Wednesday, January 30, 2013
Abraham Maslow ve Kendini Gerçekleştirmiş İnsan
Üniversitede gördüğüm Psikoloji derslerinin tamamının zevkli geçtiğini söyleyemem ancak Amerikalı psikolog Abraham Maslow'un insan ihtiyaçlarını fizyolojik gereksinimler, güvenlik gereksinimi, ait olma gereksinimi, saygınlık gereksinimi ve kendini gerçekleştirme gereksinimi başlıklarıyla kategorize ettiği teorisi oldukça ilgimi çekmişti.Bütün bu kategoriler kendi içine alt kategorilere ayrılıyordu.Örneğin fizyolojik gereksinimler; nefes alma, beslenme, cinsellik, uyku gibi başlıklara ayrılırken arkadaşlık, aile ve cinsel yakınlık da insanın ait olma gereksinimini karşılayan unsurlardı.Maslow'a göre birey, bir kategorideki ihtiyaçlarını tam olarak gideremeden bir üst düzeydeki ihtiyaç kategorisine, dolayısıyla kişiliğini geliştirme düzeyine geçemezdi.
Geçen gün evde üniversitedeki ders notlarını incelerken Maslow'un teorisindeki son aşama olan kendini gerçekleştirme gereksinimi üzerinde yazılan bir makaleye odaklandım.(Sanırım Psikoloji sınavlarından birinde soru olarak sorulmuştu bu) Hafızamı tazeledim, Maslow'un kendini gerçekleştirmiş bir kişide gördüğü şu özellikleri tekrar hatırladım ve bende bulunmayanlar için hayıflandım..
Kendini Gerçekleştirmiş Bir İnsan:
- Gerçeğin bilinebilecek yönlerini doğru olarak algılar
- Bilinemeyecek olanların bilinemeyeceğini doğru olarak algılar
- Gerçeği olduğu gibi kabul eder
- Kendini olduğu gibi kabul eder
- Başkalarını olduğu gibi kabul eder
- Yaşamın getirdiği olayları tam anlamıyla yaşayarak tadını çıkarma eğilimindedir
- Kendiliğinden hareket eder
- Yaratıcı bir biçimde davranabilir
- Kendine ve yaşama gülebilir
- İnsanlığa değer verir ve onun sorunlarını ciddiye alır
- Son derece yakın ve derin birkaç dostu vardır
- Gerektiğinde çok çalışır ve sorumluluğunun farkındadır
- Dürüsttür
- Savunucu değildir
Sunday, January 27, 2013
The Usual Suspects (1995)
Bryan Singer'in yönetmenliğini yaptığı; Kevin Spacey, Stephen Baldwin, Gabriel Byrne, Benicio Del Toro, Kevin Pollak ve Chazz Palminteri'nin baş rolleri paylaştığı The Usual Suspects, her biri farklı alanlarda uzmanlaşmış, suç sosyası kabarık, sıradan gibi görünen 5 şüphelinin sıradışı hikayesidir.
Filmin başında bir geminin havaya uçurulduğunu, tek bir adam dışında içindeki herkesin ölmüş olduğunu görürüz.Ortadaki gizemi çözebilecek tek anahtar hayatta kalan adamın çarpık ve zor anlaşılır hikayesi olacaktır.Macera, olayla bağlantısı olduğu sanılan beş suçlunun polis sorgusuna alınmasıyla başlar ve neyin gerçek neyin kurgu olduğunun çok zor anlaşıldığı baş döndürücü ve insanı hayretler içinde bırakan bir akış içinde devam eder.
The Usual Suspects'i en iyi anlatan ifadeler "Gerçek her zaman en son baktığın yerdedir" ve "Hiçbir şeyin olduğu gibi gözükmediği bir dünyada daha öteye bakman gerekir" cümleleridir.(İkisi de filmin afişlerinde kullanılmıştır) Filmde gerçekler o kadar dolaylı yoldan ve ironik biçimde anlatılmıştır ki, o zamana kadar hiç kimse tarafından görülmemiş olan, hatta bir şehir efsanesi olduğu havası yaratılan kötü adam Kayzer Soze'nin kim olduğunu asla tahmin edemezsiniz..Aslında film boyunca ortada bir Kayzer Soze lafı dolaşır ancak çoğu yerde kendisinden çeşitli imgeler aracılığı ile bahsedildiği için gerçekte öyle birinin var olduğundan ya da senaryonun tamamen düzmece olup olmadığından emin olamazsınız.Hatta filmin sonunda Kayser Soze'nin kimliği ortaya çıktığında şok geçirip "Nasıl böyle oldu?" diye düşünüp durursunuz..
