı tutmak lazım" mantalitesi kanına işlenmiş bir çocuk olarak zamanın yükselen değerlerinden Anadolu Liselerini kazanmayı başarmıştım. Öncelikli yabancı dilin Almanca olması fark etmiyordu. Her sabah vaktinde kalkıp kapının önüne kadar gelen servisi bekletmemem gerekiyordu. Oysa her gün servis okulun içine girdiği andan itibaren yeni bir hayat bekliyordu..

Arkadaşlarımla çerezlerin içinde çıkan taso kartlarını biriktiriyorduk. Herkes en fazla karta sahip olmak için birbiriyle yarış halindeydi. "Taso oyunu" diye bir oyun vardı, kazanan hepsini alıyordu. Bu oyunda pek başarılı olduğum söylenemezdi. Bir gün bir baktım o kadar para bayılıp Cheetos alarak biriktirdiğim bütün taso kartlarım arkadaşlarımın eline geçmiş..Yakın arkadaşım olduğunu sandığım birisi vardı. Ondan oyuna devam edebilmek için birkaç kart istedim borç olarak. Erkekler arasına taso kartları biten bir tek ben vardım ve bu durum hoşuma gitmiyordu. Ancak arkadaşımın cevabı olumsuzdu. Kartlarını benimle paylaşamayacağını söyledi. Utandım, sıkıldım, nerede olursa olsun tek kalmanın çok kötü bir şey olduğunu fark ettim...

Güçlü olmak gerekiyormuş, güçlü olmak için de kazanan olmak..Demek ki çevrende arkadaş olarak gördüğün kişiler her zaman senin iyiliğini istemiyorlarmış. Oysa ben arkadaşımın beni kırmayıp kartlarını benle paylaşacağını düşünmüştüm.

Paylaşmak!

Bu hayatta ilk acı tecrübelerimden birini yaşamama sebep olan rahatsız edici his menfaatten başka birşey değildi. Zayıf olanın ezildiği ve herkesin kendi çıkarları doğrultusunda yaşadığı bir dünyadaydık. Bu durum, insanın kalbinin soğuması için her gün birçok sebep yaratmıyor muydu?

Friday, March 17, 2006

3 Dialog

1 - Kadıköy otobüs duraklarında 21A otobüsünü beklemekteyim. Yara bandı satan bir abimiz otobüs kuyruğundakilere seslenmektedir:

- Yara bandııı..30 tanesi 500...
- ........
- Elimizde kaldı böyle olduu..30 tanesi 500...
- ........

(Benim yanıma gelir)

- Yok abicim ne desen almıyolar
- Haklısın abi..

(Bir amca dayanamaz atılır)

- Ver bakalım
- Buyur abi..


2 - Kadıköy'de boğa heykelinin bulunduğu yerde gece vakti ışıklardan karşıya geçmek için beklemekteyim. Karşı tarafta bir polis arabası durmaktadır. Yayaya kırmızı yanmaktadır. Yanıma bir trafik polisi gelir:

Ben: (İçimden)Allahallah kontrol falan mı var acaba. Bu polis niye geldi şimdi yanıma.
Polis: Boşver geç ya birşey olmaz...
- ...
(Trafik polisi kırmızıda karşıya geçer ve karşıdaki arkadaşlarının yanına gider. Ben ise inatla yeşilin yanmasını beklerim. Arızayım galiba)


3 - Küçükbakkalköy minibüsü ile Kadıköye dönmekteyim. Şöför yolcu kapabilmek için aracı hızlı sürmekte ve trafikte türlü cambazlıklar yapmaktadır. Minibüsteki yaşlı bir amca dayanamaz:

- Evladım biraz yavaş gidebilir misin. Ani dur kalk yapıyosun sürekli. Senden ekstra birşey beklemiyorum ki. Sadece sakin sür biraz yeter.
- Ya amca ben bunu kendi keyfim içim yapmıyorum. Hızlı gidiyorum ki ilerdeki yolcuyu kapayım di mi ama..
- Bıdı bıdı hedö hedö..

Aradan zaman geçer. Kadıköy'e yaklaşılır. O yaşlı amca inmiştir. Şöför minibüsü yine deli gibi kullanmaktadır. Bu sefer bir genç bayan atılır:

- Bakın birşey söyleyeceğim. Az önce yine uyarmışlardı sizi. Biraz yavaş gidemez misiniz. İçim dışıma çıktı ya
- Hanfendi benim evde çoluk çocuğum var. Yavaş gidersem nasıl yolcu alacağım arabaya. Ekmek parası için bunu yapmak zorundayım. Bakın mesela şu yolcuyu başkası kapacaktı ben ağır gitseydim. (Minibus durur, bir yolcu biner) DOĞANIN KANUNU bu?!
- (Ben, yine içimden):Oha ya doğanın ilk kanunu hayatta kalmak değil midir? Böyle denyo bir şekilde araba kullanırsan kaza yapma riskin artmaz mı be adam? Evde çoluk çocuğun varsa neden onları düşünüp biraz yavaş sürmüyorsun ey cahil insan...

Tuesday, March 14, 2006

Release




Görmek inanmaktır ama ben bilmek istemiyorum
Çorak toprakların içinden geçerken seni yüzüstü bırakıp gidemiyorum
Seni ağlarken görmeye dayanamıyorum
Her zaman…

Tutun..
Lütfen..
Tutun bana
Kadere aldırış etme
Serbest bırak..
Kaç..

Şuanda birileri alevler yükselirken çığlık atıyor
Şu anda düşün biz burada kaybolmuşuz ve neden bilmiyoruz
Kabullenmesi çok zor, seni ağlarken görmeye dayanamıyorum
Her zaman…

Tutun..
Lütfen..
Tutun bana
Kadere aldırış etme
Serbest bırak..
Kaç..

Bu gri ve yalnız gözlerin arkasında,
Zaman tarafından unutulmamış bir gerçeklik görünmeye başlıyor
Ruhumuz uyanıyor..
Ve kasırganın içinde bir yerlerde
Umut bekliyor,
Uzaklardan haykırıyor
Ve senin adını söylüyor…

Monday, March 06, 2006