The Usual Suspects; her izlendiğinde farklı detaylar yakalanabilecek, içinde geçen hemen hemen her dialoğun arkasında gizli birşeyler olduğu şüphesi uyandıran ve insanı merak içinde bırakan bir kara film başyapıtıdır.Senaryo ve oyunculuk anlamında kusursuzdur.Kevin Spacey, belki de kariyerinin en başarılı oyunculuğunu sergilemiştir.Ayrıca Kayser Soze'nin kim olduğunu öğrendiğini sanan kendine güveni sonsuz özel ajan Dave Kujan'ın (Chazz Palminteri) filmin sonundaki şaşkın halini özellikle izlemek gerekir..
Filmin en vurucu repliği ise "Şeytanın en büyük hilesi, dünyayı var olmadığına ikna etmesidir" cümlesidir.Adeta filmin kısa bir özeti gibidir..
Saturday, January 26, 2013
İnsan...
(Not: Alıntıdır..Murat Adanç tarafından Aralık 1991'de yazılmış olup yazarın 64'ler dergisindeki Mac Adventure köşesinde yayınlanmıştır.)
Bomboş bir dünya düşünün, yardımcı olacaksa bizim dünyamızın ilk zamanlarını düşünün.İlkel milkel birkaç canlı türü daha el değmemiş bakir dünyalarının üstünde kendi sıradan yaşamlarını sürdürüyorlar.Şimdi bu tabloya bir de daha evriminin en başındaki insanoğlunu ekleyin.Herkesin tek derdi karnını doyurmak ve kendi soyunu devam ettirmek.İşte karanlık gecelerde özlemini çektiğim, bir an için gözümün önünde görünüp kaybolan düşünce bu.Bu kırmızı dünya (Nedense hep kırmızıdır) beni inanılmaz derecede çeker.Monoton olabilir, belki de çoğunuzu kusturacak kadar ilkeldir ama benim aradığım utopia'ların başında bu gelir.Bu dünyanın döngüleri kendi çapında gider durur ta ki o ağzından yağ damlayan insan denen yaratık en büyük silahının, yani biçimsiz kafatasının içindeki beyninin güçlerinin farkına varana dek.O noktadan sonra herşey bir anda değişir, bütün dengeler bozulur, huzur gider, kaos gelir, utopia gider, cehennem gelir.Benim ufak oyuncağımın sonu gelmiştir artık, deyim yerindeyse "Maymunun gözü açılmıştır".İnsan, insanlığını gösterir ve herşey yıkılır...
İlk işi sağına soluna sataşmak olur.Çünkü insanlar aç gözlüdür.Diğer yaratıklar ihtiyaçları olanı alırlar ve etraflarını rahat bırakırlar.İnsan ise hepsine ve de herşeye sahip olana kadar rahat etmez.Yaratıcı olduğunu sanır, başka şeylere kullansın diye verilen zekasını kullanarak kendine yeni evler, yeni araçlar yapar.Herkes de bunun insanın yaratıcılığından kaynaklandığını sanar, bana sorarsanız insanın icad ettiği ve yaptığı herşeyin altında kalbini kemirip duran açgözlülüğü yatar.Gerekirse kendi soyundakilere zarar verir, onları öldürür çünkü o agresiftir ve bana sorarsanız herhangi bir hayvandan çok daha vahşidir.Bırakın çıkarı zevk için bile öldürebilir.
Mağarasının köşesinde dolu midesini başkalarının rahatını bozmak için icad ettiği ateşin köşesinde ısıtan insanın aklı bu sefer çok daha çarpık şeylere kayar.Hayalleri geliştikçe etrafına verdiği zarar da artar.Zevkli bulduğu herşeyi, sonuçlarını veya kötü yanlarını hiç düşünmeden anında yapar, çünkü insan iradesizdir.Belki de etrafınızda gördüğünüz her kötülüğün, her çarpıklığın, her bozukluğun en dibinde bu yatar.Zekası veya mantığı onu ne kadar durdurmaya çalışırsa çalışsın insan asla ihtiraslarının peşini bırakmaz.Burda bahsettiğim problem sabah saatiniz çalınca yataktan kalkabilmek değil, hayatta istediğiniz şeyleri elde etmeye çalışırken onların kölesi olmaktır.İnsan paranın kölesidir.Onu kendi icad etmiş olsa bile yaptığı herşeyi sırf parayı elde edebilmek için yapar.Yalan söyler, çalar, çırpar, köpekler gibi çabalar ve hatta öldürür.İnsan zevkin kölesidir, kendini öldüreceğini bile bile hiçbir zevkinden kolay kolay vazgeçmez.İçki içer, sigara içer, geberene kadar tıkınır, her zaman daha büyük zevklerin peşinde koşar.İnsan toplumun kölesidir, etrafındakilerin gözüne biraz olsun girebilmek için kendinden uzaklaşır, onları memnun edecek şeyleri yapar, onların istediği gibi giyinir, konuşur, yaşar.İnsan fazlalığın kölesidir, sade olan hiçbirşeyle yetinmez, her zaman daha aşırısını ister.İnsan ölümün kölesidir, ondan korkar, gizli gizli ona özlem duyar ma ondan kurtulmak için gerekirse ruhunu bile satar.
İşte böyle, insan kendi yeteneklerinin farkına vardığından beri bitmek bilmez bir açgözlülük içinde icad eder, üretir ve sonra kendi yaptıklarının kölesi olur.Zararı sadece kendine olsa iyi, insan kendine sunulan doğayı acımasız bir şekilde kullanır, harab eder, sonra da doğa kirleniyor diye zırlar.Bir de benim en gıcığıma giden özelliklerinden biri, insan insanı etkilemeye çalışır.Kendi haline bırakılsa belki de kendisinden iyi ve üstün olacak bir bebeği kendi kalıplarına sokabilmek için gerekirse döver, kendine göre eğitir ve o zavallı bebek aynen kendi gibi olana kadar rahat etmez.Bütün bunların altında insanın iradesizliği yatar, iyiyle kötüyü ayıracak kadar beyni olsa bile insan asla hayır diyemez ve her zaman kafasına uyanı yapar.
Peki ben kim oluyorum da konuşuyorum?Ben de bir insanım, hepimiz insanız.Hepimiz aynı yapıdayız ve aynı kötü özelliklere sahibiz.Benim görebildiğim tek umut en azından birşeylerin yanlış olduğunu hissedebiliyoruz ama elimizden birşey gelmiyor.Biz kendi iradesizliğimizin cehennem ateşinde kavrulmaya mahkum birer ruhuz...
Friday, January 25, 2013
Candlemass - Black As Time
Time is short... time is endless
Time is linear but also a relative factor that
moves rather unnoticed from point A to B.
Time is a force not to be taken lightly....
Because time never forgets
Time heals nothing...
Time is a black hole that consumes energy,
ambition and love...
Time is dangerous!
Time... quite frankly... doesn't give a shit!
And above all... time is BLACK
It is your ENEMY!
Time is decline and decay...
Tuesday, January 22, 2013
Yaşanmışlıklar - 3 / Tüplü Dalış
1998'in Ocak ayı..Hava felaket soğuk.Sulu kar yağıyor..
Gözlük kullandığım zamanlar..Okulda tahtayı görmek için mecburen takmak zorunda kaldığım gözlüğü hafta sonları kızlardan yana şansım biraz yüksek olsun diye yanımda taşımıyorum..Bu yüzden birçok kez "Olum sokakta yanımdan geçtin, bir selam vermedin, ne biçim adamsın" gibi laflar işitmişim...
Bir hafta sonu okuldan arkadaşım Ahmet'le Kadıköy'den bizim eve doğru yürüyoruz..Amacımız bir an önce başımızı sıcak bir yere sokup Playstation'da yeni çıkan oyunları deneyebilmek..Oyun konsollarının yeni çıktığı, Star'da yayınlanan Şampiyonlar Ligi maçlarından önce spiker Bülent Karpad'ın kendine özgü tok sesiyle "Bir Şampiyonlar Ligi sponsoru olan Sony Playstation sunar" diye konuştuğu yıllar..
Arkadaşımla Kadıköy'den Acıbadem istikametine doğru yürüyoruz.Halitağa Caddesi'ni geçtikten sonra Dörtyol ışıklarına varmadan önce köprü üzerinde karşıdan gelmekte olan iki adamı fark ediyorum..Her ikisinin de arkalarında sarı renkte tüpler ve yüzlerinde maskeler var..
Görmeyen gözlerimle adamların tiplerini tam seçemesem ve neden arkalarında tüp taşıdıklarını anlayamasam da dalgıç olduklarına kanaat getiriyorum ve Ahmet'e şöyle diyorum:
"Yazık bu adamlara, bu havada nasıl dalacaklar denize..Üşürler yaw."
Bunu der demez Ahmet gülme krizine giriyor..Kendine geldikten sonra ise şu cevabı veriyor:
"Allah müstehakını versin.Adamlar haşere ilaçlama elemanıydı olum..Ne denizi, ne dalması..Eheheheheh"
Eleman bu hikayeyi lisede herkese anlatmıştı, ben de o günden sonra gözlüklerimi hafta sonları da takmaya özen göstermiştim..
Gözlük kullandığım zamanlar..Okulda tahtayı görmek için mecburen takmak zorunda kaldığım gözlüğü hafta sonları kızlardan yana şansım biraz yüksek olsun diye yanımda taşımıyorum..Bu yüzden birçok kez "Olum sokakta yanımdan geçtin, bir selam vermedin, ne biçim adamsın" gibi laflar işitmişim...
Bir hafta sonu okuldan arkadaşım Ahmet'le Kadıköy'den bizim eve doğru yürüyoruz..Amacımız bir an önce başımızı sıcak bir yere sokup Playstation'da yeni çıkan oyunları deneyebilmek..Oyun konsollarının yeni çıktığı, Star'da yayınlanan Şampiyonlar Ligi maçlarından önce spiker Bülent Karpad'ın kendine özgü tok sesiyle "Bir Şampiyonlar Ligi sponsoru olan Sony Playstation sunar" diye konuştuğu yıllar..
Arkadaşımla Kadıköy'den Acıbadem istikametine doğru yürüyoruz.Halitağa Caddesi'ni geçtikten sonra Dörtyol ışıklarına varmadan önce köprü üzerinde karşıdan gelmekte olan iki adamı fark ediyorum..Her ikisinin de arkalarında sarı renkte tüpler ve yüzlerinde maskeler var..
Görmeyen gözlerimle adamların tiplerini tam seçemesem ve neden arkalarında tüp taşıdıklarını anlayamasam da dalgıç olduklarına kanaat getiriyorum ve Ahmet'e şöyle diyorum:
"Yazık bu adamlara, bu havada nasıl dalacaklar denize..Üşürler yaw."
Bunu der demez Ahmet gülme krizine giriyor..Kendine geldikten sonra ise şu cevabı veriyor:
"Allah müstehakını versin.Adamlar haşere ilaçlama elemanıydı olum..Ne denizi, ne dalması..Eheheheheh"
Eleman bu hikayeyi lisede herkese anlatmıştı, ben de o günden sonra gözlüklerimi hafta sonları da takmaya özen göstermiştim..
Sunday, January 13, 2013
Yaşanmışlıklar - 2 / Heavy Metal Ruhu
Yıl: 2002
Üniversitenin ilk senesiydi..Okulun dışında kalan zamanlarımı Kadıköy tayfasıyla geçiriyordum..Bu tayfa içinde black metalcisinden glam rockçısına, bir gecede 10 bira içip etraftaki arabaların aynalarını kıranından, bir bira içip saatlerce sevgilisinden neden ayrıldığını anlatan kızına kadar her türlü insana rastlanıyordu..Kadıköy'de görmeye alışık olduğumuz tiplerden biri de "Üstün" adında bir heavy metal savaşçısısıydı..Bu enteresan kişilik ile 1998 yılında İş Bankası Çeşme Kampı'nda tanışmıştım..Üstün, çocuğuyla çizgi film izleyen adamın elinden uzaktan kumandayı alıp Rock Market'i açtıracak, o sene çıkan Tankard'ın Disco Destroyer albümünün etkisinde kalarak kampın içinde bulunan diskonun hoparlörlerine deniz kumu dökerek etkisiz hale getirmeye çalışacak kadar seviyordu bu müziği..
Soğuk bir kış gecesiydi..O zamanlar yakın arkadaşım olan bir elemanla Kadıköy'de takılıyorduk..Muhabbet sırasında konu Üstün'e geldi.."Oğlum sana o adamla ilgili birşey anlatacağım ama kimseye bahsetmek yok" dedi.."Okey, dinliyorum" dedim...
Arkadaş: "Oğlum bir gün Üstün ile yalnız kalmıştık..Adam bir anda "Sana birşey soracağım ama gülmek yok, doğru dürüst cevap ver" dedi bana..
Ben: "Haha..Ee ne sordu?"
Arkadaş: "Sormadan önce bir kez daha: "Oğlum bak dalga geçmek yok he" dedi..
Ben: "Ee, ne dedi abi?"
Arkadaş: "SENCE BENDE HEAVY METAL RUHU VAR MI??"
.....Disconnected.....
Üniversitenin ilk senesiydi..Okulun dışında kalan zamanlarımı Kadıköy tayfasıyla geçiriyordum..Bu tayfa içinde black metalcisinden glam rockçısına, bir gecede 10 bira içip etraftaki arabaların aynalarını kıranından, bir bira içip saatlerce sevgilisinden neden ayrıldığını anlatan kızına kadar her türlü insana rastlanıyordu..Kadıköy'de görmeye alışık olduğumuz tiplerden biri de "Üstün" adında bir heavy metal savaşçısısıydı..Bu enteresan kişilik ile 1998 yılında İş Bankası Çeşme Kampı'nda tanışmıştım..Üstün, çocuğuyla çizgi film izleyen adamın elinden uzaktan kumandayı alıp Rock Market'i açtıracak, o sene çıkan Tankard'ın Disco Destroyer albümünün etkisinde kalarak kampın içinde bulunan diskonun hoparlörlerine deniz kumu dökerek etkisiz hale getirmeye çalışacak kadar seviyordu bu müziği..
Soğuk bir kış gecesiydi..O zamanlar yakın arkadaşım olan bir elemanla Kadıköy'de takılıyorduk..Muhabbet sırasında konu Üstün'e geldi.."Oğlum sana o adamla ilgili birşey anlatacağım ama kimseye bahsetmek yok" dedi.."Okey, dinliyorum" dedim...
Arkadaş: "Oğlum bir gün Üstün ile yalnız kalmıştık..Adam bir anda "Sana birşey soracağım ama gülmek yok, doğru dürüst cevap ver" dedi bana..
Ben: "Haha..Ee ne sordu?"
Arkadaş: "Sormadan önce bir kez daha: "Oğlum bak dalga geçmek yok he" dedi..
Ben: "Ee, ne dedi abi?"
Arkadaş: "SENCE BENDE HEAVY METAL RUHU VAR MI??"
.....Disconnected.....
Yaşanmışlıklar - 1 / Postacı
Yeni bir yazı dizisine başlıyorum.Bu güne kadar hem bizzat yaşadığım, hem de tanıdığım bazı insanların başından geçmiş olan birtakım olayları paylaşacağım burada.Hatırlamalı, sevgiyle anmalı...
Yıl: 1997
Orta-3'e gidiyordum. Internet'in insan hayatına yeni girmeye başladığı zamanlardı. Bir siteye bağlanmak yaklaşık 30 saniye, bir JPEG resmi indirmek 1 dakika sürüyordu. Evinde bilgisayarı bulunmayan, henüz hiç kimseye e-mail atmamış, mIRC'hiç bağlanmamış bir velettim. Bir gün okulda arkadaşlarla oturup konuşuyorduk. Konu Internet ve hayatımıza getirdiklerine gelmişti.
- (Arkadaşlar): Bu Internet süper bir şey. Bilgisayarından Internet'e bağlandığında bambaşka bir aleme giriyorsun. Sevdiğin insanların resimlerini ekrandan görebiliyorsun. Günlük haberleri takip edebiliyorsun. Hatta kendine bir posta adresi bile alabiliyorsun. Arkadaşlarınla bu e-mail adresi üzerinden yazışabiliyorsun.
- (Ben lafa girerim): Peki bu mailler nasıl geliyor? Postacı mı getiriyor?
- (Arkadaşlar): Muhahauhauhaha...
Sonuç: Arkadaşlarım, 2000 yılında mezun olduğumda beni hala teknoloji özürlü olarak hatırlıyorlardı. "E-mailleri postacı mı getiriyor?" nereden bakarsan bak açıklanamaz haliyle...
Monday, January 07, 2013
Ahab - Nickerson's Theme
2013 yılının ilk blog video paylaşımı da yakın tarihin en önemli funeral doom gruplarından Ahab'a ait olsun..Böylesine muazzam bir sakinlikle başlayan parçanın 3:19'unda aniden yıldırım gibi düşen riff hakkında ne desem boş olur..Parçanın geri kalan kısmı da soğuk, kasvetli, ağır bir atmosfere sahip.Bu Bavyera'lı çocuklarda gerçekten iş var..
Subscribe to:
Posts (Atom)